“Keşke, sizin karşınıza da, aniden, Ayfer Tunç çıksaydı...”
Önce başlığı mı açıklayayım yoksa incelemeye mi başlayayım karar veremedim. Çareyi başlığı ilerde açıklayacağımı belli ettiğim bu giriş paragrafını yazarak incelemeye başlamakta buldum.
Ayfer Tunç ile bu yılın başlarında, yıllar önce beni Sylvia Plath ile tanıştırarak mükemmel bir iş başaran arkadaşım Osman Şahin vesilesiyle tanıştım. Osman benim tabirimle bir “önerikçibaşı”. Yüzlerce önerisinin arasından (kesinlikle abartmıyorum yüzden fazladır) kulak verdiğim için memnuniyet duyduğum ikinci isim Ayfer Tunç. Daha önce ne ismini ne bir kitabının adını duymuştum, düşünün ne kadar yabancıyım. Dünya Ağrısı eserini okurken toplumsal linç kavramına bakışı beni sıfır literatür bilgisiyle başladığım bir dönem sonu makalesi yazmaya yönlendirdi. Ben mi oldukça çabuk etkileniyorum ya da etkiye açık bir dönemdeydim yoksa Tunç mu bu kadar etkileyici bilemiyorum.
Bu eseri okurken Tunç ile benzer noktalarımız dikkatimi çekti. Ama en hoşuma giden benzerlik ikimizin de şiir sevmezken karşılaştığı bir şiir sonrası şiir aşığı olmamızdı. Benim karşıma Ümit Yaşar Oğuzcan çıkmıştı. Ben şiir sevmem ki ehüehü diye gezindiğim bir dönem (aynı döneme yaşadığım bir aşk da eşlik etmekteydi, bu detay önemli) Oğuzcan’ın ‘Bir Gün Anlarsın’ şiiri çıkmıştı. O gün bugündür harıl harıl şiir okumasam da gerçekten şiir sevdiğimi söyleyebilirim. Yani en azından Can Bonomo ’ya “sevgi nedir bilmeyen şiirden anlamaz” dediğinde hak veriyorum. Her neyse tekrar Tunç’a döneyim. Kendisinin karşısına Edip Cansever çıkmış, Bezik Oynayan Kadınlar. Bu yüzden diyor ki “Bazı arkadaşlarım edebiyata çok düşkün oldukları halde şiirden hazzetmediklerini söylediklerinde, onlara içimden şöyle derim: Keşke, sizin karşınıza da, aniden, Bezik Oynayan Kadınlar çıksaydı...”. Ben de bu yüzden diyorum ki sizin karşınıza da Ayfer Tunç çıksın.
Bu eser okurlar, yazarlar, okuryazarlar için... Üç bölümden oluşuyor. Her bölüm onun fikirlerini okuyoruz elbette ama son bölüm olan “Yazarlar Hakkında” kısmında farklı yazarlar konusunda neler düşündüğünü aktarmış bize. Burada sanki Tunç’un evinde elimizde çaylarla kitaplığın önünde (muhtemelen ayakta) durmuşuz da o bana gözüne takılan yazarlarla olan hikayesini ya da onlar hakkında ne düşündüğünden bahsediyormuş gibi bir şey canlandı zihnimde. Oğuz Atay ’dan Sigmund Freud ’a, Sait Faik Abasıyanık ’tan Louis Ferdinand Celine ’e pek çok yazar hakkında konuşuyor bizimle. Freud’u sevmediğinden bahsettiği gibi Enis Batur ’a duyduğu saygıyı, sevgiyi ve nedenini üç beş paragrafta nakış nakış işliyor.
Flashback yaparak ilk iki kısma bakarsak bu bölümleri daha çok beğendiğimi söyleyebilir. Pek çok fikrine ve bunların nasıl oluştuğuna tanık oluyoruz. Dünya Ağrısı ve Aziz Bey Hadisesi ’ni okuyunca zihnimde “Acaba Tunç’un zihninde otel ne gibi bir yere sahip?” diye bir soru belirmişti. Bunun bile yanıtını alabildiğim bir eser olmuş. Samimiyet Fazlası başlıklı kısımda kendimi sesli şekilde gülerek ‘aynen yaaa’ derken buldum. Bu kadar çok isim ve olgudan bahsetmesine rağmen herhangi birini incitebilecek bir kelimesine dahi rastlamadım.
Yeterince Ayfer Tunç övücülüğü yaptığımı düşünüyorum. O yüzden burada bırakıyorum bu incelemeyi. Eğer olur da bir gün Ayfer Tunç okumaya karar verirseniz mutlaka bu eseri de okuyun. Eminim zihninizde oluşan boşlukları, kendi cümleleriyle kendisi dolduracaktır. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim, gözleriniz dert görmesin.