Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

128 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Sevme Sanatı
Erich Fromm’un her eseri başlı başına bir ders kitabı niteliği taşıyor desem yeridir. Hatta belki de kimi ülkelerde okutuluyor bile belki. ‘İnsana ve İnsanlığa Dair’ muhteşem öğütler veren Fromm, Sevme Sanatı adlı eserinde de ‘sevgi’nin her türlüsünü, sebepleri ve sonuçları ile birlikte ele alıyor. Adeta ‘Sevgi nasıl olmalıdır?’, ‘Nasıl sevilir / sevilmez?’, ‘Farklı insanlara ve nesnelere karşı hissettiğimiz duygu gerçekten de sevginin kendisi mi yoksa bir yanılsama mı?’ sorularına adrese teslim yanıtlar veriyor. Hacim olarak oldukça ince bir kitap olmasına rağmen tam 28 farklı kısmın altını çizdim. Altını çizdiğim her noktayı bu yazıda ele almaya kalkarsam hem yorumu okuyacaklar açısından sıkıcı olabilir hem de Fromm’un muhteşem tespit cümlelerinin değerini karşılayamayacak yorumlar yapıp hadsizlik edebilirim istemeden de olsa. O yüzden bunu yapmayacağım ama bazılarına da değinmeden geçmeyeceğim. Başta da söylediğim gibi Fromm, insana ve insanlığa dair muhteşem düşünceleri olan bir insan. Bu eserinde de insanlık için en önemli kavramlardan biri olan ‘saygı’yı öyle bir tanımlamış ki, bu tanımın üzerinde, bundan daha başarılı bir saygı tanımı görmediğimi itiraf etmeliyim: “Eğer sorumluluk sevginin üçüncü unsuru saygıyı içermezse kolayca kendine bağlamaya ve zorbalığa dönüşebilir. Saygı korkmak veya çekinmek değildir. Sözcüğün kökenine göre bir insanı, olduğu gibi görebilme yetisini, onu özgün bireyselliği içerisinde fark edebilmeyi belirtmektedir.” Yüzyıllar boyunca dünya denen toprak parçalarının üzerinde yaşamış olan tüm insanların, yaratıldıkları andan itibaren en fazla ihtiyaçları olan şey karşılarındakini olduğu gibi görebilme, olduğu gibi kabul edebilme yetisi değil midir? Dünya var olduğundan beri farklı gerekçelerle yaşanan binlerce savaşın sebebinin kendisini herkesten üstün olduğunu sanan ‘insan’ canlısının aslında karşılarındakini olduğu gibi görememe, olduğu gibi kabul edememe, farklılıklara tahammül edememe ve herkesi dize getirme veya herkesi kendine benzetme çabası değil mi zaten? Tarih ve zaman diyalektiği her düşüncenin, her inancın zaman içerisinde değişip gelişebileceği veya tamamen yok olabileceğini defalarca kere göstermişken, yeryüzündeki her düşüncenin, her inancın ve bunlardan oluşan ‘her insan’ın saygı görmeye hakkı yok mu? Tabii adı ‘Sevme Sanatı’ olan eseri salt ‘saygı’ kavramına yönelik yaklaşımıyla ele almak, kitabın ana teması olan ‘sevme’ eylemine de, eserin bize vermeye çalıştığı ana fikre de haksızlık olabilir. O yüzden eserin ‘sevgi kavramı’na da nasıl dokunduğuna, bu kavramı nasıl tarif ettiğine de değinmek istiyorum. En başta Fromm, sevmenin yalnızca bir duygu olmadığını, bir düşünce ve yargı biçimi olduğunu belirtmekte. Hatta salt duygu olarak yaklaşıldığında sevme eyleminin yeterince gerçekçi olmadığını anlatmakta. Sevgi eyleminin beraberinde bir sorumluluk getirdiğini de vurgulayan yazarın tam bu noktada altını çizdiği çok önemli bir nokta da sorumluluğun bizzat kişilerin kendi seçimleri ile gerçekleşebilecek bir düşünce ve davranış biçimi olduğu, sorumluluğun bir zorunluluk olmadığıdır. Zorunluluk gibi görülen, içten gelerek yapılmayan hiçbir davranışın sevme eylemi ile bağdaşmadığını söylemek yanlış olmaz. Fromm bu noktada günümüz ilişkilerini de ele alırken, insanların bir takım zorunluluk düşüncelerine kapılarak ilişki içerisine girdiklerini, bu ilişkilerin aslında ‘sevgi’den doğan ilişkiler olmadığını, daha da önemlisi insanların yalnız kalmaktan korktukları veya sosyal statüler kazanma gayesiyle hareket ettikleri için kurulan ilişkiler olarak olduğunu vurgulamakta. Erich Fromm “kişilik paketini alışverişin kendisi gibi dürüst ve kârlı olmasını isteyen biriyle değiştirmektir.” Şeklinde tanımladığı modern ilişki biçimlerini, çiftlerin yalnız kalmamak uğruna duygu ve düşüncelerini birbirleri ile takas etmeleri olarak görmekte, bu durumun da sevginin ‘verme’ üzerine kurulu yapısına aykırı bir durum olduğunu ifade etmektedir. Fromm’a göre sevginin birinci koşulu karşılık beklemeden vermektir. Sevgide hesap yoktur, alacak – verecek davası yoktur, çıkar ilişkisi yoktur. Sevmek, kişinin kendisini sevdiğine vermesidir. Ancak bu noktada bir şeyin daha altını çizmek gerekir ki; o da bu koşulsuz verme eyleminin kişinin sevdiğine köle olması ya da kişinin kendisini seven kişiyi köle olarak görmesi olmadığıdır. Birbirini seven kişilerin, birbirlerini sevgilerini / kendilerini verirken kendi öz benliklerini, karakterlerini yok sayarak / yok ederek vermeleri hastalıklı bir sevme biçimidir ve sonu hüsranla biter. Fromm bu tür bir sevmenin aslında sevgi olmadığı, bunun hastalıklı bir tutum ve ruh hali olduğunu ifade etmektedir. Sevme Sanatı adlı bu eser, yalnızca insanların birbirlerine karşı duydukları sevgi hissi ve davranışını değil insanların Tanrı sevgisini de incelemektir. Tanrı sevgisinin toplumsal dönüşümlerden nasıl etkilendiğini de anlatan Fromm, anaerkil bir toplumdan ataerkil bir topluma geçişin insanların Tanrı’ya yönelik tanımlamalarını ve yine ona karşı yaklaşımlarını da etkilediğini anlatır. Anaerkil toplumların Tanrı’yı anne gibi gördüklerinden ondan koşulsuz bir sevgi ve bağışlanma göreceklerine inanırken, ataerkil toplumların baba figürünün ailedeki rolünde olduğu gibi, babaya, yani Tanrı’ya yönelik birtakım ödevleri yerine getirdikleri zaman ondan sevgi ve bağışlanma göreceklerine aksi halde de cezalandırılacaklarına inanmaktalar. Günümüz İslamiyet’inde de ataerkil bir inancın benimsendiğini belirtmekte yarar var bu noktada. Son olarak Fromm’un Tanrı sevgisine yönelik yaklaşımına değinmişken, onun kitabın farklı bölümlerinde ısrarla değindiği bir konudan da bahsetmek gerekir. İnsan başka şeyleri, başka insanları sevmeden önce kendini sevebilmelidir der yazar. Diğer tüm sevgilerin kişinin kendini sevebilme becerisine bağlı olduğunu, kendisini sevmeyen kişilerin hiç kimseyi sevemeyeceğini vurgular. Şüphesiz burada kast ettiği kişinin kendini sevmesi, narsist bir sevgi veya kişinin kendine tapınması değildir. Fromm’un yukarıda da değindiğim ‘saygı’ kavramına yönelik muhteşem yaklaşımı burada da devreye girer. Kişi kendisine saygı duyabilirse, yani kendisini olduğu gibi kabul edebilirse ancak kendisini sevebilir. Kendisini olduğu gibi kabul etmek de kişinin eksiklerini, kusurlarını vb. olumsuz tüm yönlerini kabullenmesidir. Oldukça uzun bir inceleme olduğunun farkındayım ama üzerine ansiklopedi yazılacak derece kapsamlı ve muhteşem bir eser olduğu için, bu inceleme bile aslında yetersiz kalır. Fromm’un tüm kitapları için ‘mutlaka okunması gereken’, ‘ders kitabı olarak okullarda müfredata eklenmeli’ etiketini bu kitaba da fazla fazla yapıştırıyorum. Çocuk gelişimci, öğretmen falan olmamama rağmen, haddimi aşarak lise düzeyinde çocukları olan anne babalara bu kitabı çocuklarına mutlaka okutmalarını öneriyorum. Kişinin karakter gelişiminde sevgi o kadar önemli bir duygu ki, ‘sevmeyi bilen’ bireyler çoğaldıkça toplumun genel yapısının olumlu anlamda değişeceğine, insanlık kavramının tüketim toplumuyla öne çıkmış birçok kapitalist kavramının önüne yeniden geçebileceğine yürekten inanıyorum.
Sevme Sanatı
Sevme SanatıErich Fromm · Say Yayınları · 202218,6bin okunma
·
50 görüntüleme
denizcisimbad okurunun profil resmi
Tebrikler Ümit, üstadın eserini çok iyi yorumlamışsın. Sevginin tek kişilik bir eylem olmasına rağmen, Fromm’un da değindiği üzere “saygı ile bağına” da değinmen güzel olmuş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.