Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

240 syf.
7/10 puan verdi
“Palu ailesini tanıyanların da iddiasına göre, ailedeki garip olaylar Tuncer Ustael ile başladı. Herkese kendisini ‘cinci hoca’ olarak tanıtan Tuncer Ustael, ilk olarak ailede kendisine inanmayan Harun Palu ve Ahmet Tuncer’den kurtulmak için harekete geçti. Tuncer, eşinin erkek kardeşi İsa’yı Meryem’in kocası Ahmet’i vurması için ikna etti. İsa, “Kardeşimi satıyordu” diyerek Ahmet’i öldürdü. Birlik olan Palu ailesi Meryem’i cinle korkutup ağır tahrik ifadesi verdirdi. Oğlunun hapse girmesini istemeyen Harun Palu suçu üstlenerek hapse girdi. Tuncer, böylece kendisine inanmayan iki kişiden kurtuldu.” -hurriyet.com.tr 2019 yılına damgasını vurmuş olan Palu ailesi, muhtemelen on beş yirmi yıl sonra insanların hafızalarındaki tozlu raflara kaldırılmış olacak. Gün be gün ortaya çıkan dehşet verici olaylar silsilesi, çoğumuzda hayret uyandırmaktan öte, şu soruyu da uyandırmalıydı: Bunca şeyi nasıl yaşamışlar? Palu ailesininki kadar olmasa da her yeni üçüncü sayfa haberi içimizi üşüten olay zincirleri sunuyor önümüze. Biz belki eşimizle tartıştığımızda yalnızca sözlerin duygusal yükü altında parçalanırken, başka bir hanede biri eşini bilmem kaç yerinden bıçaklıyor. Bıçaklayan bu caniliği, bıçaklanan bu zulmü nasıl taşıyor? Tüm bu serzenişlerime dair tek kelimelik bir cevap var belki de: Kanıksanmışlık. Sevgili Arsız Ölüm, bu cevabın “ne”liğini değil, “nasıl”lığını gözler önüne seren bir roman. Kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda ailemize Alacüvek isimli köyde dahil oluyoruz. Bunu diyen kaçıncı kişiyim bilmiyorum ama evet, kitap Yüzyıllık Yalnızlık’ı andırır şekilde başlıyor. Ne kastediyoruz bunu derken, hemen büyülü gerçekçilik ve inler cinler mevzuuna inmeyelim. Esas vurgulanması gereken, Marquez’inki gibi bir kayıtsızlıkla, olayları üst üste yığarak, biraz kocakarı dedikodusu gibi anlatıyor Latife Tekin. Neyse ki Marquez gibi her karakterine aynı ismi vermiyor da olaylar daha takip edilebilir bir hâl alıyor. Bu anlatım tarzı, yukarıda bahsi geçen soruya verilen cevaplardan birini teşkil ediyor. Bunca şeyi yaşayabiliyorlar; çünkü onların birinin içinde kaybolmuyorlar. Daha bireysel meselelere odaklanan romanları ele alalım mesela, oralarda bir karakterin başına gelen belki de basit bir olayın, karakterin hayatında ne tür yaralara yol açabildiği derinlikli bir şekilde irdelenir. Kendimizi ifade edebildiğimiz ölçüde kendimizi tanıdığımız savı da burada devreye girer. İfade edemediğimiz kederler, kuyu olup bizi içine düşürmek yerine, ya bulut olur üstümüzde dolanır, ya da taşlaşıp kalbimizi katılaştırır. İşte bu yüzden romanda bir sayfada anne Atiye’nin ölümden dönüşü, bir sonrakinde oğlan Seyit’in iş kurma çabası, sonraki sayfada bir diğer oğlan Mahmut’un gitar sevdası, bir sonraki sayfada baba Huvat’ın dine diyanete bağlanması anlatılabilmektedir. Bu anlatım tarzı romana kaotik bir tabiat kazandırsa da, anlatılan şeyler yersiz gelmez. Kaos, anlatının ve anlatılanın tabiatında vardır. Karakterler, kaotik düzende kederlerinin kuyusuna inip derinlere dalamaz. Hayat devam ediyordur. Açıkçası roman köyde devam edecek olsaydı, Yüzyıllık Yalnızlık benzetmeleri çok daha yerinde olacak ve kitabı batıl inançlar ansiklopedisi olarak tanımlayıp rafa kaldıracaktık. Ama neyse ki roman yaklaşık yetmiş sayfasını köyde temellerini oturtmakla geçirdikten sonra aileyi şehre gönderiyor. İşte bu noktada kitaba yapılan yerli Yüzyıllık Yalnızlık yakıştırması eksik kalıyor. Marquez de Macondo’yu şehirleştiriyor; ama bunu kendi ülkesinin siyasi geçmişini de kapsayacak şekilde yapıyor. Latife Tekin ise sosyoekonomik gerçekliğe odaklanmayı tercih etmiş. Ailenin şehre göçüyle en temel sorunu geçim oluyor. Geçim sorunu peşinde koştururken ailenin başına gelmedik kalmıyor. Tüm bu felaketlere karşı temel mücadele mekanizması batıl inançlar olunca işler iyice çetrefilleşiyor. Tüm bunların kurbanı diyebileceğimiz ve Latife Tekin’in kendisini temsil ettiği söylenen Dirmit kızın başına gelenler de ailenin fena istikametini resmediyor. Dirmit’in adı daha küçüklüğünden “cinli”ye çıkmıştır. Şehirleşmeye, modern hayata uyum sağlamaya, batıl inançlardan uzak yaşamaya en istekli diyebileceğimiz kişi de Dirmit’tir. Bu yüzden değil tabii, ama böyle olduğu için de ailenin batıl inançlarını muhafaza edebilmesinin, şehirde köylü kimliğini koruyabilmesinin tek yolu, Dirmit’in “cinli” olarak kabul edilmesidir. Dirmit’i ayrı tutarsak, diğer tüm karakterlerin arasında temel ayrım cinsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün erkek karakterler bir çatı altında, kadın karakterler de bir çatı altında toplanmış gibidir. Zaten yazarın argümanlarının birinin de erkeklerin erkek rolüne, kadınların da kadın rolüne bürünerek tek tipleştiği olduğunu söyleyebiliriz. Bana bu bağlamda ilginç gelen noktalardan birisi, baba Huvat ve Seyit’in ömürlerinin belli noktalarında dindarlaşması, ama bu dindarlaşmanın eşlerine bir yansımasının görülmemesidir. Kadınlar için din, batıl inançlarını, büyüleri gerçekleştirmelerini sağlayan bir zemini teşkil eder. Eşler arasında iletişim yoktur, sadece çatışma vardır. Bu yüzden kadınlar eşlerinden etkilenip dindarlaşmamaktadırlar. Ama bu değişime mani olan bir etken daha vardır. O da erkeklerin dindar olduğu ve olmadığı zamanlarda batıl inançlara dair yaklaşımlarının değişmemesidir. Bu durum batıl inanışların dine ne kadar gömülü olduğunu gösteren acı bir tablodur. Peki gelelim Dirmit’e. Dirmit ile yazar kendi kuyusunu kazıp derinleşmek arzusu taşıyan bir karakterin bu katı gerçeklikte nasıl yaşadığını resmetmiş. Dirmit’e yapıştırılan cinli ifadesi, kendini arayış içindeki herkese yöneltilmiş bir itham aslında. Dirmit’in şiir yazmasından rahatsız olunmasının altında üç sebep yatıyor: Biri, bu batıl inanışlar ve el alemin şekillendirdiği gerçeklikte, ayrıksı durmanın ayıp olması. İkincisi, şehir hayatının farklılıklarına karşı özünü muhafaza refleksi. Sonuncusu ise, aile birliğini parçalama ihtimali. Elbette bunlar birbirinden tamamen bağımsız sebepler değil; her biri birbirine alabildiğine meczolmuş sebepler. Her ne kadar yazarın Dirmit ile yapmak istediğini romanın gerçekliğinde kabul edilebilir bulsam da, yazarın apaçık mesaj kaygısıyla yazdığı kısımlar maalesef romanın gerçekliğinden beni koparan etmenlerden oldu. Bütün karakterleri ardı sıra kat’i bir kayıtsızlıkla gezerken Dirmit’e gelince bunun kaybolmaması gerekirdi diye düşünüyorum. Böylece yazar her ne mesaj vermek istiyorduysa romanın gerçekliğine karşı kürek çekmeden verebilirdi. Yine de bunun romanın geneline bakınca küçük bir kusur olduğunu da ekleyelim. Sevgili Arsız Ölüm, içeriğinden ziyade, anlatmak istediği şeyle anlatma yönteminin uyumunu beğendiğim bir roman oldu. Karakterlerin başlarına gelenleri bir süre sonra önemsememeye başladım bile diyebilirim okurken, tıpkı yazar gibi. Çünkü ne sorusunu değil, nasıl sorusunu soran ve başından sonuna soluksuz bu cevabı veren bir kitap Sevgili Arsız Ölüm. Hayat bize aklımızın ve kalbimizin almayacağı şeyler gösterecek mutlaka. Muhtemelen verilebilecek en basit ve ağır örnek sevdiklerimizin ölümü olacak. Allah muhafaza, ama belki bir gün öyle biri ölecek ki, ertesi güne nasıl uyanacağımızı sorarken bulacağız kendimizi. Sonra öyle bir kişi daha ölecek. Sonra bin kişi daha. Sonra bir bomba patlayacak. Sonra bir ekonomik kriz. Sonra bir kıtlık. Sonra bir tufan. Sonra bir isyan. Sonra bir nisyan. Sonra bir bakacağız ki, gece bitmiş, güneş doğmuş. Ama doğudan, ama batıdan. Belki üstümüzde bir bulutla, belki kalbimizde bir ağırlıkla. Ama doğacak. Kendinizi hâlâ nasıl yaşayabiliyorum diye sorarken bulduğunuzda, bu romandan öğreneceğiniz bir cevabı verebilirsiniz: Kaos insana dirlik katar.
Sevgili Arsız Ölüm
Sevgili Arsız ÖlümLatife Tekin · Can Yayınları · 20187bin okunma
·
56 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.