Gönderi

208 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 7 days
“Hint mitolojisinde kadının yaratılışı şöyle anlatılır: Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını sevsin diye erkeğe armağan etti.” Toplumsal bilinç erkeği yalın ve kabul edilebilir çizgilerle tanımlarken, herhangi bir bedende eril ya da dişi yeni bedenler üretip, sosyal yaşamın işleyişinde pay sahibi olan ve dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan kadını neden olumsuz öğelerin ağır bastığı karmaşık bir yapıda algılama yönündedir? Özellikle kadınların çok kompleks ve “erkeklerden ne istediğini” bilmediği çoğu zaman da çok şey istediklerine medyada ve söylemlerde çok fazla şahitlik etmişizdir. Evrensel bir nitelik taşıdığı açık olan bu eğilimin, insanın en eski çağlara kadar uzanan büyük geçmişi içinde hep var olmuş mudur? Yoksa toplumların genel gelişim çizgisinin belirli bir aşamasında mı ortaya çıkan nesnel olguların bir yansıması mıdır? Pervin Erbil kitabında bu sorularını yanıtlamaktadır. Ona göre kadın varlığının algılanış biçimi ve onun toplumsal biçimde edinmiş olduğu olumsuz konum, öteden beri var olan bir durumu anlatmıyor. Tam tersine insanlığın genel gelişim çizgisi içinde oluşan değişme ve gelişmeleri yansıtıyor. Bu düşünce dahilinde Geç Neolitiğe kadar anaerkil bir sistemin var olduğundan bahseder Erbil. İlk çağlardaki kadının yenilgisini ince ince didikler. Ne zaman ve nasıl ataerkil sisteme boğun eğmiş olduğumuzu gözler önüne serer. Ayrıca ataerkil sistemin kendini meşru kılıp hükmünü sürdürebilmek için hangi yollara nasıl başvurduğunu acı bir şekilde anlatır. Özellikle yazın alanına yansıtılmış olan kadın figürleri, dinlere, mitolojilere yansıtılan kadın figürleri aslında her biri kadının yenilgisini meşru kılmak için atılan adımlardan biriymiş… tabii kadının yenilgisini kabul ettik peki bu tarihte hiç mi göğsümüzü gerek gerek kendilerinden bahsedeceğimiz kişilikler yok, elbette var ama çok sınırlı en azından Erbil birkaç örnek teşkil eden kadınlara da yer vermiş kitabında. Kadın-erkek arası eşitsizliğin asıl etkeninin cinsellik olduğunu düşünüyorum ve bu kitapla bir kez daha onaylamış bulunuyorum. Çünkü erkek kadını aşağılarken hep cinselliğini ön plana getirmiş. Hypatia’yı bilir misiniz? Hani Agora filminin işlediği mükemmel kadın figürü. İskenderiye’li filozof, matematikçi ve gökbilimci. Kendisini dönemin önde gelenleri Hypatia’nın kadın olduğu için ve bir anlamda kendi uydurma laflarıyla hakim olan dine karşı bir görüşe sahip olduğu düşüncesiyle kendisini zapt etmeyi hak olarak görmüşlerdir. Hypatia bir gün olağan gezisinden dönerken arabası yolda durdurulur, arabadan indirilir ve Kilise’ye götürülür. Burada önce elbisesi çıkarılarak çırılçıplak soyulur. Sonra “kırık çömlek parçalarıyla” vücudu paramparça edilir. Bu da yetmez, cedesi şehrin dışına çıkarılarak yakılır. Hypatia neden ölümünden önce çırılçıplak soyulmuştur? Öldürüldüğünde Hypatia’nın 415 yılında öldüğünde yaşının 60’lara vardığı görülür. Dolayısıyla “korkunç ölümü sırasında Afrodit’e layık bedeniyle katillerin sadizmini kamçılayan bir genç kız” olmadığını Maria Dzıelska söylüyor. O halde saldırganların hedefi onun cazibesini yitirmiş cinselliği değildir. Peki nedir? Cazibesini yitirse de o hala bir kadın bedenidir ve bu beden, erkek egemen değerlerin kadın için uygun görmediği bilimin, ahlakın, erdemin, felsefenin ve cesaretin tümünü birden üzerinde taşımış bir abidedir. Dolayısıyla sahip olduğu tüm erdemlerinden sıyrılması gerekir. Çırılçıplak bırakılışı çok anlamlıdır ve şu mesajı vermektedir; İşte memelerin, işte kalçaların ve cinsel organın. Sen yalnızca bir kadınsın, yalnızca dişi bir şeytan. Al bakalım! Sonunda Hypatia’yı yok ettiler. Böylece başka Hypatia’ların doğuşunu yüzyıllarca ertelediler, ancak yenileri er geç gelecekti. Ayrıca şunu söylemeliyim ki kadın erkek arasında bir eşitliğin olabileceğini sanmıyorum, fakat sunulan belli haklar ve köklü bir eğitimle beraber en azından biz aciz insanların kendi kafasında kurgulamış olduğu eşitlik anlayışıyla beraber biz “öteki” güruhlar olarak insanca yaşama şartlarının belli bir düzeye en azından erkekler kadar oluşturulabileceğini düşünüyorum. Feminist olmama sebebim de zaten buradan kaynaklanıyor; “eşitlik”ten bahsediyoruz ama kimin eşitliği, Ahmet ve Mehmet ya da Ayşe her kafa ayrı bir anlam atfediyor eşitlik kavramına. Böyle bir durumda hepimizin mutluluğunu sağlayabilmek imkansız. Her neyse postmodernizm-modernizm tartışmalarına girmeme lüzum yok fakat şunu söylemeliyim ki Feminizm hareketi biz insanların ortaya atmış olduğu en makul kuramlardan birisi bence. Erbil’in kitabında Feminizm’e dair hiçbir şeyden bahsetmemesine rağmen bunun ne kadar gerekli ve ehemmiyetli olduğunu anladım. Dili ve üslubu hiç yorucu değildi, kitap akıp gidiyor arkadaşlar, zaten öteki* kesimdenseniz kesin ilginizi çekiyor. Kesinlikle ama kesinlikle her kesimden insanın, hem geçmişini hem bugününü hem de geleceğini anlamlandırması ve yeniden şekillendirmesi bakımından okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kibele'den Pandora'ya
Kibele'den Pandora'yaPervin Erbil · Arkadaş Yayınları · 2015195 okunma
·
384 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.