Gönderi

400 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Her şeyi bırakıp kaçma isteğiniz varsa, şimdiye kadar ertelediğiniz hayalleri kalan ömrünüze sığdıramayacağınızı düşünüyorsanız elinizi bile sürmemeniz gereken kitap İlk okumamda 8 yıl önce, sınıftan çıkıp makale okumaya kütüphaneye gittim. Okuyacağım makalelerin çıktısını alıp dosyalamıştım. bir sonraki dersime iki saat vardı. Kütüphaneye girerken çantadan dosyayı çıkaracaktım ki dosya yok. Masanın üzerinde unuttuğumu fark ettim. Bilgisayarlar doluydu telefondan okurum diye düşünerek girdim içeriye ve şarjımın da olmadığını fark ettim. Geri dönmek istemedim çünkü kütüphane atmosferi hep huzur vermiştir. "İlla ki okuyacak bir şey bulurum" diyerek kitaplıkları gezmeye başladım. Sözlükler, atlaslar, tezler derken kapının ağzına geldim. Romanlar diye bir bölüm varmış. o kadar akademik yayınlara konsantre olmuşum ve kütüphaneyi öyle basite indirgemişim ki şaşırdım. Rafların arasında kırmızı kapak tasarımıyla bana göz kırptı. İsmi yabancı gelmedi ama nerede duyduğumu çıkaramadım. arka kapağına göz atıp koltuklardan birine geçtim. Entropi üzerine kafa yorduğum bir haftanın sonunda "Hepimiz küçük parçacıklardan oluşuruz, bu parçalar öyle şekilsiz öyle farklıdırlar ki birbirlerinden her biri her an canının istediğini yapar; bu yüzden kendimizle kendimiz arasındaki farklılıklar, kendimizle başkaları arasındaki kadardır" - Montaigne- girişiyle karşılaştım. tesadüf mü? Hayır, sanmıyorum. Gregorius' un her şeyi bırakıp bir trene atlaması o kadar cazip geldi ki, ben de kaçıp gidebilseydim keşke birden ama nereye? Kitabın ana karakteri gitmeden önce kitaplarını kürsünün üzerine bırakmıştı, benim makalelerim ve çizimlerim de aynı yerde duruyordu. Dersten çıkarken onları unutmam bir ironi mi ben mi abartıyorum kestiremedim. 97. sayfada birinci bölüm bitti. Kitabı benden önce okuyan kişiyi merak ettim. öyle can alıcı noktaların altını çizmişti ki hiç yapmadığım halde satın almadan okumaya karar verdim. ve kütüphaneden kitabı alıp çıktım. bir trene binip Lizbon'a gitme isteğiyle çıktım ama bir sigara içip derse girdim. ve o malum soru cevapsız kaldı. -- Şimdi yeniden okumaya başlasam aynı etkileniş olmayacak. ama kitabın neden hayatımda ayrı bir yeri olduğunu ancak anlıyorum. Oysa yıllar önce okuyup, yıllar içinde dönüp dönüp okumuştum. ilk okuduğumda vurulmuştum ama nereden vurulduğumu hissetmedim. "Yoksa hayatımızın o noktasında biraz daha durmak ve beni şimdi olduğum kişi yapan yöne değil de bambaşka bir yöne sapabilmek arzusu mu? düşsel dramatik bir arzu mu içimdeki?" Bir dersten tam başlamak üzereyken ani bir isteksizlikle çıktığım an, (hatta yoğun bir dışarı çıkma isteği de olabilir) bu kitap karşıma çıktı. Böyle de vurulmaz ki insan! İlk okuyuşumda 57 yaşına gelip içimde olanın yaşayamadığım kısmıyla yüzleşmenin korkusuyla kalakalmıştım. Aslında o dönem yol ayrımını gördüğüm halde aynı hayata devam etmekte diretmemin açıklaması da kitapta var: "O günlerde kendime dayanak noktası yapabileceğim acılı deneyimlerim yoktu ki onlardan yararlanarak yol ayrımımda başka bir yöne sapmayı dileyebileyim." "Peki ne? akan zamanı ve ölümü düşünmenin yol açtığı fikir, insanın ne istediğini aniden bilmez oluşu muydu? insanın kendi arzularını tanımaz oluşu muydu? İnsanın kendi iradesiyle olan doğal yakınlığını kaybetmesi miydi? Ve bu yolla kendine yabancılaşması, sorun haline gelmesi miydi?" Kendimi ne kadar tanıyordum? Aynı yol ayrımına bir daire çizip döndükten sonra bir başkasından "Dört yıl önce neden bunu seçtin, şimdi yeniden neden?" diye sorduğunda hayatıma dışarıdan bakan birinin zamandan bağımsız netliği görmesi de tuhaf geldi. "Başkalarının onları algılamasıyla, kendi kendilerini algılamaları arasındaki uçurumu dehşetle fark ettikleri olur mu?" Daha dehşet verici olan o başkalarından birinin algıladığı ben'in gerçeğe daha yakın oluşuydu galiba. "Geceleri uyuyamayınca okur ve yazardı ya da belki okuması, yazması, düşünmesi gerektiği için uyuyamazdı bilmiyorum." Okudum, kitaplara kaçtım kendimi bulmak için değil, kendimden kaçmak için çoğu zaman... "Okuyan insanlar vardı bir de ötekiler." "Oysa kendi ruhlarındaki hareketleri dikkatle izlemeyenler mutlaka mutsuz olurlar." Sonra birden ruhumun çok başka bir yerde kaldığını fark ettim. akademi mi? bana göre hiç olamamış ki? "Bir şeylerle vedalaşabilmek için, öyle bir karşı koymalıyız ki; o şeye karşı içimizde bir mesafe oluşsun." (Birkaç gün önce hayatımın en korkunç cümlesini kurdum. bütün içtenliğinle "Yapabilirsin ben sana inanıyorum" diyen birine "Ben inanmıyorum." dedim aynı içtenlikle. Çevremdeki insanlar bana güvenebilecek ne görüyor bende bilmiyorum. Onların beklentisi de bir sorumluluk oluşturuyor ama tüm bunlardan bağımsız düşündüğümde bile onların gördüğünü göremiyorum.) "Hayalgücü bizim son mâbedimizdir." diyen kitap bütün inançsızlığıma da cevap veriyordu; "Hayal kırıklığı olmasa insan kendi hakkında aydınlığa kavuşur mu?" O zaman ne diye çizdiysem? Şimdi o bırakma eyleminde, ya da karşı koyuşta başka insanların etkisi var, özellikle de bir kişinin. Köprüdeki kadın değil belki ama en az o kadar alakasız bir şekilde karşıma çıkmış. Ayna demek doğru galiba, o zamanlar Jacques Lacan'ı bilmiyordum ki şu cümleyi anlayayım; "İnsanın kendini tam anlamıyla kavrayabilmesinin en iyi yolunun bir başkasını tanımayı ve anlamayı öğrenmek olması mümkün müydü? Hayatı bambaşka bir çizgi izlemiş, bambaşka bir mantığa sahip olmuş birini. bir başka hayata duyulan merak, insanın kendi zamanının tükenmekte olduğunun bilincinde olmasına nasıl uyardı?" Toparlayamadım, son olarak en unutulmaz cümlesi; "İçimizde olanın yalnızca küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak, gerisine ne oluyor?"
Lizbon'a Gece Treni
Lizbon'a Gece TreniPascal Mercier · Kırmızı Kedi Yayınevi · 20121,437 okunma
66 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.