Gönderi

184 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 9 days
Bu sefer farklı bir düşünce ile girdim kütüphaneye. İlk gördüğüm kitabı alacaktım. Nasıl olacaktı bu? Kitaplarla dolu raflara bakmamaya çalışarak, adeta çocuksu bir heyecan içinde salonu bir süre dolaştım. Sonra gözümü çevirdim bir baktım ki bu güzel eseri gördüm: Clarissa. Clarissa, Zweig'in yaşamında yazdığı son eser olma özelliğini taşıyor. İnsanlar olarak genel bir algımız vardır, bir şeyin son olması o şeyi değerli kılar bizim için. Çünkü o son zamansal olarak bize daima diğerlerinden daha yakın bulunacaktır. Bu yakınlığa düşkünlüğümüz neticesinde belki de bu algıyı yaşarız. Bu algı kimi zaman bizi yanıltır. Fakat Clarissa beni bu yanılgıya çok da fazla düşürmedi. Dikkat ettim de incelememin girişi fazlasıyla olumsuz gözükmüş, Clarissa kötü bir kitapmış gibi anlaşılmasın bu yüzden. Demeye çalıştığım şey Clarissa'nın Zweig'in diğer eserlerine nazaran sönük kalmasıdır. Bunun nedeni eserin yazarın intiharı dolayısıyla yarım kalmasıdır. Kimi eserler vardır bir hayat gibidir, o kitaplar yarım kalmış olsa bile alacağınız edebi zevk azalmayacaktır. Ama kimi eserlerde bu durum tam tersidir, kitap boyunca bir merak unsurudur alır götürür sizi. İşte bu tür eserlerde kitabın yarım kalmış olması sizi alt üst edebilir. Clarissa'da bu durum mevcut. Fakat her ne kadar yarım kalmış bir eser de olsa Zweig'in kalemi bu yarım kalmışlığı adeta tamamlıyor. Clarissa, Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşamış olan bir kadındır. Çocukluğunu manastır okulunda geçiren Clarissa bir insanın şahit olabileceği en kötü şeye şahit olacaktır; savaşa... Savaş sırasında savaş hemşiresi olarak çalışan Clarissa'nın yaşam öyküsünün anlatıldığı romanda Zweig yine kendi usta kalemini belli etmiş diyebilirim. Zweig'in okuduğum diğer bir eseri olan Satranç'ta hikayedeki olaylardan hareketle, bazı şeylerin sembolize edilmesi hedeflenmişti. Clarissa'da da Zweig aynı yöntemi kullanarak savaşın kötülüğünü gözler önüne sermiş. Savaşın insanlar üzerindeki etkisi çok büyüktür. Bu vesileyle insanlar vurulup veya bir göçük altında kalarak ölmese bile çeşitli şekillerde ölebilir. Savaş, kimi insanlardaki kin duygusunu açığa çıkartır. Bu kin bireyin kendi vatanı hariç tüm milletleri kapsar. Söz konusu kin, vatanı savunma gibi bir anlam da taşımaz. İnsanlık kavramını yok eden bir duygudur bu kin. İşte bu 'kin gribini' anlatmış Zweig. İnsanların savaş ortamında şehirde veya cephelerde ne denli zorluk çektikleri, imkanların olağanüstü derecede azalması, doktorların ve hemşirelerin de en az askerler kadar emek harcaması gibi savaşın açığa çıkardığı durumlar anlatılmış. İnsanlık kavramından bahsedenlerin birer vatan haini ilan edildiği bir çağdan söz ediyoruz. Burada şahsi düşüncem, insan elbette ki kendi vatanına gönülden bağlı olmalıdır fakat bu, diğer milletleri ezerek, aşağılarak, laf ederek olmaz. Eğer böyle olmasaydı Atatürk önüne basması için konulan Yunan bayrağını yerden kaldırmalarını emreder miydi? Bu 'savaş yansımalarının' dışında elbette Clarissa'nın hayatına da mercek tutulmuş. Zaten Clarissa'nın hayatı, 'savaş yansımalarını' yansıtan bir ayna görevi görüyor. Tüm bu olanlar elbette ki Clarissa'yı da etkiliyor. O da "savaş sonrası" insanlarının yaşadığı boşluk duygusuna düşüyor. Öyle ki, bu boşluk duygusunu siz de yüreğinizde hissediyorsunuz: Çaresizlik duygusu olarak. Kendi hayatının ipleri kimi zaman Clarissa'nın elinde oluyor kimi zaman da kendi hayatını kendisi dahi yönetemez hale geliyor. Öyle bir duruma geliyor ki, yalnızlıktan korktuğu için istemediği, sevmediği kişilerle birlikte olmanın yaşattığı boğukluk duygusunu dahi yaşıyor. Bu durumun çaresizliğini siz de Clarissa ile tanıştığınızda emin olun benim anlattığımda kat be kat daha iyi anlayacak ve yüreğinizde hissedeceksiniz. Çünkü Clarissa'yı ben değil, Zweig anlatıyor olacak. Fakat Clarissa öyle bir yerde yarım kalmış ki kitap bittikten sonra uzun süre zihnimi meşgul etti. Acaba Clarissa'nın hayatı nasıl şekillenirdi diye uzun bir süre düşündüm. Yarım kalması elbette ki Zweig'in suçu değil, imkanlar dahilinde bu eser yarım kalmış yapacak bir şey de yok elbette fakat insan üzülmeden de duramıyor. Zweig'in usta kalemi ile nasıl şekillenirdi bu güzel eser diye kendi kendine söyleniyor. Edebiyatın bir güzel yanı da bu değil mi? Bir yazar Clarissa diye bir karakter oluşturur, eseri yarım kalsa dahi siz Clarissa'yı gerçek bir insanmış gibi hayal edersiniz; yıllarca karşılaşılmayan bir arkadaş gibi, ne yaptığını tahmin etmeye çalışırsınız. Bunun için aslında eserin yarım kalmasına da gerek yok, teknik olarak tamamlanmış bir eserde de bu durum böyle değil midir? Hikaye bittikten sonra dahi karakterlerin gelecek zamanda ne halde olacağını merak etmekten kendinizi alamazsınız. Bu açıdan bakıldığında aslında tüm kitaplar da 'yarım' değil midir? Kitap bitse dahi o ortam ve karakterler hayal dünyanızda var olmaya devam eder. İşte edebiyatın bir büyülü tarafı daha. Clarissa'nın yarım kaldığına bakmamalı, gerçekten çok güzel bir roman. Bir kitabı tamamlayan asıl kişi okuyan kişi olduktan sonra o kitabın yarım kalmasının pek de bir önemi yoktur açıkçası. Benim düştüğüm hataya düşmeyin, kitap yarım kalmış diye diğer eserlerinden onu ayırmayın. Şimdi, yani bu incelemeyi bitirirken anlıyorum ki gerçekten de ne de güzel bir esermiş Clarissa. İnsanın kendi kendiyle çelişmesi onun iyiye doğru gittiğinin bir emaresi bana göre; bendeniz de azıcık dahi olsa iyiye doğru yol alabildiysem ne mutlu bana...
Clarissa
ClarissaStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201713.8k okunma
··
42 views
Derya Deniz okurunun profil resmi
Beklediğim yorum geldi :) Kaleminize sağlık. Merak uyandırdı bende, okuyacaklarıma ekledim.
Nympheutria okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, şimdiden keyifli okumalar. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.