FULARLARINDAN ASALIM HEPSİNİ!!! (SPOILER VERMEDEN OLMAZ)
Kelime dağarcığınızı ne düzeyde görüyorsunuz? Bulunduğunuz ortamlarda hiç, topluluğun geri kalanına yabancı bir kelime kullandığınız için rencide edildiğiniz oldu mu? "Entel" kelimesini bir çeşit övgü olarak mı kabul ediyorsunuz yoksa alt metninde, size böyle hitap edenin sizinle dalga geçme çabası olduğunu mu düşünüyorsunuz? Gününüzü sadece, atıyorum ortalama on cümleyle idare edebileceğinizi ve hiçbir zorluk çekmeyeceğinizi düşünüyor musunuz? Papi Chulo eğlenceli şarkıydı değil mi? Hepinizi çocukluğunuza götürdüm kabul edin :P
Giacomo Papi, dil temelli bir distopya oluşturmuş. Elbette ki baskıcı rejim etkilerine dair başkaca örnekler de mevcut ama temel konu dil. Giovanni Prospero, halka hitap edilen bir programda halkın anlamayacağı (!?) dilden konuşunca, etkisi, dili oyun hamuru cıvıklığına çevirmeye kadar varan bir soytarılığın fitilini ateşliyor. Bunun bedelini de canıyla ödüyor. Burada İtalya örneği işleniyor olsa da, örgütlü cehaletin ve de linç kültürünün her nerede olursa olsun ne denli yıkıcı olabileceğini görüyoruz. Burada bir küçük "distopyametre" sembolizmine gidecek olsak, bu ölüm ve sonrasında gelen ölümler, özellikle de son eylem ve eylemcilerin Mutlu Cahiller Tugayı gibi çarpıcı bir isimle kimlik kazanması, distopyametremizin ibresini yukarılara çıkarmıştı. Sonrasında birden, Piergiorgio Pin cinayetiyle gündeme gelen tedbirlerin hayata geçirilmesi ve dilde yapılan "karşı devrim"le birlikte sanki ortalık sütliman bir hal aldı, ses seda kesildi (Mutlu Cahiller Tugayı hadisesini es geçerek söylüyorum) ve distopyametremizin ibresi de aşağılara doğru yol aldı. En azından bende durum böyle oldu.
Madem ki rejim, halkı "entelektüeller ve cahiller" olmak üzere iki kutba ayırdı bu sahnede, biz de her birini ayrı ayrı ele alalım. Entelektüellerden başlayacak olursak (çoğunluğa öncelik vermediğim için üzgünüm), burada da "halka inemeyen aydın" örneğinin net bir tezahürü mevcut. Hatta ve hatta, kafalar ayrımcılıkla pırıl pırıl. Kendilerine yapılan haksızlığı protesto etmeye kalktıklarında dahi, bir başka kesimi aşağılama hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. Hal böyle olunca da rejimin, bu iki kesimden birini diğerine düşman etmek için fazla çaba sarf etmesine gerek kalmıyor. Aydın, seni de aydınlatamadıktan sonra, kendine aydın... Bu konuda en bariz özeleştiriyi ise, müteveffa Prospero, vasiyetinde dile getirmiş. Kibir ve tembellikle insanları dinlemek yerine birbirlerini dinlemeyi tercih ettiklerini, öldükten sonra da olsa söyleyebiliyor. Burada şu var. Deniz süngerine benzettiği halkın her türlü bilgiye erişiminin mümkün olduğundan bahsederek, suçun bir kısmını üzerlerinden atmaya çabalıyor Prospero fakat her türlü bilgiye (!?) erişimin mümkün olduğu bir ortamdaki karmaşayı çözmekte, halka rehber olacak kişiler de kendileri olmalıydı. Fakat onlar halktan uzak durup, onlara tepeden bakmayı tercih etmiş olsa gerek. Finalde hayvanat bahçesi konseptinde sergilenmeleri ise, çarpıcılığının yanında, bence ufak da bir mesaj içermekteydi: Eğer halkın bilgilenmesine faydanız dokunmuyorsa, bari halkın eğlencesine faydanız dokunsun. Kabuklu yemiş atmayın lütfen!
Gelelim çoğunluğa... Cahillere... Ben demiyorum cahil diye, ezikleme veya tepeden bakma gayesinde olduğum düşünülmesin. Onlara hitap eden dilin oluşumunda görevli bakanlığın adı bile "Cehalet Bakanlığı". Çalışanları halktan insanlar. Tabii, halka hitap eden bir dil oluşturmak istiyorsak onu kimle kurmak gerekir? Halkla! Fakat üç beş çapulcuya keyfiyet verip dili dizayn etmelerine ses çıkarılmazsa sonuç ne olur? Sayfa 129 ile 131 arasındaki kelimelerden mahrum kalırsınız. Yorum okuyucunun... Kullanımı yasaklanan kelimelerin yanında bir takım gramer düzenlemeleri de getiriliyor dile. Bağlaçlar kışkışlanıyor, noktalama işaretlerinin yerlerini emoticon'lar alıyor. Zaten günümüz dili de, kurgudan bağımsız olarak bu tip bir erozyona uğramış değil mi? Artık kendimizi bu şekilde ifade etmekte bir beis görmemekteyiz. Bunun yanında gelen, eski eserlerden bu "yasaklı kelimeleri temizleme etkinliği", güzelim eserlerin ruhunu da içlerinden çekip alıyor. Yazık ki ne yazık...
Kutuplaşmaların yanında bir de evvelden beri ayrımcılık yapılanlar var ki, onlar da bilginin hor görüldüğü ortamda tahta oturan eğlence kültürünün mezesi haline geliyorlar. Al bir bilet, gir bir çingene kampına, plastik mermilerle sağa sola ateş ederek stresini at, doyasıya eğlen! Burada şundan da bahsetmek gerek ki, böylesi aşağılayıcı bir eylemden çingeneler de kendi paylarını alıyorlar, çark dönüyor anlayacağınız. Bu arada, yukarıda değinmedik ama yeri gelmişken söyleyelim. Entelektüeller de kendi "freak show"larından paylarını alıyorlar, bu sayede de devletin, kendilerine sağladığı korumanın masrafını çıkarabiliyorlar. Öte yandan çok fakirler görünür şekilde sergilenerek, daha az fakirlere "şükür" ortamı sunuluyor. Bugün de acımızdan ölmedik evelallah...
Prospero'nun vefatından sonra ortaya çıkan ve kurgunun sonuna dek bize eşlik eden Olivia'dan bahsetmek istemedim. Belki de yukarda bahsettiğim, distopyametremizin ibresini aşağı çeken detaylardan biri de oydu. Yok fuckbuddy'm babamın ölüsüne niye gelmedi, yok babamın izinden gidebilmek adına en kolay yol olarak "dedelerimin mezar taşlarını okumayı" seçtim, bu en kolay olanıydı, sonra tabii ondan da sıkılıp pasta yapmayı tercih ettim vs vs... Hezeyanlarla dolu geldi bana doğrusu. Kurguda bunun dışında adlandıramadığım bir takım tatsız tuzsuzluklar daha vardı bu da beni kimi zaman distopya atmosferinden uzaklaştırdı işin özü bu. Yalnız hakkını yememek lazım, bir distopyada görülmeyecek şekilde, bir liderin istifasına şahit oldum, dumura uğradım doğrusu. Böylesi bir şeyi beklemiyordum elbette ki.
Yazarın İtalya ve İtalyan kültürüne dair detaylarla kurgusunu süslemesi hoşuma gitti. İyi kötü değerlerine sahip çıkan bir yazar izlenimi uyandırdı bende. Takdir ettim. Öyle ya da böyle ülkenizde geçen bir kitap kurgulamak, size ülkenizin değerlerini de sunma imkanını sağlar. Yazar da bundan, kısa bir kitap boyunca iyi faydalanmış diyebilirim kendi adıma.
İncelemem boyunca birçok alengirli kelime kullanmış olmam (ki bu da buna dahil), beni de MEUN denetimine tabi tutar mı bilinmez, ama MEUN detayıyla kitapta yapılan düzeltmeler fikri çok iyiydi. Hatta MEUN'un, Baş Editörle atışmalarına yer yer güldüm. Helal sana Ugo Nucci, sen de içten içe bilgiye meraklısın, bu oluşumda yerin yoktu zaten ;)
Sekiz binden fazla kitapla gerçekleştirilen final eylemi her ne kadar, güvenlik zaafiyetinden doğan sansasyonel bir eylem olsa da ve başarıyla gerçekleştirilmiş olsa da, etkilerinden bihaber olacağız elbette. Bunun yanında distopyaların şahlarından olan Fahrenheit 451'e çakılan selamı da almadım sanma sevgili yazarcığım. Her insan bir kelime...