Gönderi

176 syf.
7/10 puan verdi
Kayıp Medeniyet
(Manas'tan sonra en uzun destanlardan birine dönüşen ve İspanya'da Müslüman tarihi ve Endülüs'ü ele alan biraz katı akademik bir tahlil...) Ah Endülüs, İhsan Süreyya Sırma’nın Endülüs Tarihi ve Gezi Notları olmak üzere iki bölümden oluşan ve İspanya Müslümanlarının Orta Çağ’daki durumlarını ele alan ansiklopedik bir seyahatname niteliğindeki eseridir. Kitap, ilk bölümünde kayıp bir medeniyete, Endülüs’ün kadim tarihine ışık tutarken, ikinci bölümde aynı minval üzere okuyucuya yazarın gezi notlarından oluşan pasajlar sunmaktadır. Ayrıca kitap, yazarın bizzat kendi kadrajından fotoğraflarla yazılarını renklendirmesi açısından mini bir albüm özelliği de taşımaktadır. Yitik Cennet*(1) Şehirler, beldeler ve coğrafyalar sadece üzerinde gezindiğimiz kara parçasından, taştan, kumdan, topraktan ibaret olan mekânlar değillerdir. Mekânın da insan gibi, zaman gibi bir kimliği, bir ruhu vardır. Coğrafyalar, mazinin izlerini haznesinde tutan bir sandık, hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyduğumuz hüznü ve yeniye karşı beslediğimiz iştiyakı iç içe barındıran bir zıtlar mecmuasıdır. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek mümkündür. Zira şehirlerin de ruhu vardır; İstanbul, Kudüs, Mekke ve Kurtuba gibi... Ah Endülüs kitabı da canlı bir seyir defteri gibi oluşuyla okuyucusuna şehirlerin ruhunu sunan ve okuyucuyu tarihi bir yolculuğa çıkaran bir eserdir. Okuyucu bu yolculukta, kadim mirasın, uygarlığın izlerinin peşine düşmekte, emareleri kazınmaya çalışılsa dâhi hâlâ mevcut, ruhu hâlâ kavi bir medeniyeti, Endülüs İslam Medeniyetini tanıma fırsatı bulmaktadır. Yazar eserinde zihinlerde kaybolan bu yitik uygarlığı tanıtmaya gayret etmiştir. Ona göre bu medeniyetin kaybına Müslümanların yaşadığı iç çekişmeler yol açmıştır ve bu hâlâ devam etmekte olan bir durumdur. *(2) Bununla birlikte yazar, kayıp medeniyetin ancak bir olunduğunda dirileceğini söylemektedir. *(3) Yazara göre Endülüs, şimdilerde yitik sayılsa ve Batı tarafından göz ardı edilse de bir zamanlar var olan ve özellikle bilim ve sanat alanında şimdinin kemiğini oluşturan kök bir medeniyettir. Bu durumu Sezai Karakoç da şöyle ifade etmektedir: “Rönesans sonrası Avrupa, gerçek bir hümanizmden yoksun olarak, kendisine her müspet alanda öğretmenlik yapmış olan İslam Medeniyetini bütün gücüyle inkâra, yıkmaya, yok etmeye çalışmıştır. Dünya tarihinin bir eşini daha kaydetmediği bir medeniyet olan Endülüs Medeniyetinin katili bizzat Avrupa değil midir? Kendi hocasına saygı borcunu unutan, çömezinden sevgi beklememelidir.”*(4) Endülüs’te Tarihsel Periyot ve Kültür Ah Endülüs, sayısız kaynaktan faydalanılarak okuyucuya Endülüs tarihini tarafsız bir şekilde sunma gayesiyle hazırlanan bir eserdir. Eserde Endülüs’ün İslam ile yönetildiği döneme odaklanılmıştır. Sırma, tüm Müslüman kaynaklarında zikredildiği gibi bu toprakların Emeviler döneminde Halife Velid bin Abdülmelik’in Kuzey Afrika’ya vali olarak tayin ettiği Musa bin Nusayr’ın gayretiyle fethedildiğini söylemektedir.*(5) Yazara göre bu fetih bir Arap fethi değil İslam fethidir. Ona göre bu fethi yalnız Arap Müslümanlarına mâl etmek, maalesef Müslümanların içine bir ur gibi yerleşmiş olan milliyetçilikten başka bir şey değildir. Dolayısıyla yazar bu medeniyetin belli bir zümrenin tekelinde değil ortak bir İslam çatısı dahilinde olduğunu söylemektedir. Kitapta bu fetih olayıyla başlayan kısa Endülüs tarihi, sekiz yüz yıllık bir dönemin mühim başlıklarla öz bir şekilde zikredilmesiyle devam etmekte ve 1492’de Gırnata’nın düşüşüyle sona ermektedir. İlerleyen bölümlerde zikredildiği üzere, Avrupa henüz Rönesans’ın eşiğinden geçmemişken o dönemde Endülüs’te bilime yön veren bir merkez ve toplumun refah içinde hayatını sürdürdüğü sosyo-kültürel bir ortam meydana gelmiştir. Yine bu dönemde Endülüs’ün kalbi Kurtuba şehri, Bağdat ve Kahire’den sonra dünyanın üçüncü önemli bilim merkezi olmuştur. Günümüz Avrupa bilim ve sanatının temelleri Endülüs’te atılmıştır. Aslında modern dünyanın birçok kabulünün, teoriğinin temeli Endülüs’e dayanmaktadır. Sırma, bu dönemde, Avrupa’nın genelinde sadece liderler ve papazlar okuma yazma bilirken Endülüs’te halkın neredeyse tamamının okuryazar olduğunu söylemektedir. Yine Paris’te lambanın olmadığı dönemde, burada, Kurtuba’da her sokağın kandillerle aydınlatıldığını ifade etmekte ve bu gelişmenin dil, dın, ırk gözetmemek sayesinde meydana geldiğini söylemektedir. Ona göre ilerleme ancak buradaki Müslümanların kendi aralarında birleşmeleriyle gerçekleşmektedir. Ve yine ileri medeniyetler ancak İslam çatısı altında parlamaktadırlar. Yazar “Batı’da Endülüs Devleti ve Kurtuba’nın, Doğu’da Emevi devletiyle Bağdat’ın ve ortada Osmanlı Devleti ve İstanbul’un İslam Medeniyetinin üç incisi olduğunu ve ayrı düşünülemeyeceğini” söylemektedir. Yazara göre bu medeniyetler adeta birbirlerinin yansımasıdır. O dönemde Katolikliğin betonunda kalıplaşan Avrupa’nın katı zihniyeti ve özellikle İspanya’nın üst tebaası herkes için aynı ve sabit bir düşünceyi kabul ettirme gayreti ve farklı olanı dışlayan bir milliyetçilik hırkası içerisindeyken Endülüs’te özgür, çeşitli ve modern dünyanın kavramakta zorlandığı, hoşgörünün hâkim olduğu bir toplum düzeni kuruludur. Endülüs, ötekiyi ötelememekte, farklılıkları zenginlik olarak görmektedir. Burada tüm halklar bir arada yaşamakta ve kültürel anlamda çoğunlukçu değil çoğulcu bir toplum portresi çizilmektedir. Yazarın da dediği gibi, İspanya’nın Müslümanlar tarafından fetihleri, sadece askerî ve siyasi açıdan olmamış; belki en büyük fetihleri, insanî açıdan olmuştur. Bu ortamın tolerans ve refah düzeyinin belki de en belirgin örneği, Yahudilerdir. Her yerden dışlanan, bünyesinde bulunduğu her yönetimin altında “öteki” olan Yahudiler, Emevi devletinden önce Katolik Hristiyan baskısı altındayken, Emevi devletinden sonra altın çağlarını yaşamışlardır. Öyle ki Endülüs egemenliği altında yaşayan Sefarad Yahudilerinin buradaki yaşantıları tarihsel dönem içinde kayıtlara “Golden Age of Jews” (6) yani Yahudi kültürünün altın çağı başlığıyla geçmiştir. Endülüs’ün birçok kültürden meydana gelen zengin medeniyeti ile ilgili İlber Ortaylı şunları söylemektedir: “İspanya'da devlet adamları her dindendi. Orta çağ Yahudi kültürünün en önemli eserlerini veren İbni Meymun (Maimonides) burada yetişmiştir. Sinagoglar Orta çağ Yahudi mimarisinin harika örnekleriyle doludur. İspanya büyük tabip İbn-i Sina, tasavvufun büyük müridi İbn-i Arabî gibi büyük adamların yurdudur. Sosyologların parlak hocası İbn-i Haldun'un bile kökleri buradadır.”*(7) Endülüs ve Mimari Sırma, adeta tarih kitabı şeklinde ilerleyen ilk bölümü, sosyoloji, toplum psikolojisi gibi kavramlarla zenginleştirmekte, akabinde de kitabında dönemin sanatsal öğelerine ve mimarisine yer vermektedir. Ona göre Endülüs’te mimari, eşi benzeri olmayan bir alandır. Çünkü buradaki toplum, içerdiği melezlik ve Doğu- Batı sentezi sayesinde benzersizdir. Dolayısıyla bu durum, ortaya çıkan sanat ve zanaat ürünlerini de eşsiz kılmaktadır. Yazara göre Avrupa’nın Karanlık Çağı’nın ışık kaynağı olan ideoloji pınarı, Endülüs’ten doğan sanat, bilim, mimari, hikmet, felsefe ve tıp gibi ilimlerle var olmuştur. Endülüs gerek normatif ve pozitif gerek sosyal ve metafizik tüm öğreti alanlarında, tüm zanaat ve sanat dallarında öncü haline gelen bir üst-sistemdir. Haddizatında, Endülüs denildiğinde akla gelen branşlardan en mühimi mimaridir. Endülüs, mimariyle bütünleşen, batılıların adlandırılmasıyla “mudahhar ”*(8) sanat akımının doğduğu yerdir. Ne kadar izleri kazınmaya ve süpürülmeye çalışılmış olsa da hâlâ Endülüs’te İslam’ın zirvede olduğu bu dönemlerden kalan mimari eserlere rastlamak mümkündür. Yazar, kitabının son bölümünü çeşitli tarihlerde yaptığı Endülüs gezilerine ayırmış ve bu mimari eserlere ziyadesiyle yer vermiştir. Bu seyahatname mahiyetindeki son bölüm, resimler sayesinde zaten Endülüs’teymiş gibi hisseden okuyucuya bazı bilgilendirmelerle daha fazlasını sunmaktadır. Müellif, burada mimariye çok özen gösterildiğini ve bu hususun çok önemsendiğini de söylemektedir. Esasında, tüm İslam medeniyetlerinde mimari, önemsenen ve geniş bir alan kaplayan bir husus olmuştur. Bunun sebebi İslami şuura sahip sanatkârların iz bırakma arzusuyla birlikte estetiğin, güzel olanın ardından gitme gayesidir. “Allah güzeldir, güzeli yaratandır. O halde biz de güzel şeyler yapmalı, ardımızda güzel şeyler bırakmalıyız” düsturuyla ilerleyen sanatçıların eserlerinde sanat ve estetik, dini bir ilkeden hareket ederek ve ilhamını tevhid ilkesinden alarak varlığını yaratıcı karşısındaki kulluğunda anlamlandıran bir dünya tasavvuruyla adeta ölümsüzleşmektedir. Yazara göre bunun Endülüs’teki en güzel ve en ihtişamlı örneği, adını taşlarının kızıl renginden alan El-Hamra sarayıdır. 1232 yılında Beni Ahmer sultanlarınca inşaatına başlanan bu yapı, İslam sanatının abidevi eserlerinden biridir. İslam’da birçok mimari tekniğin dayanağını tasavvuftan aldığı gerçeği bu sarayda her köşede, her kemer ve sütunda, her işlemede görülmektedir. Sarayın avlusundaki yeşil bahçeler, suyu binanın, görüntünün merkezine alan ve mühendislik harikası olan havuzlar bütüncül evren anlayışının mekândaki yansımasıdır. Kemerlere işlenen “la galibe illallah” ayetleri de gerçek saltanatın sahibine işaret eden bir ok, bir hatırlatıcıdır. Bu mimari yapı, İslam-Dünya görüşünün mekân ölçeğinde hemen tüm boyutlarının sergilendiği bir muhteşem eser, tarihi bir tanık, zamana vurulan Allah’tan başka mutlak galip yoktur mührüdür. Yazarın da benzer görüşlerle desteklediği gibi, bizim izine düştüğümüz medeniyetin asıl parçaları bu mimari eserler, asıl peyzajlarımız da kültürümüzden miras kalan bu köşelerdir. Ne var ki, bu eserlerin çoğu Müslümanların İspanya’dan çıkarılmasıyla, Katolik kilisesinin başlattığı saf halk ve toplum kampanyalarına dayanılarak yıkılmış ya da minareler çan kulelerine, camiler de kiliselere çevrilmiştir. İçine bir kilise inşa edilip, çeşitli müdahalelerle yapısı bozulan ve karanlıkta bırakılan Kurtuba Camii bunun en hüzünlü örneklerindendir. Ahmet Hamdi Tanpınar da bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Bir katedralin heykel kalabalığını mimari tesir ile karıştıranlar, istedikleri kadar başka sanatları övsünler, benim hayranlığım çıplak bir insan vücudu gibi yalnız kendisi olmakla kalan abidelerin yapıcılarına, ruhlarındaki ilahi nispet sezişiyle duayı zekânın bir tebessümü haline getiren, duygusuz maddeyi güneşin adına söylenmiş bir kaside yapan mimarlarımıza, o derviş feragatli ustalara gider.” *(9) Sonuç Yazar ilk bölümünde Endülüs tarihinden bahsettiği kitabının son bölümünü kendi anılarına, izlenimlerine ve değerlendirmelerine ayırmıştır. Bu değerlendirmeler içeren netice kısmında yıkılışın tarihi ve sosyolojik nedenlerini açıklamakta ve görüşleriyle olaylar üzerinden şimdiye dönük bir rapor çıkarmaktadır. Bu yıkımın mesulünün iç çatışmalar olduğunu yinelemekte ve eklemektedir: “Hey gidi dünya ve hey tarih! Bu insanlar her ikinizle de ne kadar çok oynadılar.”*(10) Sonuç olarak, bizi unuttuğumuz geçmişte tarihi bir yolculuğa çıkaran bu kitap, okuyucuyu Endülüs üzerinden birçok mühim kavrama götürmektedir. İnsanların yeniden medeniyet kurma çabasını gereksiz bulmaktadır, zirâ bizim medeniyetimiz zaten vardır. Asıl olan bu medeniyeti diriltmektir. Kitapta konunun işlenişi gayet sistematik ilerlemiş, eklenen dizinler ve dipnotlar kitabı akademik bir araştırma seviyesine çıkarmıştır. Kitabı albümleştiren fotoğraflar okuyucuya Endülüs sokaklarını sunarken, aynı zamanda da kitabın akıcılığını arttırmakta ve konuların ağırlığını dindiren bir tampon oluşturmaktadır. Bazı cümlelerin çok sık tekrarlanması ya da kitaptaki öznel unsurların yoğunluğu negatif unsurlar olarak değerlendirilebilir. Ancak neticede bu kitap, Avrupa İslam tarihiyle ilgili olarak zikredilebilecek mahiyette başarılı bir çalışmadır. * Dipnotlar * (1) - Bu başlık Sezai Karakoç'un aynı isimli eserinden esinlenerek oluşturulmuştur. (Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, 1976) (2) - İhsan Süreyya Sırma, Ah Endülüs, Beyan Yayınları, 2020, s. 106 (3) - Sırma, a.g.e., s. 161 (4) - Sezai Karakoç, İslam’ın Dirilişi, Diriliş Yayınları, 1978, s. 10 (5) - İhsan Süreyya Sırma, Ah Endülüs, Beyan Yayınları, 2020, s. 21 (6) - en.wikipedia.org/wiki/Golden_age... (7) - İlber Ortaylı, İlber Ortaylı Seyahatnamesi, Kronik Kitap Yayınları, 2017, s.201 (8) - Mudahhar kelimesi Arapça’da iddihar olunmuş, yığılmış anlamına gelmektedir. (9) - Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Dergâh Yayınları, 1946, s. 134 (10) - İhsan Süreyya Sırma, Ah Endülüs, Beyan Yayınları, 2020, s. 205 Kaynaklar When the Moors Ruled in Europe - Bettany Hughes The Rise and Fall of Islamic Spain - A PBS Documentary islamansiklopedisi.org.tr/endulus en.wikipedia.org/wiki/Al-Andalus Ziya Paşa - Endülüs Tarihi
Ah Endülüs
Ah Endülüsİhsan Süreyya Sırma · Beyan Yayınları · 2020317 okunma
·
609 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.