Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olan bir tanıdığım bir zamanlar demişti ki: “Edebiyatçıdan iyi bir yazar olmaz, olsa da yazdığını beğenmez ve detaylara takılır ve yazdığını da detaylara boğar.” Pek anlam verememiştim, yazarlık ve yazmayı o zamanlar daha farklı bir şekilde düşündüğüm için iyi yazarların nedense edebiyat okuduklarını da düşünüyordum. Sonralardan ise her iyi bir yazar okumamda da anladım ki okuduklarımın hemen hemen hiçbiri edebiyatçı değillerdi. İşte bu söz için de Nazan Bekiroğlu güzel bir örnek. Kalemi öncelikle çok güzel, birçok okurun ağdalı cümleler olarak tabir ettiği betimlemeye boğulmuş o uzun cümleler sanki cümlede bir şeyler tersmiş gibi ama aksine de çok güzel bir şekilde eserinde yer almış. Sıkıyor da ama bu cümleler, yeter diyorsun, ne alaka burada bu şeyi bu denli betimleyip anlatman diyorsun ama seviyorsun da bu cümleleri, ne güzel kelimeleri birbirine bağlamış diyorsun. Demem o ki betimleme içinde betimlemeye başlıyor Nazan Bekiroğlu, anladım ki bence yetmiyor Bekiroğlu’na bu betimlemeler. Bir şeyi betimlerken tarif ettiği bir nesneyi de betimlemeye başlıyor ve inanın bu ikinci betimlemeyi tarif ederken bir nesne daha söylüyor bize ve onu da betimliyor. Sonrası ise ilk betimlemesine geri dönüp kaldığı yerden devam ediyor. Bir de virgülle ayrılmış ve örneklendirerek uzatılmış cümleler var. Örnek vermem gerekirse: Bu incelemeyi yazmak için ihtiyacım olan tek şey, bilgisayar veya telefon/tablet desem yeterli olur ama Bekiroğlu bunu yazıyor olsaydı eğer: Yaşam, hayat, yazar, yazarın yazdığı kitap, yazarın yazdığı kitabı yayınevinin kabul etmesi, yayınevinin kabul ettiği kitabı basması, bu basılan kitabın satışa çıkması, satışa çıkan bu kitabın herhangi bir yerde satışta olması, bu kitabı almaya karar vermem, bu kitabı alacak paramın olması vs. vs. Sıkıldım. Yani daha alacağım da okuyacağım da bana elektrik sağlanacak da ben yazıp buraya atacağım. Tabii biraz abartıyorum ama sadece birazcık, neyse ki bu kısımlar yanlış hatırlamıyorsam iki elin parmaklarını geçmez ve sadece bir cümle içindeler. Peki bu yazdıklarımdan bu eserde bir şeyler eksik diyebilir miyiz, hayır aksine bence kitapta bir şeyler fazla. O da Nazan Bekiroğlu’nun edebiyat profesörü olması ve eserini detaylara boğması. Detaylar edebi yönden son derece kaliteli ama gereksizliğinden ya da fazlalığından dolayı da son derece sıkıcı. Son olarak şöyle de diyebilirim ki seyahatname gibi bir roman, özellikle Acem diyarı fazlasıyla detaylandırılmış.
Kitabın benim için olan olumsuz yönleri bunlar iken (biraz sonra son olumsuz görüşümü de söyleyeceğim ve romanın kurgusu ile ilgili) olumlu taraf olarak da kitabın okuru içine çekiyor olması. Karakterleri benimsiyoruz, onlarla beraber kitabın içindeki olan bu olumsuzluklara rağmen kitapta yer aldığımız için de kesinlikle bu kitabı kusurları olan başarılı bir eser olarak görüyorum. Karakterler fiziksel görünüş olarak bu kadar betimlemeye rağmen detaylı anlatılmıyor olsa da düşüncesel olarak, hissettikleri olarak karakterler ile bir okur olarak bütünleştim diyebilirim. Bilmiyorum yanılıyor olabilir miyim ama romanın konusu savaş, açlık, sürgün/göç ve aşk olup da beğenmeyen bir okur olacağını pek sanmıyorum. Bizden bir kurgusu olunca bu güzelliğin tadı daha da artıyor.
İki farklı koldan ilerliyor Nar Ağacı, Trabzon’da Zehra, Tebriz’de ise Setterhan ve büyükannesi ile büyükbabasını araştıran yani Zehra ile Setterhan’ı araştıran anlatıcımız. Anlayacağımız üzere Setterhan ile Zehra’nın yolları bu savaş, açlık, sürgün/göç üçgeni etrafında bir şekilde şekillenip kesişecekler ve roman bu şekilde işlenecek; ama böyle olmuyor maalesef. Bu süre içinde de ana kurgu dışındaki olayları okuyoruz. İşte burada yukarıda da dediğim gibi gereksiz olan detaylar kendini gösteriyor. Defalarca halı satıyoruz, defalarca çay demliyoruz, defalarca ve defalarca olmasa da olur veya tekrarlayan şeyleri okuyoruz ama okuyoruz da gerçekten yani buna rağmen okutuyor işte roman kendini. Yazacağım son bir olumsuzluk var demiştim ya işte o da romanın bu ana kurgusuna etki ediyor, tabii ki de sevemediğim detaylar üzerinden. Maalesef kitabı okurken artık Zehra ile Setterhan bir araya gelsin de karşılaşsınlar, o yolları bir şekilde kesişsinler diye bekledim de bekledim ve bu bekleme gerçekten de sinir bozdu. 536 sayfalık, ince puntolu bir romanın daha nerelerinde karşılaştık. Tanışmaları ise yorumsuz.
Son olarak anlatıcı demiştim ya işte farklı bir anlatıcımız var. Doğaüstü mü desem, fantastik mi desem bilemiyorum. Farklılık açısından güzeldi ama romanın kurgusuna bakarak da diyebilirim ki gerçekçilik bakımından da pek beğenemedim. O kadar ilginç bir kitap ki hem kızıyorsun hem de seviyorsun. Sevmediğim bir şeyi söylerken sevdiğim tarafları aklıma geliyor, sevdiğim tarafları söylerken ise sevmediğim taraflar aklıma geliyor. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu kitabı bence okumalısınız.