Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

363 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
İlham Verici...
Okurken aşırı derecede etkileneceğiniz; hüzün, öfke, mutluluk gibi pek çok zıt duyguyu size derinden hissettirecek, elinizden bırakamayacağınız gerçek bir başarı öyküsü. Çok büyük gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki uzun zamandır bu kadar etkilendiğim, bu kadar içine girdiğim bir roman okumamıştım. Tara ile mutlu oldum, Tara ile ağladım, bütün o yaşadığı travmaları onunla beraber yaşadım okurken. Roman yazarın kendi hayatını anlatıyor. Tara seksen altı yılında Idaho'da Mormon bir ailenin yedi çocuğunun en küçüğü olarak doğuyor. Mormonluk 1830’larda Amerika'da ortaya çıkan, kurucusu Joseph Smith olan bir Hristiyanlık akımı (tarikatı) diyebiliriz. Tara'nın babası çok koyu bir Mormon olmakla birlikte aynı zamanda bir psikopat bana göre. Yaptığı bir çok şey Mormonluk kisvesi altında, paranoya ile harmanlanmış, diktatörce ailesini baskılamaktan ibaret. Ailenin yaşadığı yer çok geniş bir arazi içinde etrafı dağlık bir çiftlik. Bu açıdan şehirden uzak, diğer insanlarla sosyalleşmeden bir hayat sürüyorlar. Baba ve çocuklar çiftlikte hurda işi yapıyor, anne bitkilerle tedavi üzerine çalışıyor, bir dönem ebelik yapıyor. Asla hastaneye gitmiyorlar, çocuklarını okula göndermiyorlar. Hatta ve hatta onlara kimlik bile çıkartmıyorlar. Çünkü babanın hükümet konusunda paranoyaklık seviyesinde fikirleri var, Babaya göre hastaneler ve tıbbi yardım da şeytanın işi. Tara çok uzun bir süre içinde doğduğu bu aileyi normal kabul ediyor, çünkü başka türlüsünü görmeyince doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt edebileceği bir emsal yok çevresinde. 'Aa böyle de olabilir' diyemiyor. Baba ne derse, ne anlatırsa tereddüt etmeden inanıyor. Fakat o kabuğun içinden biraz sıyrılınca, farklı hayatlarla karşılaşmaya başlayınca yaşadıklarını, doğru kabul ettiklerini, kendi hayatını da sorgulamaya başlıyor. Bu noktada Tara’dan şu alıntı çok yerinde olacaktır; “Bütün dünya yanlıştı da, bir tek Babam mı doğruydu?” Kitabın bana en çok sorgulattığı şeyde bu oldu: Acaba kendi doğrularımızı mı yaşıyoruz yoksa ailemizin, sosyal çevremizin bize dikte ettiği doğruları mı yaşıyoruz? Gerçekten hangimiz düşüncelerimizi araştırarak, sorgulayarak edindik? Ya ailem ya çevremdeki insanlar yanılıyorsa diye hiç düşündük mü? Gerçekten kendi düşüncelerimize mi sahibiz yoksa çoğunluğa mı uyuyoruz? Tara Westover, ailesinin doğrularını sorgulayarak kendini bulmuş bir insan ve bu zorlu kendini bulma yolculuğu beni çok etkiledi. Hayran kaldım diyebilirim. Biraz derinlemesine incelemek istiyorum (Buradan sonrası spoiler içerebilir); Kitabı okurken Tara’nın yaşadıklarına, eğitimin yada eğitimsizliğin, bağnaz düşüncenin, öz abisi tarafından gelen şiddetin bir insanın hayatına ne derece etki edebileceğine, bütün hayatı boyunca unutamayacağı, kurtulamayacağı travmalar yaşatabileceğine tanık olup buz kesiyorsunuz. Kitabın bir kısmında Tara henüz on bir yaşlarındayken dans dersinden çıkmış altı yaşlarındaki kız çocuklarını annelerini beklerken görüyor. Ve şöyle bir ifade kullanıyor; “Bizden küçük sınıfın dersi yeni bitmişti ve istasyonun marketi, kadife şapkaları ve koyu kırmızı payetlerle ışıldayan etekleriyle anneleri için hoplayıp zıplayan altı yaş kızlarıyla dolmuş taşıyordu. Bacakları sadece şeffaf taytlarla örtülü küçüklerin rafları arasında oynayıp sıçramalarını izledim. Gözüme hepsi minik şıllıklar gibi göründü.” On bir yaşında bir kız çocuğunun, etek giymiş küçük kız çocuklarını şıllık gibi görmesi her şeyin özeti aslında. Dans dersinde giymesi gereken kostümü mazbut olmadığı gerekçesi ile giymek istemeyen bir kız Tara. Dans resitalinde babası onu izlediği için sahneye mıhlanan, yapması gereken hareketleri yaparsa eteği sıyrılacak ve babası ona kızacak diye telaşlanan, gösteriyi mahveden ama o anda bile sadece babasının tepkisini merak eden bir kız Tara. “Bizim gibi olmayan insanlarla nasıl konuşacağımı hiç öğrenmemiştim; okula ve doktora gidenlerle. Her gün Dünyanın Sonu’na hazırlanmayanlarla.” “Namuslu kadınlar dar kıyafetler gitmezdi. Öteki kadınlar giyerdi.” “Zamanla onlar gibi yürümemeye, eğilmemeye, çömelmemeye çalışmakla o kadar meşgul oldum ki evde hareket edemez hale geldim. Kimse bana eğilmenin edepli şeklini öğretmediği için ayıp şekliyle yaptığımdan emindim.” Tara kafasında bu tip düşüncelerle yaşayan kendini Dünya’dan ‘kendi gibi olmayanlardan’ soyutlamış bir çocuk. Çünkü babasının öğretilerine göre onlar gibi olmayanlar Rab’in yolundan çıkmış günahkar iblisler. Kısacası babasına yaranmak için elinden gelen her şeyi yapan, babasının doğrularıyla, öğretileriyle yaşayan bir kız Tara. ‘O zamanlar babamın sözlerinin benim de sözlerim olması gerektiğine inanıyordum (Bir parçam buna daima inanacak).’ Sürekli kızını manipüle eden, beynini yıkayan bir babamın egemenliği altında kendinden sürekli taviz veren bir kız Tara. Üniversiteye gitmeye karar verip abisi Tyler’ın da desteğiyle cebir, trigonometri çalışıp azmeden bir kız Tara. Ve babasının bir akşam odasına gelip; “Rab beni tanıklığa çağırdı, Şu an senden hoşnutsuz. Onun nimetini bir kenara atıp ahlaksızca insani bilginin kuyruğuna takılmışsın. Sana karşı gazabı kabarmış. Sonuçlarını görmen yakındır.” demesiyle bu kararından vaz geçen bir kız Tara. Nasıl bir baba bunu yapabilir bir çocuğun eğitim görme isteğini bu derece bağnaz düşüncelere etkileyebilir. Okuduğum her satırda tüylerim diken diken oldu. Tara’nın o kadar emek verip kendi kendine öğrendiği matematik için üzüldüm. Bütün o çabalarından babasının uydurduğu sözde kurallar ve ona itaatsizlik korkusu yüzünden vazgeçmesine üzüldüm. Tara bu konuşma üzerine; ‘Hayatımın bana ait olmadığını hatırladım. Her an bedenimden tutulup çıkarılabilir, hiddetli Rab ile hesaplaşmak üzere öte tarafa sürüklenebilirim’ diye düşünüyor. Rab okula gittik eğitim aldık diye bize hesap sormaz Tara. O kız çocuğunu karşıma alıp konuşmayı o kadar çok istedim ki kitabı okurken. Babanın sana anlattığı her şey uydurma eğitim görmek günah değil, kötü bir şey değil demeyi o kadar çok istedim ki... Ve babanın çocukları sakatlanma risklerinin çok yüksek olduğu işlere koşması var tabi birde. Öyle ki inatçılığı yüzünden Tara’nın daha on yaşındayken beş metre yükseklikten düşmesi ve sırtını düşerken demire çarpması, çocukları saçma sapan tehlikeli bir kesme makinasında zorbalıkla çalıştırırken Luke’un kolunu parçalaması ve bunun üzerine o ölüm makinesine Tara’yı geçmeye zorlaması. Ve daha bir sürü iş kazası. Çocukları riske atmakta hiçbir tereddüt yaşamayan bir baba. Çünkü ona göre Rab ve melekler onları korur. Birde şiddete meyilli abi var. İstediği olmayınca kızın bileğini büküp kafasını klozete sokan ruh hastası bir abi. Ve benim asıl içimi acıtan Tara’nın dövülmesinden çok insanlara rezil olmaktan korkarak bu durumu örtbas etmeye çalışması oldu. Erkek arkadaşının önünde kafası tuvalete sokulduğu halde bunu bir şakalaşma, olağan bir şey gibi gösterme iç güdüsü, gördüğü şiddette bile kendinde sürekli kusur araması, abisini af etmek için sürekli bahaneler uydurması, ama ben böyle yapmasaydım olmazdılar üretmesi. ‘Kusurun bende olduğuna inanmak rahatlatıcı çünkü gücün elimde olduğunu gösteriyor.’ Ve bu kabullenişler gün geliyor Tara’nın kabuslarının baş rolü oluyor. Gittiği her yerde, girdiği her ortamda gördüğü şiddet gözünün önüne geliyor. Öte yandan ise hiç eğitim almamış Tara'nın hikayesi çok fazla motive etti beni. Evde eğitim aldığı bile söylenemez. Baskıcı ve dediğim dedik babasının işlerine yardım etmekten zar zor bulduğu sınırlı vakitte, kendi çabalarıyla öğrendiği kısıtlı bilgiyle üniversiteye giriyor. Oradan Cambridge Üniversitesi, hatta oradan da Harvard Üniversitesi. Bu bir mucize ve Tara bunun keyfini, bunun gururunu bile yaşayamıyor. Evden ayrılmış olsa da o evden tam olarak bağını kopartamıyor. Tatillerde eve her gittiğinde yeni bir travma yaşıyor. Babası annesi bir kere onu tebrik edip başını okşamıyor. Ailesinden hiç kimsenin takdirini kazanmıyor. Aksine şeytanın yoluna gittiği öne sürülerek aileden dışlanıyor. Ve Shawn’dan (abisinden) gördüğü şiddeti annesine anlattığında, annesinin ona gerekenin yapılacağını söyleyip hiç bir şey yapmaması, babanın olayı öğrendiğinde kanıt istemesi ve oğlunu tutması, Tara’yı iftiracı bir iblis olarak yargılaması, işte bu Tara’nın içinde onarılmaz bir yara açıyor. Harward’da günlerce hatta aylarca derslerine adapte olamıyor. Okumalarını, tezini bırakıyor. Her gece kabuslar görerek, çığlıklar atarak uyanıyor. Yaşadıklarını, ailesini kimselere anlatamıyor. Utanıyor. Geçmişi yaşadıklarını Idaho’da bırakıp yeni hayatına yansıtmamak istiyor ama olmuyor. Kabusları peşini bırakmıyor. “Utancımın nereden geldiğini o zaman kavradım: Mermer kaplı konservatuvara gitmemiş olmaktan ya da babamın diplomat olmamasından değil. Babamın yarım akıllı olması ve annenin ona uyumasından da değil. Beni kesicinin amansız bıçaklarından uzak tutmak yerine, onları doğru ittiren bir babam olmasından geliyordu. Yere yapıştırıldığım o anlardan geliyordu; annenin gözlerini kulaklarını kapamış, yan odada durduğunu ve o an için kesinlikle benim annem olmamayı seçtiğini bilmekten geliyordu.” diyor Tara. Hep ailesi tarafından sahiplenmemenin, olduğu gibi kabul edilmemenin ezikliğini yaşıyor. Defalarca babası ile konuşuyor uzlaşmaya çalışıyor ama baba ona şartlar koşuyor tekrar aileye kabul edilmesi için. Şart şu kendi benliğinden vazgeç. “Babamın içimden defetmek istediği şey iblis değildi, bendim.” Tara kendinden vaz geçmeyince de ailesinden vaz geçmek durumunda kalıyor. Çünkü annesine de bir türlü ulaşamıyor annenin şartı baba ile barışması yoksa kızını ret ediyor. Ve Tara bir şekilde ailesiz yaşamayı öğreniyor. Bir yerde içinden söküp atıyor. Bir danışman yardımı alıyor ve önüne bakıyor. İçinde her zaman ailesel bir burukluk kalıyor ama bir şekilde de hayatını kendi başına inşa ediyor. Kişisel gelişim maiyetinde olan bu kitabı lütfen okuyun, pişman olmazsınız.
Talebe
TalebeTara Westover · Domingo Yayınevi · 20193,176 okunma
··
2.438 görüntüleme
eylulnotasi okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. Spoiler içerirden sonraki kısmını üzülerek söylüyorum okumadım. Çünkü Şuan kitabı okuyorum. Benim için de incelemeniz ilham verici 🙂
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.