Gönderi

Birey
Beynin en mutlu olduğu an, kendini bir şeyin "akış"ına kaptırdığı andır. Çalışırken düşünmediğimizde, kendimizi otomatik pilota bağladığımızda, yani kendimizi o işin "akış"ına bıraktığımızda daha iyi sonuçlar alırız. O sırada ilgilendiğin işten başka hiçbir şey düşünmüyorsan o işe konsantre olmuşsundur. Bu konsantrasyonu sağlarsan daha hızlı ve daha verimli sonuçlar alırsın. İşte bilincin durduğu ve "akış"ın başladığı bu konsantrasyon anı beynin en mutlu olduğu andır. Çalışmalar arttıkça bilinçli çalışma sürecinden otomatik çalışma sürecine geçiş hızlanır ve yorgunluk daha geç yaşanır. Otomatik pilota bağlanılmış çalışma sürecinin süresi arttıkça çalışmadan alınan verim de artar. Ancak bilinçli çalışma süresinin azalıp otomatik çalışma süresinin artması yaratıcılığa engel olur. Nietzsche der ki "her alışkanlık; elimizi daha becerikli, aklımızı ise daha beceriksiz hale sokar." Buradaki alışkanlığı çalışmalarımızın otomatikleşmesi diğer bir deyişle rutinleşmesi olarak düşünürsek, bu otomatik çalışma metodunun aklımızın sahip olduğu geniş yelpazeyi sınırlandırdığını görebiliriz. Buradan da şu sonuca varılabilir: Çalışmalarımız otomatikleştikçe o çalışmadan aldığımız verim artar; ancak içimizde bulunan yeni şeyler oluşturma yaratıcılığına köstek olmuş oluruz. İşlerin düşünmeden otomatik olarak yapıldığı bu çalışma metodu en çok işverenlerin işine yarar. İşçinin otomatikleşen çalışmaları sonucunda yaratıcılığını kullanamaması hasebiyle hem yeni şeyler-fikirler üretip kendi işini yapma isteğinin gerçekleşmesi zorlaşır ve bu sayede yapmış olduğu işin patronuna bağlı kalmak durumunda kalır hem de çalışmalarının otomatikleşmesi sayesinde verimli işçi olur ve bu da işverenin karını arttırır. Çalışmalarının otomatikleşmesi dolayısıyla da hızlanması sayesinde daha verimli olan işçi bir yerden sonra daha fazla kazanç sağlaması gerektiğinin farkına varabilir. Bu farkındalıktan korkan işverenin verim sağladığı işçiyi kaybetmemek uğruna çalışanına verdiği maaşa zam yapmasıyla hem işveren hem de işçi kazançlı olur. Ancak patronundan daha üstün vasıflara sahipse bu işçi ve patronunun ondan çok daha fazla kazandığını bilmesine rağmen verdiği maaşın artmasına kanıp kendi işini kurmayı tercih etmiyorsa, bu durum onun kendisini "akış"ın mutluluğuna kaptırdığını ve bilinçsizce davrandığını gösterir. İş hayatında bilinçli bir metotla çalışmayan bu birey, "akış"ta olmanın ve işlerini bilinçsizce yapıyor olmanın konforlu taraflarından kendini soyutlamadığı sürece sosyal hayatında da bilinçli davranışlar göstermesi zorlaşır ve kendini bu kontrolsüz haz akışına saplanmış halde bulur. İş hayatında kendi bilincini kullanıp yeni yollar deneyebileceğini bilinçsiz otomatik çalışma metodu hasebiyle idrak edemeyen birey günlük hayatında da bunu düşünemez; bu sebeple özgür bir birey olup kendi yolunu çizmektense onun önüne serilmiş olan yolda ilerlemeyi tercih eder. Modern kölelik de işte böyle ortaya çıkar. Yaratıcı beyinler, çalışma hayatında köleleşir ve verimli robotlara dönüşürler. Hayatları da artık rutin ve otomatiktir; bu da onları sorgulamayan, bilinçsiz ve her söyleneni kabul eden cahil köleler yapar. Onlar piramidi ayakta tutanlardır. 5000 yıl geçti ancak dünya düzeni hala değişmedi, yalnızca şartlar kolaylaştı. Çünkü piramidi ayakta tutanlar ve ağır yükleri sırtlamış olanlar bilerek veya bilmeyerek piramidin tepesindekileri zengin etmeye devam etmektedirler. Verdikleri olağanüstü çabalarla kendilerine hak ettiklerinden epey az bir kazanç sağlayan bu kimseler 10 liralık bir çalışma sergiliyor olsunlar; bu 10 liralık çabanın belki 1 lirası onlara, kalan 9 lirası da piramidin tepesindeki efendilere kalır. Hal böyleyken bu adaletsiz sistem, -bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde- soyut bir toplum sözleşmesiyle onaylanmış ve kabullenilmiştir. Elbette ki toplumdan tamamen soyutlanmış bir şekilde kendi yolumuzu çizmeliyiz gibi bir çözüm sunmuyorum toplumun tüm bireylerine. Kimisi bunu doğru yol olarak görür, yaşantısının her katmanını toplumdan ve toplumun kurallarından bağımsız bir şekilde oluşturmaya çalışır. Ancak bizler sosyal ve politik hayvanlar olduğumuzdan istesek de istemesek de içinde bulunduğumuz topluma ve toplumun kurallar zincirine bağlı olmak durumunda kalıyoruz. Bu durumu göz önünde bulundurup kendimize doğru bir yol çizebilmek için başta kendi benliğimizi-bilincimizi iyi çözmüş olmamız gerekir. Bunun için, ilk olarak Freud tarafından ortaya atılmış olan yapısal psişe modellemesini incelmek faydalı olacaktır. Freud'a göre zihnimiz adeta bir savaş alanıdır; psikanalizde id, ego ve süper ego, insan zihninde etkileşime giren üç katman kümesidir ve bu kümeler hayatta verdiğimiz kararları belirlemek adına her an savaş halindedirler. Kısaca ifade etmek gerekirse id içgüdülerimizi ve dayatmalardan bağımsız öz benliğimizi, süper ego öz denetleyiciliği ve toplumsal normları, ego ise bu ikisinin dengelenmesini temsil eder. Öyle ki; hayatta verdiğimiz kararlarda içgüdülerimiz (bireysel arzular) baskın gelirse hayvanlaşır, kurallar (toplumsal normlar) baskın gelirse robotlaşırız. İnsan olabilmek ise bu ikisinin düzgün bir şekilde dengelenmesi yani egomuzun devreye girmesiyle gerçekleşir. Dolayısıyla denilebilir ki hayvan ve robot olmak arasında kalan insan olma erdemine sahip olmanın yolu bu ikisinin ortasında gidebilmek yani dengeli olmaktan geçer. Platon ve Aristoteles de bireyin erdemli olmasının yolunun "altın orta" olduğunu savunur. Benimsemiş oldukları etik anlayışı Yunan tıbbını hatırlatıyor: Ancak dengeli ve ölçülü olmakla mutlu ya da "uyumlu" bir insan olabiliriz. Kuran'da da Bakara 143'de "İşte böylece Biz sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için ifrat ve tefritten sakınıp doğru ve normal yolu tutan orta bir ümmet kıldık." denilerek orta yolda gitmek ve dengeli olmak övülür, tavsiye edilir. Hal böyleyken insanın ne (toplumu saymadan) yalnızca kendi isteklerini baz alıp hayvanlaşması ne de (bilinçsizce) toplumun normlarına uygun bir robot haline gelmesi gerekir. Topluma saygı gösterip akıştaki mutluluğu yaşayan ama aynı zamanda bilinçli bir şekilde yaşayıp kendi menfaatini (toplumun zararına olmayacak şekilde) önde tutan bir birey olup insanlaşması gerekir. Elbette bu bireysel çözüm önerisi dünyadaki kölelik düzeninin değişmesine ve piramidin yıkılıp insan topluluklarının ortak bir düzlemde yaşamasına yetmeyebilir. Ancak bir birey hem hayvanlaşmamayı hem de robotlaşmamayı gaye edinip bilinçli bir şekilde akışta olmaktan aldığı verim ve mutlulukla insan olma gayretinde bulunursa o birey için çok şey değişir. Bu yönde değişip "altın orta"yı tutturan bireylerin sayısı arttıkça kölelik sistemi hasar görmüş ve toplumsal sorunlar azalmış olur. Bireyler ancak; kendilerini mutlu eden ve verimli olmalarını sağlayan "akış"a bilinçli bir şekilde yaklaşırsa dolayısıyla bir birey olarak özünde ne kadar yaratıcı olduğunun ve içinde bulunduğu toplumun iyi yönde değişmesinin kendini iyi yönde değiştirmekle mümkün olacağının farkına varırsa bu şeytani kölelik sistemi, bugünkü tanımıyla (konforlu) modern kölelik anlayışı ortadan kalkabilir. "İnsanın önünde ve arkasında, Allah'ın emriyle onu izleyen ve koruyan melekler vardır. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah'ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz." (Ra'd 11)
·
92 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.