Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
13 saatte okudu
Aşkın cinsiyeti!
¶¶İnsan aslında neydi, ne oldu, önce bunu bilmemiz gerek. Çünkü insan, her zaman bugünkü gibi değil, bir başka türlüydü. İnsan soyu ilkin üç çeşitti. Şimdiki gibi erkek, dişi diye ikiye ayrılmıyordu, her ikisini içine alan bir üçüncü çeşit daha vardı. Bu çeşidin kendi kayboldu, sadece adı kaldı: Androgynos denilen bu çeşidin adı gibi biçimi de hem erkek, hem dişiydi; bugün sözü edilmesi bile ayıp sayılır. İşte bu insanlar yuvarlak sırtları ve böğürleriyle tostoparlak bir şeydiler. Her birinin dört eli, bir o kadar da bacağı vardı. Yusyuvarlak bir boyun üzerinde birbirine tıpatıp eşit, ama ters yöne bakan iki yüzlü bir tek kafa, dört kulak; edep yerleri ve herşeyleri de ona göre hep ikişer. Yürürken istedikleri yöne doğru, bizim gibi, düpedüz adım atabilir, koşmak istedikleri zaman da, tepetaklak, havaya fırlayan bacaklarıyla bir tekerlek olur, sekiz kola, bacağa birden dayandıkları için, döne döne uçar giderlerdi. Peki ama, neden insanlar üç çeşitti? Çünkü erkek, aslında güneşten gelmeydi, dişi bu dünyadan, ikisini birleştiren cins de aydan; ay hem güneş, hem de dünyaya bağlı ya. Toparlak olmaları, döne döne gitmeleri de bu gezegenlere çektikleri içindir. Hani göğe tırmanmaya, tanrılara karşı koymaya yeltenmişler. Bunun üzerine Zeus ve öbür tanrılar görüşmüş, konuşmuşlar, ne yapacaklarını pek bilememişler. Bir yandan insanları yok etmek, devler gibi soylarını yıldırımla yakıp, kül etmek istemiyorlarmış (çünkü o zaman insanların kendilerine sundukları kurbanlar bitermiş), öte yandan da küstahlığın bu derecesine göz yumamazlardı. Zeus uzun uzun düşündükten sonra, "Galiba bir çare buldum," der, "insanlar hem kalsın, hem de kuvvetten düşüp hadlerini bilsinler. İkiye böleceğim onları, böylece hem zayıf düşecekler, hem de sayıları artıp, bizim için daha faydalı olacaklar. Üstelik iki bacak üstünde doğru dürüst yürüyecekler. Yine de hadlerini bilmez, uslu durmazlarsa, yeniden ikiye bölerim, bu kez tek bacak üzerinde zıplaya zıplaya giderler." Böyle der Zeus ve der demez de insanları tutar ikiye böler, tıpkı bir meyveyi kışa saklamak için ikiye böler gibi, ya da bir yumurtayı ince bir kılla ortasından keser gibi. Zeus, kestiği adamların yüzünü boyunlarıyla Apollon'a tersine çevirtmiş ki, kesilen yerlerini görsünler ve akılları başlarına gelsin. Yaralarını iyi etmesini de buyurmuş. Apollon da yüzlerini tersine çevirmiş, derilerini şimdi karın dediğimiz yerde bir kesenin ağzını kapar gibi birleştirmiş, orta yeri sıkı sıkı üzmüş ve bir tek delik bırakmış. İşte biz buna, göbek diyoruz. Sonra bakmış buruşuklukları var, onları düzeltmiş, ayakkabıcıların deriyi yontmak için kullandıkları bıçağa benzer bir araçla göğüslerine bir biçim vermiş; ama eski hallerini unutmasınlar diye, karnın ve göbeğin ötesinde berisinde birkaç kırışık bırakmış. İnsanın yapısı böylece ikileşince, her yarı öbür yarısını özleyip, üstüne atlıyor, kollarını birbirine sarıp, yeniden bir bütün haline gelmek arzusuyla kucaklaşıyor, birbirinden ayrı hiçbir şey yapmak istemeyerek, açlıktan ve işsizlikten ölüp gidiyorlarmış. Yarılardan biri ölünce, sağ kalan, bir başkasını arıyor, ona sarılıyormuş, rasgele sarıldığı bir insan bir erkek yarısı da olabiliyormuş, dişi yarısı da (ki bugün bir bütün olan bu dişi yarıya kadın diyoruz). Bu yüzden insan soyu azalıp gidiyormuş. Zeus, hallerine acımış, bir başka çare bulmuş, ayıp yerlerini önlerine getirmiş, çünkü arkada olunca, çiftleşerek değil, ağustosböcekleri gibi, toprağa yumurta döküp çoğalıyorlarmış. Ayıp yerleri öne alınınca, dişi-erkek birleşip çoğalmaya başlamışlar. Maksadı şu imiş: Çiftleşme erkekle kadın arasında olursa, insan soyunun çoğalmasını sağlamış olacak, yok eğer erkekle erkek arasında olursa, arzularına kanarak, başka işlere yönelecekler, yani hayatlarında başka amaçları olacak. Demek ki insanın kendi benzerine duyduğu sevgi, çok eski bir zamandan kalmadır, Sevgi, bizim ilk yapımızı yeniden kuruyor, iki varlığı bir tek varlık haline getiriyor, kısacası insanın yaradılışındaki bir derde deva oluyor.¶¶ Yunan mitolojisinden yola çıkarak iki cinsiyetin varlığı bu şekildedir ve küçük bir çocuğa babanın ne olduğunu sorduğumuzda annemin kocasıdır diyebilir. Erkek olanların baba olduklarını söyleyebilir. Bir insanı baba yapan özelliklerden bazılarını sayabilir. Çocuk babaya dair bildiği özellikleri sayabilir fakat babalık kavramının ne olduğunu bilemez. Felsefe günlük yaşamda izleri bulunan kavramların gerçeklerine ulaşmaya çalışır. Bu nedenle çok basit gibi görünen sorulardan yola çıkar. Örneğin “babalık nedir?” bu sorulardan biri olabilir. Babalık kavramının bilgisini ulaşabilirse o zaman babanın yaşam içindeki yeri, görevleri, sorumlulukları, hakları ortaya konabilir. Böylece toplumsal yaşam geliştirilebilir. Felsefe bu tür sorulardan doğar. Platon’un  Sokrates’in karşılıklı konuşmalarından birini eserleştirdiği Şölen adlı kitapta da böyle bir soruya yanıt bulunmaya çalışılmaktadır. Kitapta Agathon adlı tragedya yazarının kazandığı ödül üzerine verdiği bir Şölendeki konuşmalar yer almaktadır. Antik Yunanda Şölen belli kuralları ve ritüelleri olan bir toplumsal etkinliktir. Dönemin sanatçıları ve bilim insanları olan Agathon, Sokrates, Aristophanes, Phaidros, Pausanias, Eryksimakhos bir araya gelirler. Dost meclisi kurulur. Divanlara uzanılır. Konuşulacak konu aşktır. Aşka övgüler düzülecektir. Bu sırada aşkın ne olduğu da ortaya konmuş olacaktır. Konuşmacılar birer birer konuşurlar. Aşkın ne kadar tanrısal, ne kadar iyi, güzel ve vazgeçilmez olduğunu anlatırlar. Son olarak sıra Sokrates’e gelir. Sokrates aşk ile ilgili gerçekleri söylemenin onu övmek için yeterli olacağını sandığını oysa burada yapılanın güzel sözlerle aşkı şişirmek olduğunu, kendisinin böyle bir becerisi olmadığını söyleyerek söze girer. Gördüğümüz gibi Sokrates başlarken bile lafını esirgemez. Sevginin bir şeyin sevgisi olduğunu yani nesnesi olmayan sevgi olmayacağını söyleyerek açıklamalarına başlar. Şöyle der: ¶¶Sevgi bir şeyin sevgisi. Sevgi kendinde olmayanı arzular¶¶ (s. 40). İnsan kendisinde olmayanı ister demektedir. Elbette bu durumda iyi de ben zenginim ve yine de zenginlik istiyorum ben de var olanı da istemeye devam ediyorum itirazı gelir. Sokrates bu itiraza şöyle yanıt verir: ¶¶Be adam sen zenginliği, sağlığı, gücü, gelecek için istiyorsun, çünkü bugün için istesen de istemesen de bunlar sende var. Bende olanı arzu ediyorum dediğin zaman, acaba demek istediğin şu olmasın: Bugün elimde olanı yarın için de arzuluyorum ¶¶(s. 41).Buradan şu çıkarımı yapabiliriz, insan sevdiği birini de sevmek ister çünkü yaşadığı sevginin sürmesini ister. Sevginin ne olduğunu ortaya koymak için nereden kaynaklandığını bulmak gerekir. Sokrates kaynağın ölümsüzlük isteği olduğunu belirtir. Sevgi güzel ve iyidir. Sevgi güzeli ve iyi istemektir önermelerine karşı sevginin doğurma sevgisi olduğu savını öne sürer. ¶¶Neden doğurma sevgisidir, çünkü doğurma sonsuzluğa götürür, ölümlüyü ölümsüz eder. İyiyi isteyen ölümsüzlüğü istemek zorunda, çünkü sevginin iyiyi bir an için değil, her zaman için istemek olduğunda anlaşmıştık. Sevgi ister istemez ölümsüzlüğün sevgisidir ¶¶(s. 51) der Sokrates. Buradan şu çıkarıma ulaşabiliriz. İnsan kendinde olanı ortaya çıkarmak ister. Çünkü yaşamak budur. Yaşadığı sürece de kendinde olan sonsuza ne kadar ulaşabilirse o kadar çok yaşamış, o kadar kalıcılaşmış olur. İnsanın kendinde olana ulaşabilmesini kolaylaştırana dair kendisinde oluşan duygudur sevgi. Örneğin bir erkek bir kadına aşık olduğu ve onunla birleştiği zaman kendi erkekliği ortaya çıkmış olur. Bir çocuk sahibi olduklarında beden olarak çoğalmış olurlar, çocuklarını bir insan olarak yetiştirdiklerinde düşünce olarak çoğalmış olurlar. Kişinin kendisinde olan duyarlılık, sevecenlik, bilgelik gibi özellikler bu süreçte ortaya çıkar. Böylece kişi daha iyi, daha güzel yaşamış olur. Sokrates sevginin basamak basamak geliştiğini ifade eder. Tensel olandan, bilgelik sevgisine doğru uzun bir yol vardır. O yolu Sokrates şu şekilde tasvir eder: ¶¶Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin, bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bütün güzel bedenlere, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de sonunda bir tek bilgiye varacaksın: Bu bilgi de o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, asıl güzelin özünü tanımaktan başka bir şey değildir ¶¶(s. 56) İnsan en çok gerçeği sever çünkü gerçek insanı özgürleştirir ve sonsuzlaştırır. İnsan en çok gerçeği sever çünkü insan kendini ve yaşamayı sever, gerçek de insanın kendi olmasını sağlar. Bu nedenle neyi, ne kadar ve nasıl seveceğimiz de gelişim düzeyimize bağlıdır. Örneğin bir çocuk şekeri sever. Şeker çocukta var olan tat duyusunu ortaya çıkarır ve haz verir. Oysa gelişmiş bir insan kendini geliştirecek olanı sever. Çok zor da olsa bir sorunla uğraşmayı sever. Çünkü o güçlüğü aştığı zaman daha yenilmez olur. Bu nedenle çalışmayı sever.   Özetle kitap aşkın ne olduğundan bahsetmektedir. Kitapta Sokrates’in nasıl bir insan olduğuna dair de bilgi bulunmaktadır. Sokrates’in sevgi üstüne konuşmasının bitiminden sonra yakışıklığı, cesareti, cüretkarlığı, varlıklılığı ile çok çekici bir genç olan Alkibiades içkili bir şekilde ortama dahil olur. Kendisi Sokrates’e tutkundur (Antik Yunanda aşk genelde iki erkek arasında yaşanan bir duygu olarak kabul ediliyor) çünkü yukarıda saydığım bütün özellikleri Sokrates’e işlememiştir. Alkibiades sevgi üzerine konuşuluyorsa sevgiyi değil sevdiği olan Sokrates’i övmek ister. Onun ağzından Sokrates’in ne kadar erdemli, kararlı, gösterişe ve görüntüdeki zenginliğe değer vermeyen birisi olduğunu öğreniriz. Örneğin, Alkibiades Sokrates için şöyle der: ¶¶İstediğiniz kadar zengin olun, herkeslerin arayıp da bulamadığı şanlara, şereflere konun, bütün bunlar onun gözünde hiçtir, bizler birer hiçiz. Evet, evet size söylüyorum. Böyleyken, bütün ömrünü bir çocuk bilmezliğiyle şununla bununla şakalaşarak geçirir. Ama bir ciddileşip de Silen’in içi açıldı mı, ne Tanrı yüzleri çıkar ortaya! ¶¶(s. 63) Alkibiades doğal bilincin akla nasıl hayran olduğunu fakat kendisini korumak için ondan kaçtığını da ortaya koyar. Bu da ilginç bir durumdur. Kendisi Sokrates’e hayrandır, tutkundur fakat bir yandan da ondan kaçar çünkü Sokrates yaşamını zorluklarla boğuşmaya adamıştır. Sokrates’e şöyle seslenmektedir: ¶¶Şimdi yine seni dinleyecek olsam, dayanamam sözlerine, aynı duygulara kapılırım. İster istemez kabul ettiriyor ki bana, benim bunca eksiğim varken, kendimi bırakıp, Atina’nın işleriyle uğraşıyorum. Onun için tıkıyorum kulaklarımı sözlerine, Seirenlerden kendimi korur gibi, bucak bucak kaçıyorum, şuracıkta, bu adamın ayakucunda ömür boyu oturup kalmayayım diye¶¶ (s. 63). Çok güzel, akıcı ve kısa bir kitap sadece 80 sayfa. Umarım okuma yazma bilen herkes okur. :))
Şölen
ŞölenPlaton (Eflatun) · Karbon Kitaplar · 20204,059 okunma
··
1.397 görüntüleme
Ceren okurunun profil resmi
Elinize, emeğinize sağlık, çok güzel bir inceleme olmuş. Elimdeki kitapları bırakıp, siz ne okusanız onu okuyasım geliyor, alıntılarınız ve incelemeleriniz sayesinde, kendimi zor frenliyorum 😄
Ayfer okurunun profil resmi
Ya, çok teşekkür ederim. Elimden geldiğince farklı ilgi çekici kitaplar okuyup okurlara aktarmak istiyorum. Ben de başka okurların okudukları açısından aynı düşüncelere sahibim. Bol okumalarımız olsun. 🤭💜🍀
1 sonraki yanıtı göster
yusuf okurunun profil resmi
bence kitap daha özetli bu incelemeden:d emeğiniz için teşekkürler.
Ayfer okurunun profil resmi
Yorumunuz için ben teşekkür ederim. 🤗🍀
Murat okurunun profil resmi
özet biraz daha kısa olabilir ama güzel genede :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.