Gönderi

Bir edebiyat dergisinde de yayınlanan hüzün barındıran bir öyküm. Öykü sevenlere tavsiye ederim. Aslında; ne kadar da masum olduğunun farkında değildi yanaklarından süzülen damlaların. Yüzüne acılı bir ifade takınmıştı farkında olmadan. Çatık kaşları, büzülmüş dudakları ve kırılgan gözyaşlarıyla küçük bir çocuğu andırıyordu. Yüzündeki ifadenin ve kirpiklerinden akan damlaların anlamını çözmek zordu. Onu bu denli derinden ağlatan, acıtan, sancıtan ne olabilirdi? Çatık kaşlarında; bir şeylere çok fazla sinirlenmiş bir ifade, büzülmüş dudaklarında, kalbi kırık bir sevgili havası, gözyaşlarındaysa, acılı bir anne hüznü bulunuyordu. Dakikalarca izledim. O ise, aynı zaman dilimi içerisinde, oturduğu soğuk bankın üzderinde ağlamaya devam ediyordu. Yanına gidip, bu halinin nedenini öğrenme arzusu vardı içimde. Fakat vereceği tepkinin nasıl olacağını kestiremiyordum. Acılı, hüzünlü, sinirli ve gözü yaşlı bir kadının, kime, ne zaman, nasıl davranacağı hiçbir zaman bilinemezdi ve bende bilemiyordum. Fakat içimde ona karşı anlamsız bir şefkat belirmişti. Ona sımsıkı sarılmak ve beraber ağlamak istiyordum. En az onun kadar yoğun yaşadığım duyguları bastıramayarak, oturduğum yerden kalkıp ona doğru yürüdüm. Kendisine yaklaştığımın farkında olamayacak kadar kötü bir halde bulunduğundan olmalı ki, titreyen ayaklarımın, soğuk ve sessiz kaldırım taşlarına bıraktığı fiyakalı sesleri duymamıştı. Yavaş yavaş gölgesine yaklaşıyordum. Bir anda verdiğim bu kararın, ne kadar doğru olduğunu, birkaç adım anı sırasında düşünmüştüm ki bu zaman diliminin aslında fazlasıyla kısa olduğunu fark ettim. Kendi sorularıma cevap bulamadan kadının yanına iyice yaklaştım. Aramızda kalan mesafe iyice azalmıştı ve son birkaç adım ona ulaşmama yetecekti. İşte tam bu sırada kadın, bir postacı telaşıyla yerinden fırladı ve kaldırım taşlarına, benim titrek adımlarımın çıkardığı seslerden daha güçlüsünü bırakarak koşmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadım ve öylece kalakaldım. Benden korktuğunu sanıyordum ama ayak seslerimi bile fark etmeyecek kadar kendinden geçmiş bir halde olduğundan bu imkansızdı. Kadın uzaklaşırken arkasında bir süre sessizce baktım. Gidişinde bile bir hüzün barındırıyordu. Öyle ürkek ve kırılgan koşuyordu ki, göz yaşları dökülüyordu eteklerinden kaldırım taşlarına. Onu böyle birkaç dakika izledikten sonra, az önce üzerinde ağladığı banka oturdum. Bunun nedeni neydi bilmiyorum. Belki de böyle yaparak, onun ne hissettiğini, ne yaşadığını ve neden böyle efkarla ağladığını anlayacaktım. Birini anlayabilmek için, kendini onun yerine koymak gerekirdi ve bende kendimi onun yerine oturtmuştum. Fakat sorularımın cevabını bulamayacağımı çok iyi bildiğimden, sadece oturmak ve düşünmekle kalmıştım. Düşünce serüvenimden henüz beş ya da on dakika geçmişti ki, baharın parka bıraktığı güzel ve huzurlu hava, bir anda korkutucu bir telaşa bürünmüştü. Kaldırım başına düşen milli ayak sesleri iyice artmıştı. Kafamı kaldırdığımda insanların, biraz önce ağlayarak koşan kadının gittiği yöne doğru hızla ilerlediklerini fark ettim. Etrafta tuhaf bir kargaşa vardı. Olanları anlamaya çalışır bir ifadeyle etrafa baktım. İçimi tuhaf bir sıkıntı kaplamıştı. Öyle ki, yerimde daha fazla duramayarak ayağa kalktım ve insanların koşuşturduğu yöne doğru ilerledim. Adımlarım ilerledikçe, içimi kaplayan sıkıntı iyice artıyordu. Çok fazla sürmeden kalabalığın toplandığı yere yaklaştım. İnsanların yüzlerindeki ifadeden, kötü bir şeylerin olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu. Annelerinin ellerine sımsıkı sarılan çocukların gözlerindeki korku dolu ifade fazlasıyla ürkütücüydü. Çocuklardan bir kaçı çığlıklar atarak ağlıyordu. Yanlarına yaklaştıkça, bu çığlıkların ürkütücü şiddetleri giderek kulaklarımı acıtıyordu. Kalabalığa dokunmama birkaç adım kala, otuzlu yaşlarında, kirli sakallı ama temiz kıyafetli, sportif bir beyefendinin, telefondaki kişiye sinirli bir şekilde bir şeyler anlatmaya çalışmasından, şuanki durumu anlamıştım. Biraz daha ilerleyip kalabalığın en ön sırasına ilerlediğimde, gördüğüm manzara karşısında öylece kalakaldım. Sadece birkaç dakika önce, kadının yanına yaklaşmıştım ve kadın hızla uzaklaşmıştı. Arkasından öylece bakakalmıştım ve şimdiyse gözlerimin önünde, kanlı makyajıyla kırmızıya boyadığı kaldırımların üzerinde sessizce yatıyordu. Duygularım iyice birbirine girmiş, ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemiyordum. Gözlerime inanamıyordum. Gördüğüm manzara gerçek olamayacak kadar dehşet vericiydi. Olay yerine her zaman zamanında gelen Polis ve Ambulans etraftaki kalabalığı yararak kadının yanına geldiler. Etrafta bulunan herkesi oradan uzaklaştırmaya çalışırlarken kadının ellerine takıldı gözlerim. Saçları ellerini tamamen kapatıyordu ama çok dikkatli bakıldığında avuçlarını sımsıkı kapattığı belli oluyordu. Parmaklarının arasında sakladığı bir şey vardı kadının. Bir ölüye daha önce hiç dokunmamıştım ve dokunmakta istememiştim. Fakat kadının şuan yerde kanlar içerisinde yatmasının nedeni belki de avuçlarında gizli olabilirdi. Bunu olay yerine gelen polisler anlayabileceklerdi belki ama benim bundan asla haberim olmayabilirdi. O soğuk, kansız avuçlardaki şeyi çok merak ediyordum ve kesinlikle öğrenmem gerekiyordu. Bu günün, kadının, olayların bütün gizemi ölü bir bedenin avuçlarındaydı ve gözlerimin önünde duruyordu. Polis kalabalığı dağıtmaya çalışırken, sağlık görevlileri kadının sağlıklı olmayan cansız bedenini yerden kaldırmaya çalışıyordu. Bu güne kadar, görevlilerin bu duruma alışık olduğunu düşünmüştüm ama kızıl saçlı, mavi gözlü ve yüzünde hafif çilleri bulunan, ama yüzündeki o kızıl beneklere rağmen muhteşem bir güzelliğe sahip olan bayan sağlık görevlisinin korku dolu gözleri ve titreyen ellerini gördüğümde bütün tabularım bir anda yıkılıvermişti. Gözlerimi, gizemli kadının avuçlarından ayıramıyordum. İşte ne olduysa tam bu sırada oldu. Kadının cansız bedenini yerden kaldırılırken. Avuçlarına gizlediği şey yere düşmüştü. Etraf fazlasıyla kalabalıktı ve kimse bunu fark etmemişti. Gözlerim, kadının avuçlarına kilitlendiği için bunu sadece ben görebilmiştim. Korkak kalabalığın arasından sıyrılıp yerde duran küçük kağıt parçasını aldım. Kadın, bu küçük şeyi avuçlarında öyle sıkıca tutmuş olmalı ki, buruşan kağıdı açmakta biraz zorlandım. Kağıtta yazan kelimeler çok tanıdıktı ve ilk defa kendimden, mesleğimden ve bu tanıdık kağıdı yorumlamaktan nefret etmiştim. Bir Kadın Doğum Uzmanı olarak, bu cümleleri insanlara söylemek öylesine zordu ki, bu zorluğu her defasında yaşıyordum ve bu sefer her zamankinden daha da kötü olmuştum. Raporda, kadının asla çocuk sahibi olamayacağı yazıyordu. Bu; her bayanın içinde beslediği o yüce annelik duygusunu bir anda öldürebilecek kadar lanet bir şeydi. Ama ilk kez böyle lanetli bir yazının, bir kadını gerçekten öldürdüğüne tanık olmuştum. Kadının bankta ağlamasının ve belki de ona öyle acıyarak bakmanın bütün nedeni buydu. Tek bir kurşunla her şeyini bitirmişti kadın. Her şeyi şimdi anlayabilmiştim. Kağıt parçası elimde, olduğum yerde öylece çöküp kalmıştım. Kalabalığa, polise, kendilerini yakından tanıdığım Sağlık Görevlilerine tek kelime söylememiştim. İnsanlar ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Korku dolu gözlerinden süzülen damlalar o an ki durumu hiçbir şekilde anlatamıyordu. Hiç kimseye bir şey söylemeden parktan ölümlü adımlarla uzaklaştım. Kendimi evime zor attım. Yatağıma uzanıp gözlerimi tavana diktim ve saatlerce kadının bankta ağlayışını, yaşadığı acıyı ve kanlar içinde yerde yatışını düşündüm. Ve mesleğimin bir parçası olmasına rağmen, annelik duygusunun ne kadar büyülü bir şey olduğunu ilk kez o an anladım. Okan KUZU
·
24 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.