Gönderi

“Dinin üçüncü biçimi imandır. Dinde duygu tasavvurlara dağılır ve bu tasavvurlar tekrar duyguda bir araya gelirler ve işte bu duygu dini teslimiyettir. Dini duyguyu belirlenmiş -mesela İsevi- duyguya dönüştürmesi gereken bu dolambaçlı yol basitçe gözden kaçırılır. Oysa kesindir ki, bu dini tasavvurlar bize Hıristiyan dersleri sayesinde verilmemiş olsaydı, bu Hıristiyan din duygusuna sahip olmazdık. Bu tasavvurlara kesin ve bir doğru şeymiş gibi sahipsek, bu imandır. İmana en başta ororite sayesinde ulaşırız; daha sonra da mantıklı düşünceye bağlı olduğumuz sürece, sebepler sayesinde ulaşırız. Ancak bu sebepler başka bir otoriteye, Tanrı otoritesine bağlanırlar. Ama eğer bu ilahi otorite -Tanrının Musa’ya yasaları vermesinde olduğu gibi- bizim yokluğumuzda vahiy göndermişse, o zaman bu ilahi otoritenin kendisi yine vakanüvislerin otoritesine dayanmaktadır. Fakat imanın doğması için sebeplerin, düşüncelerin ve otoritenin bu bulanık karışımına önemli bir unsurun, bizim kendi ruhumuzun şahitliğinin de eklenmesi gerekir. İlahi ya da ruhani olan, aynı zamanda tarihsel göründüğü sürece bize bir aracı sayesinde ulaşır ve her şey bu aracının karakterine bağlıdır; sorun, nakledenlerin irade ve kabiliyete ve doğru bilince sahip olup olmadıklarıdır. Bu hiçbir suretle kendiliğinden anlaşılmaz; aksine yavan bir anlayışın işlenmesini gerekli kılar ve bu da ancak bir halkın gelişimindeki bir aşamada ortaya çıkar. Hâlbuki kadim medeniyetlerde şiir ve nesir, anlama ve fantezi arasında bu kopuş henüz yerini almamıştı. Bu yüzden ilahi olanı sadece tarihten türetmeye çalışırsak, tüm tarihin özelliği olan bocalama ve istikrarsızlığa düşeriz. Tarihsel temellendirme dini içeriğe de uygun düşmez, özellikle belgeler imanın edası olarak yeterli değildir. Özne, tarihin gerçekten manevi ve dini içeriğiyle sadece Ruhun şahitliği sayesinde bir araya gelir. Ruhun özerkliği iman halinde de ruhun bu şahitliğinde ikamet eder. Bu şahitlik çeşitli biçimlerde meydana çıkar -mesela Platon’daki hatırlama olarak, yani dışardan aldığım şeyin gerçekte çoktan benim içimde olması. O halde imanda üç ilişkiyi ayırt etmek gerekir. (a) Ruhun ruhla ilişkisi, ya da inançta asıl olan şeyin inananın iç özüyle birleşip kavuşması. (b) Hakikatin Ruhla tikel olarak -bu halk, bu çağ vs.- ilişkisi de tikeldir. Ruh için o yalnızca belirlenmiş biçimde vardır. İman bu nedenle Ruhun farklı olgunluk aşamalarında değişir. Tekil ruh kendi tözüne ve otoritesine halk ruhunda sahiptir; bireyler atalarının imanı içinde doğar ve eğitilirler. (c) Bir halkın kendi tözel ruhunun bilincine varması, kendi dininin teşekkülü anlamına gelir ve bu da tarihsel bir şeydir. O, önemsiz başlangıçlardan hareket eder; Yunanlılarda Homeros sayesinde olduğu gibi, daha sonra bütünlüğe ulaşır ve bazı durumlarda da onun korunması için ayrı bir rahip kastına emanet edilir. Bireyler bu Ruhun atmosferinde yetiştirilirler ve sonraki nesiller imanı daha öncekilerin doğal otoritesiyle kazanırlar. Bu Ruhtan kurtulmak hiçbir birey için mümkün değildir, çünkü bu Ruh onun tözel unsurudur. Ama gerçekte ihtilafa düşen böyle birçok farklı din vardır ve bundan da din savaşları meydana gelmiştir ki halklar bu suretle kendi inançlarını ileri sürmek ve onu yaymak istemişlerdir. Fakat böyle bir baskı inanç özgürlüğü talebinden dolayı reddedilmiştir. Burada amaç, tamamen inancın içeriğinden bağımsız olarak, öznenin şuna ya da buna inanmasına engel olmaktır; talep edilen yapısal özgürlüktür. Bu asli bir taleptir ve insanın özgürlük bilinci ona dayanır. Fakat inanç özgürlüğü tam anlamıyla bu olduğundan, benim için doğru olan aynı şekilde benim tarafımdan meydana getirilmiştir; böylece düşünce imandan bağımsız bir şey gibi ortaya çıkar ve düşünce ve iman arasında bir kopuş meydana gelir. Ancak düşünce de kendi çağının otoritesini izler ve kendi prensiplerini varsayar; öne konan tüm prensipleri iptal eden sadece felsefedir.” s. 217-218
·
19 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.