Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

222 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Düsturnâme-i Enverî
Sıkça seyahat eden birisi olarak, gittiğim şehirlerin geçmişten bugüne gelen bir hikâyesi olup olmadığını her zaman merak etmişimdir. Kimi zaman bu merakım şehirlerin üzerinden, o şehirde gördüğüm bazı insanların, simaların üzerine yoğunlaşır ve onların da bir hikâyelerinin olup olmadığını merak ederdim. Bu durum bir zaman sonra bende önü alınmaz bir tavır hâline gelmişti. Bir ara kendi kendime “Acaba şehirlerin, insanların hikâyeleri gibi bazı kitapların hatta tabloların ve sanat eserlerinin de hikâyeleri var mı?” diye çokça sormuşumdur. Zira şu fâni âlemde gün ışığı gören her varlığın bir hikâyesi olduğuna, en azından olması gerektiğine inanıyordum. Mesela ünlü İngiliz ressam J. M. William Turner’ın “Köle Gemisi” tablosu beni her zaman etkilemiştir. Ama bu etkinin büyük bir çoğunluğu tablodaki ustalıktan ziyade, resmin tuvale yansımasına neden olan hikâyesiydi. Sözün özü, hikâyesi olan şeyler beni her zaman kendisine çekiyordu. Goethe’nin Genç Werter’i, Dante’nin İlahi Komedyası, Dîvânü Lugâti’t-Türk gibi. Şehir, insan ve eser bir araya geldiğinde ve içinde bir hikâye barındırdığında ise karşımıza bizi derinden etkileyen sahnelerin çıkması kaçınılmazdır. İşte İslâm tarihi dendiği zaman Türkiye’de akla ilk gelen isim olan Ord. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç da şehir, eser ve insan hikâyesini üzerinde toplamış ilim adamlarımızdan bir tanesidir. Onun Paris’te bulunduğu yıllarda gittiği bir kütüphanede karşılaştığı el yazması bir eser, bizi dar bir şehirden, derin bir insan ve eser üçgenine doğru götüren ilginç bir hikâyenin ortasına bırakıverir. Herkes kitap okur, Mükrimin Halil kütüphane okur Mükrimin Halil Yinanç, Yassıada’da yargılandığı dönemde maruz kaldığı tavır karşısında çok üzülmüş ve hayatını kitaplara ve kütüphanelere adamış bir insan olarak böylesi bir muameleyi hiç hak etmediğini bir öğrencisine söylemişti. Gençlik yıllarını kitaplara ve kütüphanelere adayan Mükrimin Halil Hoca renkli kişiliğiyle bilinen, hafızasının derinliğiyle herkesin takdirini kazanan bir insandı. 13 yaşında geldiği İstanbul’da en çok Beyazıt semtini sever, bu semtteki kahvelerde sohbetler yapardı. Beyoğlu ve Taksim civarlarını pek sevmezdi. Yahya Kemal’in “ezansız semtler” diye tarif ettiği bu semtlerde kütüphane olmadığı için hoca buralara mecbur kalmadıkça pek uğramazdı. İstanbul’dan Paris’e 1900 yılında Maraş’ın Elbistan kazasında dünyaya gelen Yinanç’ın babası Adana’da kadılık vazifesini yaparken Ermeniler tarafından feci şekilde şehit edilmişti. Annesi ve tüm ailesi de bu katliamda hayatlarını kaybetmişlerdi. İlk eğitimini babasından alan Mükrimin Hoca sekiz dokuz yaşlarında Kur’an’ı hıfz etmişti. Daha sonra 1913 yılında İstanbul’a gelmiş burada Gelenbevî Sultanisi’ni ardından hem Mülkiye Mektebi’nden hem de hem de Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştu. Çeşitli liselerde tarih öğretmenliği yapmış, Türk Tarih Encümeni hâfız-ı kütüplüğünde bulunmuş ve bundan sonra da Paris’e gönderilmişti. Paris günlerinde de tıpkı İstanbul’daki gibi kütüphanelerden çıkmayan Mükrimin Halil Hoca’nın eser hikâyesi de işte burada başlamıştı. Ezberlenen Kitap İlk gençlik döneminde Paris’e giden Mükrimin Halil Hoca burada adı dünyanın ünlü kütüphaneleri arasında olan Bibliothéque National’e düzenli olarak gidiyordu. Kütüphanede geçirdiği günlerde el yazması eserleri inceleyen hoca burada Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü şair ve tarihçisi Enverî’nin kaleme aldığı, 3 bin 730 beyitten oluşan mesnevî tarzındaki tarih eseri “Düsturnâme-i Enverî” ile karşılaşır. O dönemde Türkiye’de bilinmeyen ve bulunmayan eseri ve önemini bilen hoca hemen bir kopyasını almak ister. Ancak eser tek nüshadır ve fotokopisini almak bir kenara, fotoğrafını çekmek ya da kütüphane dışına çıkarmak dahi yasaktır. Bu değerli ve nadide eseri ülkemize kazandırmak için çareler aramaya koyulan hoca sonunda dillere destan olacak hafızasına güvenerek eseri ezberlemeye karar verir. Tek nüsha olduğu için sadece okuma izni alan hoca her gün bu eseri alır ve günde beş sayfa, on sayfa ezberlemeye başlar. Kütüphaneden çıkıp doğruca kaldığı otele gider ve o günkü ezberlerini burada kâğıda geçirir. Bu şekilde günlerce kütüphaneye gidip gelerek eserin tamamını istinsah eder. Türkiye’ye dönünce eseri eski harflerle yayınlar. Bu arada, daha sonra eserin bir nüshası da İzmir’de bulunur. Bunun üzerine Mükrimin Halil Yinanç’ın ezberleyerek istinsah ettiği nüsha ile İzmir’de bulunan nüsha karşılaştırılır ve virgüllerin dahi yerli yerinde olduğu görülür. Fransızlar Şaşkın İzmir’de Düsturnâme-i Enverî’nin ikinci nüshası daha ortaya çıkmamışken hocanın neşrettiği nüshadan sonra Fransa’da yer yerinden oynar. Dışarıya çıkmasına izin verilmeyen 100 küsur sayfalık tarihî el yazması bir eser nasıl olur da başka bir ülkede yayınlanır? Bunu bir skandal olarak gören kütüphane yetkilileri, kütüphanedeki görevlilerin eseri dışarı sızdırdığını düşünerek işlerine son verir. Anlatılanlara göre bu durumdan haberdar olan hoca Fransa’ya yetkililere bir mektup yazarak durumu izah eder. Ancak Fransız yetkililer Mükrimin Halil hocanın yazdıklarına ihtimal vermezler ve inanmazlar. Bunun üzerine Mükrimin Halil Yinanç Fransa’ya gider ve eserin ezberinde olduğunu orada ispat ederek işten çıkarılan görevlilerin bir suçu olmadığını da ortaya çıkarır. Böylece Fransız yetkililer, bu olayda arşiv çalışanlarının bir suçu bulunmadığını, karşılarında sıra dışı bir hafıza kuvveti olduğunu görürler. Düsturnâme-i Enverî Peki, Paris’ten İstanbul’a Mükrimin Halil hocanın ezberinde taşınan ve burada basılan bu eser neydi ve neden bu kadar önemliydi? İlk olarak Ord. Prof. Dr. Yinanç hocanın ülkemize kazandırdığı Düsturnâme-i Enverî, Fatih Sultan Mehmed döneminin vakanüvislerinden şair Enverî’nin kaleme aldığı bir eser. Düsturnâme-i Enverî, İzmir’in Türk şehri hâline geliş öyküsünün mesnevî tarzında anlatıldığı “en orijinal yazılı eser” olma özelliğini taşıyor. Bir diğer özelliği ise Aydınoğulları Beyliği dönemi ve Ege Denizi’ndeki Bizans ve Latin egemenlikleri gibi konularda da birinci derece önemli kaynak olması. Bunun yanında Enverî’nin eseri İzmir’in Osmanlı öncesi Türk egemenliği dönemini içeren tek kaynak olma özelliğini de eklemeliyiz. İki nüsha hâlinde günümüze gelebilen eserin birincisi İzmir Millî Kütüphanesi’nde, diğeri de Fransa’da Paris’teki Bibliothéque Nationale’de bulunuyor. Eserde, şehrin tarihinde önemli bir yeri olan ve özellikle deniz zaferleriyle bilinen Umur Bey’in yaşam öyküsü ve o dönemdeki İzmir anlatılıyor. Mesnevi tarzında, 3 bin 730 beyitten oluşan eserin ikinci kısmında, Gazi Umur Bey’in başarılarına ve onun döneminde düzenlenen 26 sefere ayrıntılarıyla yer veriliyor. Enverî, Düsturnâme’de Umur Bey’in yaşam öyküsünü, fetihlerini, akınlarını ve deniz seferlerini ayrıntılarıyla ortaya koyarken komşu Anadolu beylikleri Bizans ve Latinlerle olan temaslarını da nazım şeklinde dile getiriyor.
Düsturname-i Enveri (19-22. Kitaplar); Osmanlı Tarihi (1299-1465)
Düsturname-i Enveri (19-22. Kitaplar); Osmanlı Tarihi (1299-1465)Necdet Öztürk · Çamlıca Basım Yayın · 20139 okunma
··
110 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.