Gönderi

SEVMEK !!!
“Sahip olmak” ve “olmak” açılarından bakınca, sevmenin de ikili bir anlamı olduğunu görüyoruz.”   “Sevgiye sahip olunabilir mi? Eğer bu olabilseydi, sevginin maddesel bir biçim alması ve onu alıp, saklamanın mümkün olması gerekirdi. Ama gerçek odur ki, sevgi böyle bir şey değildir. Sevgi bir soyutlamadır. Belki garip bir varlık, belki de kimsenin göremediği bir Tanrıça. Gerçekte var olan, sevme eylemidir. Sevmek, yaratıcı bir etkinliktir. Bir insana ilgi duymayı, onu tanımak istemeyi, onu anlamayı, doğrulamayı ve onun yanındayken sevinç duyabilmeyi doğurur. Bu ister bir insan, ister bir resim, isterse bir ağaç olsun, sevme eyleminin özellikleri hiç değişmez. Sevmek, sevilen insanı canlandırmak, onun yaşam duygusunu artırmak anlamına gelir. Aynı zamanda, kişinin kendisini de canlandıran, yenileyen ve hareketlendiren bir süreçtir.     Eğer sevgi, “sahip olmak” türünde ele alınacak olursa, kendinin kılmak, denetimi altında tutmak anlamlarına gelecek ve böylece de canlandırmak ve hareketlendirmek yerine, boğucu, engelleyici ve kısırlaştırıcı bir eylem haline dönüşecektir. Çoğu kez aşk olarak belirtilen şey, sevme beceriksizliği ve sevememeyi gizlemek için kullanılan maskeden başka bir şey değildir. Bu konuda hala aydınlatılmamış olan bir konu da, anne ve babaların çocuklarına karşı duydukları sevgidir. Batı kültürlerinin son iki yüzyıllık tarihinde sık sık rastlanan, çocuklara karşı fiziksel ve ruhsal olarak kötü davranma, eziyet etme ve dayak atma gibi olayların, giderek sadizme dek varması öylesine korkunçtur ki, insanın sevgi dolu anne ve babaların yalnızca bir istisna olduğuna inanası geliyor.   Evlilikte de aynı şeyler söz konusudur. Sevgiye ya da geleneksel evliliklerdeki gibi toplumsal göreneklere ve alışkanlıklara dayalı evliliklere dikkatle bakacak olursak, birbirini gerçekten seven çiftlerin azınlıkta olduğunu hemen fark ederiz. Toplumsal görev duygusu, gelenekler, karşılıklı bağımlılık ya da korku, bazen de birbirine duyulan nefret, genellikle “sevgi” olarak yaşanmaktadır. Eşlerden birinin ya da ikisinin birden birbirlerini hiç sevmediklerini, belki de hiç sevmemiş olduklarını anlayana dek, bu böyle sürüp gitmektedir. Günümüzde bu konuda bazı olumlu gelişmeler olduğunu hemen ekleyeyim. İnsanlar eskiye oranla daha uyanık ve gerçekçi oldular. En azından cinsel çekicilik ve cinsel tutku ile sevgiyi birbirine karıştırmayanların sayısında artma olduğu bir gerçek. Dostane ve sınırlı grup ilişkisi de artık aşk sayılmıyor. Bu gelişmeler, insanlar arasında eskiye oranla dürüstlüğün artmasına ve sık sık eş değişme eğiliminin yaygınlaşmasına yol açtılar. Ama ne yazık ki bu yeni anlayış da, sevginin yaşanması konusunda eskisinden üstün bir toplum yaratmadı.   “ Aşık olmak’ ın, nasıl olup da “ aşka sahip olmak” yanılgısına dönüştüğünü, herhangi iki sevgilinin gelişimlerine bakarak izleyebiliriz.(“Sevme Sanatı” adlı kitabımda, “falling in love” (aşka tutulmak) deyiminin kendi içinde çeliştiğini belirtmiştim. Üretici ve yaratıcı bir eylem, bir aktivite ve bir etkinlik olan sevgi durabilir veya yürüyebilir, ama ona “tutulmak” pasif bir durum olduğundan, sevgi sözüyle temelden çelişir.) Aşkın ilk dönemlerinde her iki taraf da, diğerinden emin olamadığı için dikkatlidir ve öbürünün kalbini kazanabilmeye çalışır. Canlı, hareketli, ilgi çekici ve bu canlılıkları yüzlerine yansıdığı için de güzeldirler. İkisi de birbirlerine sahip olamadıklarından, enerjilerini olmaya, yani vermeye ve karşı tarafı canlandırmaya yöneltmişlerdir.   Bu durum, çoğu kez evlilikten sonra değişiverir. Evlilik sözleşmesiyle eşler birbirinden bedenleri, duyguları ve ilgi alanları üzerinde hak sahibi olurlar. Artık kazanılması gereken kimse yoktur. Çünkü sevgi sahip olunabilecek bir nesne, bir mülkiyet haline gelmiştir.   İki taraf da, sevgiye değer olmaya, sevgiyi canlandırmaya çaba göstermemeye başlayınca, her şey can sıkıcı olur ve güzellikler yitirilir. Hayal kırıklığına uğrayan eşler çaresizlerdir. Kendilerine “başlangıçta bir hata mı yapmıştık? Yoksa karşımızdakini tanıyamamış mıydık? Veya ben mi değiştim?” gibi sorular soran eşler, genellikle karşı tarafı suçlu bulup, kendilerini aldatılmış hissederler. Anlayamadıkları şey, artık ilk zamanlardaki gibi birbirlerini seven insanlar olmadıklarıdır. Sevgiye sahip olabileceklerini sanma hataları, onların birbirlerini sevmelerine engel olup sevgiyi yok etmiştir. İşe bir kez bu düzeye gelince, çiftler yeniden sevebilmeyi denemek yerine, sahip oldukları ortak şeylere yönelirler. Para, toplumsal yer, ev, çocuklar gibi konular sevginin yerini alır ve sevgi ile başlayan bir evlilik böylece çoğu kez, bencil ve birbirinden kopuk iki kişinin bu beraberliğine de yanlış bir tanımla aile denir.     Bazı durumlarda eşler, ilk dönemlerdeki o güzel duygularının canlanması özlemi ile, yeni eşler edinirlerse bu duyguların yeniden gündeme geleceği hayaline kaptırırlar kendilerini. Sevgiden başka bir şey istemeyen bu kişiler için aslında sevgi, kendi benliklerinin bir ifadesi değil, bir put ya da kendilerini adamak istedikleri bir Tanrıçadır. Bu gerçeği, yani eski bir Fransız şarkısında söylendiği gibi “sevginin özgürlüğün çocuğu olduğunu” farkedemedikleri sürece, başarısız kalmaya mahkumdurlar. Sevgi Tanrıçası ’nın tapınıcıları sonuçta öylesine bir pasitiviteye düşerler ki, her şey can sıkıcı gelmeye başlar ve o ilk zamanlardaki çekici gelen şeyler, tiksindirici hale gelirler.   Yukarıdaki açıklamalara rağmen, yine de belirtmeliyim ki, birbirini seven iki insan için en iyi çözüm, evliliktir. Sorunu yaratan evlilik değil, evlenen kişilerin karakter yapıları ile içinde yaşanılan toplumun kuralları ve değer yargılarıdır. Birlikte yaşamanın modern biçimlerinin, yani grup evliliği, eş değiştirme, grup seksi gibi uygulamaların savunucusu olanlar, benim anlayabildiğim kadarıyla, sevgide başarısız kalışlarını değişik çabalarla örtmeye çalışmaktadırlar. Gerçekten sevmeyi, onu yaratıcı bir eylem olarak görmeyi başaramayınca, içine düştükleri hayal kırıklığını ve can sıkıntısını, yeni tahrikler yaratarak unutmaya çalışan böyleleri, ne kadar değişik yol uygulasalar ve ilişkiye girdikleri insan sayısını ne kadar artırsalar da, gerçek sevgiye ve onun hazza ya da mutluluğa bir türlü ulaşamazlar."
·
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.