Gönderi

AŞKIN ESARETİ Zaman zaman bir boşluk hissediyorum içimde. Hani insan bir an için eliyle midesine bastırır ya. Böyle bir şey. Nedenini bilmiyorum. Hayır, canım acımıyor. Sanki bir anda yalnız kalmak gibi bir duygu sadece… Sanki birinin senin adını uzaklardan bir yerden haykırması gibi… Ha, unutmadan… Bu gün bir arkadaşıma seslenirken yanlışlıkla senin ismin çıktı ağzımdan. Öyle şaşırdım ki. Arkadaşım da güldü. Çok kızdım kendime. Uzun zamandan beri aklıma getirmemeye çalışıyorum seni. İsmini anmamaya çalışıyorum. Ne zaman hayalin belirse karşımda, hemen bir şeylerle ilgileniyorum. Aklımca kovmaya çalışıyorum seni. Bu gün birden bire ismini söyleyince bir garip oldum. Sanki gizli bir şey yaparken yakalanmak gibi bir duyguydu. Ya da tüm özel eşyaları sakladığın kutunun aniden kapağının açılıp her şeyin yere saçılması gibiydi. İsmini anınca bir anda aramızda yaşanmış ne kadar anı varsa döküldü ortaya. Ne garip… Sadece bir kaç kez tartışmışız seninle. Bir de o son kavgamız… Oysa o kadar çok ki mutlu anılarımız. O zamanlar kendimi çok iyi bir sevgili olarak görürdüm. Sevgilisini mutlu eden biriydim ne de olsa. Seni sürekli gülümsetebiliyordum. Böyle düşünmem normaldi. Ama şimdilerde bundan o kadar da emin değilim. Sanırım ben sadece durgun sularda gemisini yüzdürebilen bir kaptanım. Bir fırtına çıktığında gemimi kayalıklara sürüklenmekten kurtaramadım. En küçük bir tartışmada bile haklılığımı kanıtlamaya çalışıyordum. Biliyorum, o anlarda beni hiç anlamıyordun. Oysa benim yaptığım erkek olmakla eşdeğerdi. Yani o tartışmaları kazanmaktaki amacım güçlü olmaktı. Yani düşüncemin kabul görmesiydi. Bir anlamda var olmaktı. Belki de senin gözüne girmekti. O zamanlar sevgililer arasında herhangi bir tartışmanın tek başına kazananı olmadığını bilmiyordum. Ben sadece kazanmak istiyordum. Çoğu zaman kazanıyordum da… Ama böylesi bir kazanç aynı zamanda bir kaybedişmiş; bunu bilmiyordum. Çünkü her tartışmamızda gemimiz biraz daha su alıyormuş meğer. İkimizin de aynı anda sulara gömüldüğünü fark etmiyordum. Sen de biliyorsun; o kadar da duygusuz biri değilim. Böylesi bir son yaşadığımız için elbette ki üzülüyorum. Şimdiki aklım olsaydı elbette ki yaptığım pek çok şeyi yapmazdım. Yaşadığımız güzelliklere güzellik katardım her şeyden önce. Sahiden de; çok güzel şeyler yaşadık seninle, değil mi. Çok güldük, çok eğlendik. İnan bana, bir an için ismini andım ya; bu bile beni heyecanlandırdı. Oysa seni yüreğimden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Sen unutmaya çalışıyorum hesapta. Ama yine de hayalini karşıma alıp konuşmadan duramıyorum. İnsanın öncelikle hayalleri ölürmüş. Çünkü hayal, insanın kanatlarıdır. Kanatsız insan uçamaz ki. Yaşayamaz. Eskiden o kadar çok hayal kurardım ki. Hepsi de mutlu sonla biterdi. Sen hep gülerdin. Çocuklar gibi davranırdın. Seni öyle görünce ben de mutlu olurdum. Ne de olsa hayaller benim ya, istediğim gibi kurgulardım. Şimdilerde o kadar çok ki boş verdiklerim. Vazgeçtiklerim… Yüzümde buruk bir gülümsemeyle “unut artık yüreğim”, dediklerim… Bazen tüm kötü anları unutup içimde sahte bir bahar yaratıyorum. Elbette ki sen varsın. Sen zaten en birinci öznesisin bu hayalin. Hem de yüzünde tatlı bir gülümsemeyle… Hayale kendimi öylesine kaptırıyordum ki; tam elini tutacağım, tam da sana güzel şeyler söyleyeceğim; o an, tam da o an içimde bir başka ben çıkıyor ve ikimizin bir araya gelmesini engelliyor. Ne kötü, değil mi. Seni benden ayıran da yine ben oluyorum. Ben… İkimizin arasındaki gizli düşman… Keşke böyle olmasaydı. Keşke kırmasaydık birbirimizi bu kadar. Parçalamasaydık. Uzaklaşmasaydık. Bak, ne zaman seni anmak istesem, içimdeki bir ses engel oluyor buna. Yapma, diyor. Düşünme bu kadar. Yine kırılacaksın, diyor. Bu sefer tamamen yok olacaksın, diyor. Bu yüzden hala kaçıyorum senden. Hala gidemiyorum seninle karşılaşabileceğimi düşündüğüm yerlere. Ben içimde bunları yaşatırken, yani bir anlamda kendi kendimle boğuşurken; sen ne yapıyorsun, merak ediyorum. Yani beni düşünüyor musun sen de. Aklına geldiğimde yüzüne belli belirsiz de olsa bir gülümseme konuyor mu. Yoksa içinde bir sızı mı oluşuyor. Merak ediyorum; bir fotoğrafımı gördüğünde ne hissediyorsun. Tabi hala fotoğraflarımı saklıyorsan, demek istedim. Zaman zaman da olsa saklandığı yerden çıkartıyorsan… Sende de eski anılar bir anda ortalığa dökülüyor mu. Yoksa senin bir yanın bu anılara özlemle bakarken diğer yanın zihnindeki o görüntüleri kovuyor mu. Galiba biz sevmesini bilemedik, ne dersin. Sevgi belki de avuç içindeki kelebek gibi… Avucunu biraz fazla sıktığında ölüyor, açtığında ise kaçıyor. Birbirimize en güzel mutlulukları yaşattık ama yine de kırmaktan, incitmeden vazgeçmedik. Sandık ki biz ikimiz de birbirimize kalın zincirlerle bağlıyız. Hiçbir güç bu zincirleri kıramaz. Oysa bu tartışmalar bizi yoruyordu. Zincirlerimizi içten içe çürütüyordu. Zaman zaman ortak arkadaşlarımıza rastlıyorum. Ne de olsa konuyu biliyorlar ya; unut diyorlar. İlk ayrılan siz değilsiniz, diyorlar. Kendilerince beni teselli ediyorlar. Sana da yapıyorlar mı. Sana da beni unutmalarını söylüyorlar mı. Söylüyorlardır tabii… Sanki unutmak kolay bir şeymiş gibi… Onlar unutmayı, bilgisayardaki bir dosyayı tek bir tuşa basarak silmek sanıyorlar. İnsan istediği an bir şeyleri unutamıyor. Sadece unutmayı istiyor. Diliyor. Hepsi bu… Ama unutamıyor. Üstelik de unutmaya çalıştıkça daha da zihnine kazınıyor her şey. Sonra da yüreği kanıyor. Keşke sevgi maddesel bir şey olsaydı. Mesela yürekte değil de bir kasada saklanabilseydi. Ne güzel olurdu, değil mi. Hem o zaman koruması da kolay olurdu. Bir ayrılık anında yürek yıpranmazdı en azından. Ne yazık ki sevgi bir cisim değil. Kütlesel bir hacmi yok. Sadece yürekte yaşadığını düşündüğümüz bir kavram. Görünen bir varlığı yok ama yine de hissedebiliyoruz. Hep düşünüyorum. Neden sen diye… Neden gözümde bu denli önemli oldun. Neden bu denli yerleştin yüreğime. Maden bu kadar değerliydin. Bizi birbirimize çeken güç, neden şimdi itiyor birbirimizden. Neden uzaklaştırıyor. Sanki iki farklı düşman içimde bir yerlerde çatışıyor. Biri sevgi, diğeri ise nefret… Yine de hangisi kazanırsa kazansın kaybedecek olan benim. Çünkü sevgim beni sana kavuşturmuyor. Nefretim ise uzaklaştırmıyor. Sevgim seni içimde var ederken, nefretim öldürmüyor. Oysa senin ölmeni istiyorum. Yani yüreğimden seni çıkarmak… Yani bir anlamda unutmak istiyorum. Nefret, sevginin de katili değil mi aynı zamanda. Neden öldürmüyor ki içimdeki seni. Neden unutmama izin vermiyor. O zaman ben bu nefret duygusunu ne diye taşıyorum ki içimde. Acaba nefretin sevgiye dönüşmesi gibi bir şey var mı. Ya da sevginin nefrete… Aşkı yaşamayı bilemedik. Daha doğrusu yaşadığımız duyguyu aşk sandık. Çünkü aşkın bir de deli yanı var. Mantıksız, akılla anlatılamayan… Sandık ki birbirimizi kırdığımız zamanlarda da aşk yaşayacak içimizde. Bizim bu deliliklerimizden etkilenmeyecek… Aşkın kendi kuralları var. Biz ise aşka bambaşka anlamlar yükledik. Sonuç olarak da bu duygunun altında ezildik. Ne kadar kötü bir şey, aşka bu kadar yakınken ona hasret duyarak yaşamak. Benimle karşılaştığın günü milat sayıyorum, demiştin bir sohbetimizde. Yüzünde ne kadar da huzur veren bir gülümseme vardı o anlarda. Sana bu duyguyu yaşattığım için öyle mesuttum ki. Kendimle gurur duyuyordum. Sanki hiç kimsenin başaramadığı bir mucizeyi gerçekleştirmiştim. Oysa asıl mucize sendin. Başıboş, serseri bir mayın gibi dolaşan benden farklı bir ben yaratmayı başarmıştın. İçimde iyi güzel ve varsa ortaya çıkarmıştın. Ama kibir de varmış içimde… Nereden bilecektin ki bir zaman sonra bu kibrin bize büyük zarar vereceğini. Benim için söylediğin güzel sözcükler sadece ruhumu okşamakla kalmıyor, aynı zamanda tüm günahlarımdan da arındırıyordu. O anlarda kanatlanıp uçtuğumu düşünüyordum. Sözlerin kanatlarımın üzerindeki yükü hafifletiyordu. Kendimi o kadar güçlü hissediyordum ki; artık her işin üstesinden kalkabilirdim. Bu gücü bana sen vermiştin. Oysa ben sana karşı kullandım. Senin bana vermiş olduğun gücü, ben seni yenmek için kullandım. “Seni yenmek”… Zaman zaman bu sözcüğü odaklanıyorum. Seni yenmek, ya da sana üstünlük kurmak duygusu bana farklı bir tatmin duygusu yaşatıyordu. Sanki daha fazla erkek olduğumu düşünüyordum. Daha fazla hak elde ediyordum. Ortaklaşa alınan kurallar yerine kendi kurallarımı sana dayatmaya çalışıyordum. Zamanla büyük kazançlar elde edeceğimi düşünürken sadece sessizlik kaldı aramızda. Bir zamanlar yüksek sesle konuşan ben, normal şekilde konuşacak kimseyi bile bulamadım karşımda. Sen büyük bir sessizliğe bürünmüştün. Sanki bir anda evimizin içi boşalmış gibiydi. Öyle bir duygu yaşıyordum ki, geçmişte sana bağırarak söylediğim sözler evin içinde yankılanarak kulaklarımı rahatsız ediyordu. Sessizliğin bu denli güçlü bir iletişim olduğunu ilk kez o zaman anlamıştım. Senin sessiz cümlelerin yüreğimi dağlıyordu. Bir daha da hiç başaramadım seni konuşturmayı… Sonrasında ben de seninle konuşmaya cesaret edemedim. Her geçen gün aramızdaki mesafe açılıyordu. Her geçen gün seni biraz daha kaybediyordum. Gitme diyemedim sana… Kal, diyemedim. Sesim yoktu ki. Sen gittikten, beni terk ettikten sonra benim o bağırmalarımın yankıları bir süre daha devam etti. Ne kadar da kulaklarımı tıkasam, bu sefer de beynimde yankılandı. Susturamadım. Kendi sesimin yankılarını susturamadım. O kadar çaresizdim ki. O anlarda yapmak istediğim tek şey, ağlamaktı. Ağlarsam içimdeki yangını söndürebilecektim. Ama ağlamayı bile beceremiyordum ki. Belki de kibir batağından kendimi tam olarak kurtaramadığım için dökülmüyordu gözyaşlarım, göz pınarlarımdan. Dökülmediği için de içten içe yanmaya devam ediyordum. Sen gitmiştin nasıl olsa. Ama hayat devam ediyordu. Üstelik de bu hayat gidenin ardından sürekli gözyaşı dökmeye değmezdi. Kendimi bu şekilde kandırıyordum. İçimde kocaman bir boşluk vardı ve bu boşluk bir şekilde dolmalıydı. Yeni arayışlara girdim. Farklı limanlara sığındım. Sandım ki yarattığın boşluğu dolduracağım. Olmadı. Ne yazık ki dolmadı. Seninle henüz yaşanmamış güzelliklerimiz vardı. Ortak hayallerimiz… Onlar içimde bir ukde olarak kendisini sürekli belli ederken yeni aşklarım dikiş tutmadı. Toprağını sevmeyen çiçek gibi kısa zamanda kurudu. Bir insan aşka karşı cinayet işlediğinde sonraki aşklarının ya intiharına tanık oluyor ya da onun kısa zamanda uzaklaşmasına… Yeni bir aşkın yürekte yaşaması bir türlü mümkün olmuyor. Her aşkın bir ömrü olduğunu söylüyor uzmanlar. Demek ki ömrünü tamamlamış bir aşkın peşinden koşmak gerekmiyor. Biz ikimiz aşkımızı tam olarak yaşayamadan ayrıldık. Aşkımız ömrünü tamamlamadı. Pek çok şey içimizde ukde olarak kaldı. İşte bu yüzden silemiyorum seni beynimden. Sana söyleyemediğim o kadar çok sözcük var ki. Hayır, hayır… Olumsuz şeyler değil. Hele de bağırarak söylenecek sözler de değil. Tamamı sevgi sözcükleri… O anlarda söyleyemedim. Belki de o duygular nasılsa içimdeydi; nasılsa uygun bir zamanda hepsini söylerim, diye düşündüm. Ama yüreğimin musluğu hep kapalıydı. Yüreğimde bir ömre yetecek kadar sevgi ve onu şiirselleştiren sözcükler varken, musluklar sıkıca kapalıydı. Şimdi sen yoksun ama o sözler içimde yankılanıyor. En acımasızı da bu… O sözleri sürekli duymak canımı yakıyor. Her bir cümle bir kırbaç gibi yüreğimi dövüyor. Bana aşkın esaretini yaşatıyor. Ne çok konuştum, değil mi. Aslında seninle konuşmayı hep sevmişimdir. Ama o kadar çok sustum ki sen karşımdayken, sanırım acısını çıkartıyorum bu yaşanmamışlığın. Bu sefer de hayalini alıyorum karşıma ve susmamacasına konuşuyorum. Bir anlamda içimdeki boşluğu doldurmaya çalışıyorum. Konuşamadıklarımı, içimde biriktirdiklerimi yüreğimin musluğunu açarak boşaltmak istiyorum. Belki bir gün konuşacak bir şey kalmayınca tamamen unuturum seni. O zaman bu aşkın esaretinden de belki kurtulurum. Kim bilir. Ama şunu öğrendim; aşk kendiliğinden yürekten gitmedikçe bitmiyor. Son sözü hep o söylüyor. Diğer türlü sessizce yaşanıyor yürekte… Özlem şarkılarıyla beslenerek… Sanki bir mucizeyi bekler gibi… Her türlü sevgisizliğe karşı direnerek…
·
354 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.