Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

BİR TARAFTAN "İNSAN YETİŞMİYOR" diye ağlarken, bir taraftan da Fatihler yetiştirmiş bir milletin torunları olduğumuzu hatırlamamız lazım. Acaba onlar nasıl yetişti? Gelin Fatih Sultan Mehmed'i yetiştirenlere bakmaya devam edelim. Anne ve babasından sonra şimdi sıra yetiştiği çevrede... Bir ev düşününüz ki, içinde yaşayanların hiçbiri, hiçbir sabah namazını kazaya bırakmıyor. Bir ev düşününüz ki, günün her saatinde kubbeleri Kur'an tilavetinin insanı vecde getiren İlahi terennümüyle yıkanıyor; odalarında, salonlarında, koridorlarında naat-lar, münacatlar, ilahiler dolanıyor. Bir ev düşününüz ki, küçükten büyüğe herkes hayrat düşünüyor, iyilik konuşuyor; adımlar sevap ve günah kavramlarının şuurunda atılıyor. Ve bir ev düşününüz ki, devrin en muttaki, en kabiliyetli alimieriyle dolup taşıyor; askerlikten mantık ilmine, matematikten astronomiye, tarihten dünya siyasetine kadar çok şey bir arada konuşuluyor. İşte bu Fatih'in evidir. Buna saray değil de ev dememiz ise zühul eseri değildir. Çünkü İstanbul'un fethine kadar Osmanlı padişahlarının bir sarayı yoktur. Sanki kendilerine sarayı çok görmüşler, İstanbul'u fethetmeden kendilerini saraylarda oturmaya layık bulmamışlardır. Gerek Bursa'da, gerekse İstanbul'da, sıradan evlerden belki birazcık büyük meskenlerde ikamet etmişlerdir. İstanbul'u aldıktan sonra bile uzun müddet sadece Topkapı Sarayı'yla yetinmişlerdir. Diğerleri (Dolmabahçe, Çırağan, Yıldız vs.) yıkılış devrinin mahsulüdür ve adeta çöküşü saşaa ile maskeleme endişesinden doğmuşlardır. Hepsi de Avrupa'ya karşı "Yıkılmadık, ayaktayız!" mesajı verme telaşının elemli mahsulatıdır. Ama Avrupa bu gösteriye aldanmamış, Osmanlı ihtisamının manadan maddeye, muhtevadan sekle intikalini dudaklarında müstehzi bir tebessümle seyretmiş, hatta borç para vermek suretiyle bu gösteriyi tuhaf bir intikam hissi içinde desteklemiştir.
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.