"Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim!" cümleleri ile dolaşıyoruz etrafta. Neden peki? Çünkü bu çağ sadece insani duygularımızın, sözlerimizin değil toplumun temel taşı olan 'aile' mefhumunun da içini boşalttı. En ufak konuda eskileri özlüyoruz hep. Bir yazı okumuştum aynen şöyle yazıyordu: "Eskiden çöp kutuları olmazdı mahalle aralarında. Mahalleli belli noktalar belirler oraya dökerdi çöplerini. Kokudan ve miktardan durulmayacak hale gelince de ilk rahatsız olan çöpü yakardı. Çöplerimizden bile aylar sonra ateşe verince kurtulurduk biz, bir vazgeçiş seremonisi gibi…"
Çok etkilenmiştim o yazıdan, çok düşündüm. Neden insani ilişkilerimizde bile çöpe olan hassasiyet yok? Anladım ki bizlere bir şeyler oldu, hayatımıza yeni terimler girdi.
“Engelle geç ne uğraşıyorsun ya?”, “sayfamda temizlik yapıyorum arkadaşlar! “, “atara atar, gidere gider!”, “o kaybeder ben değil ki!”… gibi. İnsanlara çöp muamelesi yaptığımız, bir insanı yani bir canı yani üzülen sevinen küsen bir kalbe pislik muamelesi yaptığımız tuhaf zamanlar bunlar. Hayatımıza tek tık ile aldığımız insanları tek tık ile çıkarıyor oluşumuzun adını “temizlemek” koyduğumuz, kendinden kirli eylemlerin baş aktörleriyiz.
Artık eşler bile birbiriyle muhatap olamaz olmuş. Bir konuda hatalı olduğunu düşündüğünüz eşinizi toplum içinde küçük düşürmeyin.
Eşlerinizin mahremini marifet gibi her yerde anlatmayın. Erkekler arasında bu durum nasıldır bilmiyorum ama, eşinin şehvetinden bahseden kadınlara denk geldim. Kadınlar birbirlerine eşlerinin en mahrem anlarını hiç çekinmeden dünyanın en doğal şeyiymiş gibi anlatıyor. Ve bunlar da "Toplumsal çürümeye" neden oluyor.
En küçük bir olayı büyütüp aylar sürecek küslüğe dönüştürmeyin. Eşinizden incinip veya eşinizi incitip yine eşinize sığının. Başkalarına - arkadaş, aile vs. anlatmayın. Herkes kendi evine çekildiği zaman siz yine o problemler ile baş başa kalacaksınız. Muhtemelen bir gün sonra da kimse sizi ve problemlerinizi hatırlamayacak.
Ve sorunlarınızı asla çocuklarınıza yansıtmayın. Sizden çok zarar görüyor onlar tartışmalarınızda. Çocuklarınızı ilişkinizin sigortası olarak kullanmayın. Kızgınlık anında “çocuklarımı alır giderim" diye tehdit etmeyin. Sonra 'Z kuşağı' diye damgalayarak hep hor görüyorsunuz. Yıllardır düşünüyorum da siz bize ne bıraktınız? Ne vadettiniz de, ne ile yargılıyorsunuz? Herkes rahatsız olduğu bir sebep sayıyor. Kimi çok tembeller diyor kimi idealleri yok diyor. Kimi ahlaksız olduklarından, kimi geleneği yok saydıklarından şikayetçi. Toplumun yarısının neredeyse annesi “annesi” değilmiş babası “babası” değilmiş. Ailesini düzgün kuramayıp bu kuşağı yaralayan anne-babalar(!) çok mu ahlaklı? Geleneği çok mu sayıyorlar? Her gün eve geldiğinizde yorgun, sinirli olabilirsiniz. Ama unutmayın gözlerine aşkla bakmanızı bekleyen bir eşiniz var. Sevgi ile okşanmış her saç size artı enerji olarak dönecektir unutmayın! Unutursanız sonuçları bir nesli hebâ etmeye yeterli. Kavgalar, boşanmalar vs. Peki Devlet ne yapabilir? Boşanmak isteyen kadının emrine her şeyi seren ama mevcut ailenin yapısının korunması adına hiç bir adım atmayan Aile Bakanlığı'nın da artık bir şeyler yapması gerekiyor bu konularda. Aile seminerleri, ücretsiz eğitimler, psikolojik destekler bu konuda atılması gereken adımlar olabilir. Çoğu belediye bu hizmeti veriyor. Ancak yeterli olduğunu düşünmüyorum. Devlet ailelere boşandıktan sonra yol gösterme ve yardımcı olma politikaları gütmek yerine o sürece gelmesinler diye "Neler yapılır"a kafa yormalı. Ama devlete güvenip davranışlarımızı düzeltmezsek bunların hiçbir faydası olmaz.
Hepimiz büyüdük evet ama hala çocuk ruhumuz içimizi gıdıklıyor. Daha çok yalnızlaşan, yalnızlaştıkça agresifleşen, dünya kendi etrafımızda dönsün istediğimiz, ama hiç dönmeyecek olan, garip insanlara döndük.