Mesele "Hikaye"Hepimiz kölesiyiz vazgeçemediğimiz şeylerin. Bir dağ köyünde evinden kaçırılan kız nasıl yokluktan bunalıp vazgeçiyorsa özgürlüğünden, bizler de farklı gerekçelerle razı oluyoruz bu esarete. Modern zamanlarda adı koyulmuyor sadece bağımlılıklarımızın. Kendimiz tercih ettiğimizi sandığımız sürece bu rahatsız etmiyor bizi. Süha Baytekin, ”Köleleşme ve köleleştirme sona ermedi ne yazık ki. Köleleştirenler ve bazen bilerek bazen bilmeyerek köleleşenler de,” diyerek kölelik kavramını günümüze taşıyor bu eserinde. Geçmişteki kölelik kavramını tarihçilere bırakarak, günümüzde tüketimle, tavizlerle, vazgeçilmez saydığımız eşyalarla modern bir kölelik için kapılar açıyor bize. Bir farkla ki, ipi boynumuza geçirme rızasıyla ve kurtulma kaygısı taşımadan.
İki Çerkez kadının biri kaçırılma, diğeri saraya verilmesi ile kesişen hikâyesi bizi kölelik, harem ve o döneme ait değer yargıları etrafında uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Bir tarafta Ruslara karşı verilen var olma mücadelesi sürerken diğer tarafta kah kaçırılan, kah kendi rızasıyla geleceği kurtulsun ümidiyle saraylara ve köşklere uzanan bir kader çizgisi. İnsanın insan olma fıtratının zorlandığı bu dönemde, geçmişi bir yük gibi üzerinde taşıdığı halde, bazen dönmek için her şeyi göze alırken bazen de kadere razı olup hayata tutunmaya çalışan kadınların öyküsü bu. Ruhsar hanım, Dışehan hanım veya onun yarısı Dışe. İsimlerin bir önemi yok aslında çünkü satıldığında adı da değişiyor insanın. Bazen tamamının bazen de yarısının.
Şimdi bu eseri farklı açılardan değerlendirmeye çalışalım elimizden geldiğince.
Roman Dili ve Tekniği Açısından;
Dili akıcı, günümüz dili ve dönem dili açısından uyumlu, kelime ve isim seçimleri yerinde kullanılmış olan bu eser hakkında söylemek istediğimiz en olumlu yönünün hikâyedeki sıcak anlatım ve zihinlerde yer edecek kadar kuvvetli bir arka planı olduğudur. Yine devrik cümle kullanımlarının yerinde ve dozunda kullanılmış olması ve yüklemsiz eksik cümle tercihleri akıcı anlatım açısından olumlu değerlendirilebilir. Bununla birlikte eserde asıl vurgulamak istediğimiz noktanın romancılık başarısında olduğunu belirtmemiz gerekir. Stephen King, Yazma Sanatı adlı eserinde, “mesele hikâye, mesele her zaman hikâye” (King, 2020, s. 158) der. Bir eser okunduğunda, Sait Faik’in ifadesiyle ‘kari okur’ kategorisinin dışında kalan, yazma ile meşguliyeti olmayan her okur için zihinlerde kuvvetli iz bırakacak olan konu hikâyede ne anlatılmış olduğudur. Karakterleri, olay örgüsü ve atmosferiyle okurken alınan edebi lezzet, eser sona erdikten sonra da hak ettiği değeri bulmuş olur böylece. Bu anlamda eserde geçen karakterler ve onların kaçırılmalarından itibaren yaşadığı yolculukların hüzünlü bir hikâye olarak akılda yer ettiğini söyleyebiliriz.
Yayıncılık, Baskı ve Editörlük Açısından;
İri punto, geniş paragraf aralığı ve sık tercih edilen paragraf başları tercih edilmesi, okuma kolaylığı açısından kolaylık olarak görünse de, eser kalitesi olarak son derece olumsuz bir tercih. Bunun dışında editoryal olarak yazım yanlışları da dikkat çekiciydi. Ayrıca kaynak gösterimlerinin metin içinde yapılması roman akıcılığını olumsuz etkilemiş.
Tarihsel Gerçekler ve Roman Sorunsalı Açısından;
Eserin üç ana sorunsal etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz.
1. Kölelik ve cariyelik müessesi
2. Kardeş katli
3. Çerkez ağırlıklı kaçırma, köleleştirme ve bunların yansımaları
4. Kader sorgulaması ve kaderde insanın payı
Kölelik ve Osmanlı dönemindeki gizli, açık uygulamaları hakkında yapılan eleştirilerde azat edilme (İtlakname), belli sınırlandırmalar ve iyiniyetli uygulamalar konusunda hakkaniyetli yaklaşımların yanında, Çerkez ağırlıklı bir savunma psikolojisi de göze batmaktadır. Harem gerçeği, Bizans ve İran etkisinin güzel aktarıldığı bu bölümlerde, kaçırılan ve istemeden ağır koşullara maruz bırakılanlarla birlikte kendi rızasıyla gelenler ve kalmayı tercih edenlere vurgu yapılmış olsa da, Çerkez ağırlığının erkek boyutu ve askeriyede tercih edilmeleri ve önlerinin açılmalarının göz ardı edildiği görünmektedir. Kadın ve erkek olarak Çerkez ağırlığının bir azınlık olarak değil asli unsur olarak imparatorluk içinde saygın bir yere sahip olduğunun vurgulanması daha isabetli olurdu diye düşünüyorum.
Bunun dışında kardeş katli konusunda elbette bugün tasvip edilmesi mümkün olmayan acı boyutunu kabul etmekle birlikte, konunun fedakârlık boyutu ve büyük iç savaşlara mani olma çabası yine göz ardı edilmiş gibi görünmektedir. Bu noktada kafes uygulamasının ehven-i şer olarak görülmüş olması hakkaniyet noktasında olumlu bir örnekti.
Kader konusunda ana karakterlerin o anki psikolojilerine bağlı olarak bazen yargılayıcı bazen de teslimiyet ağırlıklı bir yaklaşım bulunmaktaydı. Bu konunun iki uç örneğe müsait olması ve hassaslığını düşündüğümüzde yazarın karakterlere yüklediği rollerle bunu yansıtabildiğini görüyoruz.
Yazarın Durduğu Nokta ve Tarafsızlığı Açısından;
Andre Gide, Kalpazanlar adlı eserinde,” “İnsanın ancak içliliğini gizlemekle sanatçı olabildiğine inanırım; ama dizginlemek için, ilkin duymuş olmak gerekir,” (Gide, 2012, s. 325) diyerek sanatta içlilik ve bunu gizleme boyutuna vurgu yapmaktadır. Kutsal Ay’ın Kızları bağlamında bu konuyu değerlendirdiğimizde, yazarın içlilik ve hikâyeyi canlı aktarabilme noktasında başarılı olduğunu daha önce vurgulamıştık. Oysa bunu soğukkanlılıkla anlatmakta ve gizlemekte çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğiz.
KUTSAL AY’IN KIZLARI – 1-
Süha BAYTEKİN
Papirüs Yayınları
Kasım 2020
260 Sf.