Gönderi

Aşk Bir Cinayettir
Başı kucağımdaydı, gözleri bana, yalnızca bana bakıyordu. Ben sırtımı duvara vermiş, ayaklarımı açarak yere oturmuştum; onun dizleri usulca bükülmüş, parmakları gömleğime sımsıkı yapışmıştı. Bej rengi bluzunun sol göğsünde kırmızı bir leke vardı, anbean açan bir çiçek gibi gitgide koyulaşıyordu. Kumral saçlarından birkaç tel birleşip, perçem halinde geniş alnına düşmüştü. Kadife perdenin aralığından sızan gün ışığı bu küçük perçemi kendi suyunda süzüp saman sarısına boyuyordu. Bu küçük perçeme dokundum, sanki onun yüreğine, gülümseyişine, bakışına dokunur gibi. Ne başını öfkeyle geriye çekti ne de küçümseyen bir gülümseyiş belirdi henüz rengini yitirmeyen dudaklarında. Tıpkı güzel başı, ince bedeni gibi küçük perçemini de uysalca bana bıraktı, istediğim gibi sevebileyim diye. Şaşırdım; çünkü bu ilk kez oluyordu. Kahverengi gözbebekleri her zamankinden daha iri, daha derin, daha anlamlıydı. O koyu kahverengilikte, kirpiklerinin gölgeleri arasında gizlenen birini görür gibi oldum. Hayal görüyor olmalıydım. Şaşkınlıkla yeniden baktım. Hayır, hayal filan görmüyordum; yer yer sarı beneklerin belirdiği o tatlı kahverengilikte gerçekten de bir adam vardı. Dehşetten çarpılmış bir yüzle sevgilimin gözbebeklerinden bana bakıyordu. İrkildim. Adamın orada oluşu değil, yüzündeki dehşetti beni irkilten. Panik içinde elimi yüzüme götürdüm, alnımı, kaşlarımı, burnumu yokladım, hepsi sağlamdı, yerli yerindeydi. Kalkıp aynaya baksam... Bakışlarım kucağımda yatan sevgiliye kaydı. Hayır hayır, onu bırakamazdm. Hem de gözleri ardına kadar bana, yalnızca bana bakarken, hem de ona dokunuşuma karşı çıkmazken. Bu büyülü anı bozup, aynaya koşamazdım. Yüzüm çarpılmış, rengim kaçmış, tenim al kanla yıkanmış olsun fark etmezdi, sevgilimi böyle bırakamazdım. Belki de adamın yüzündeki ifadeyi yanlış okumuşumdur, diyerek o canım kahverengiliğe yeniden daldım. Dikkatle bakınca yanıldığımı anladım. Adamın yüzündeki ifade dehşet değil, acıydı. Yoğun bir pus gibi, elimle dokunabilecekmişim gibi katı bir acı. Anlayamadığım onun da bana büyük bir dikkatle bakmasıydı. O anda gözlerindeki yaşları fark ettim. Ağlamıyormuş gibi sessizce akıyordu yaşlar. "Niye ağlıyorsun?" diye sordum. Yüzündeki acıya bir de şaşkınlık eklenmişti şimdi. "Bir de soruyor musun?" Şaşkınlık sırası bana gelmişti. "Neden sormayayım ki?" dedim. "Farkında değil misin?" dedi öfkeli bir sesle. "Neyin farkında değil miyim?" dedim, başımı sallayarak. "Onu öldürdün!" Bir an adam kayboldu, sevdiğim kadının dudaklarındaki gülümseyiş olanca tatlılığıyla serildi gözlerimin önüne. Bedenin ağırlığını hissettim bedenimde. Ellerimle ipeksi saçlarına dokundum. "Saçmalıyorsun" diye mırıldandım kendinden emin bir tavırla, sevgilimin gözlerindeki yabancıya "Onu öldürmedim." Bakmaktan hiç bıkmayacağım o saydam kahverengilikte, adamın acıyla kıvranan yüzü yeniden belirmişti. "Kendini böyle kandıramazsın." dedi. Sesi çok derinlerden geliyormuş gibi boğuk çıkıyordu. "Ne kandırması? Sen neden söz ediyorsun?" diye söylendim. "Böyle yaparak bu işten sıyrılamazsın." "Bir şeyden sıyrılmaya çalıştığım filan yok" dedim, "Şurada sakin sakin sevgilimle oturuyordum ki sen çıkıverdin ortaya." "Sakin sakin mi oturuyordun?" diye acı bir alayla söylendi adam. "Evet, işte gördüğün gibi o da kucağımda." "O halde sevgilinin kalbini dinlesene " dedi. Gülümsedim. "Gerek yok ki dinlemeden de ben onun kalbinin vuruşunu duyabiliyorum." "Korkuyorsun değil mi ?" "Neden korkayım canım?" "Neden olacak, gerçekle yüzleşmekten korkuyorsun." "Hayır, korkmuyorum." diye bağırdım. "O zaman elini atardamarının üzerine koy dedi. Adamın böyle emreder gibi konuşması canım sıkmıştı. Bana ne yapacağımı söyleyemezsin." dedim sert bir sesle. Ama o benden daha çok öfkelenmişti. Allah kahretsin" diye bağırdı, "Aslında her şeyin farkındasın değil mi?" "Bulmaca gibi konuşmayı bırak" dedim ben de ona çıkışarak, "Neyin farkındaymışım?" "Bir katil olduğunun. Onu öldürdüğünü." Elim sevdiğim kadının saçlarına dokunmuştu yeniden. Yüzünde gümüşi bir parlaklık oluşmuştu. Bu beyazlık o kadar yakışmıştı ki, onu hiç bu kadar güzel görmemiştim. Gózlerim aşağıya kaydı, bluzundaki leke giderek koyulaşıyordu. "Beni anlamıyorsun" diye mırıldandım. "Anlamanı da beklemiyorum zaten." Adam yeniden belirdi gözlerimin önünde. "Asıl sen beni anlamıyorsun. Sadece beni değil içinde bulunduğun durumu da anlamıyorsun. Az önce birini, birini değil yaşamında en çok sevdiğin insanı öldürdün." "Beni anlamadığını söylemiştim." dedim, başımı sallayarak. Başımı sallayınca sevdiğim kadının bedeni de benimle birlikte sarsıldı. Sakinleştim, sarsıntının sevgilimin canını yakmasından korkuyordum. Sağ elimle usulca yanağına dokundum. "O çok mutsuzdu." diye mırıldandım. "O yaşamının sınırına gelmişti. Hiçbir şeyden tat alamaz olmuştu. Onun mutsuzluğuna dayanamazdım." "Yalan!" diye haykırdı adam gizlendiği bakıştan. "Onun kendine göre bir dünyası vardı." "Nasıl bir dünyaymış bu?" diye sordum. Alaycı bir gülümseme dudaklarımı yakmaya başlamıştı. "Kimler vardı o dünyada?" "Ailesi" diyecek oldu. "Nefret ederdi." dedim, lafını ağzına tıkayarak. "O sık sık sözünü ettiği abisini bile sevmezdi." "Arkadaşları" diye atıldı. Boş versene dercesine elimi salladım. "Hepsini kıskanırdı." Adam duraksayınca ardı ardına sıralamayı sürdürdüm. "İşi yoktu, amacı yoktu, yaşamdan ne beklediğini bilmiyordu. Bu yüzden sıkılıp dururdu." "Ama aşkları vardı" dedi adam, üzüntüsünü aşan canlı bir sesle. "Aşka önem verirdi." Gözlerim sevdiğim kadının belki yüzlerce kez öptüğüm ama öpmekten yorumladığım, bıkmadığım, her tadışımda farklı duygularla kıvrandığım, henüz pembeliğini yitirmemiş yarı aralık dudaklarına kaydı. Eğilip yeniden öpecektim gömleğindeki büyüyen leke gözüme çarptı. "Haklısın" dedim bakışlarımı büyüyen koyu renkli lekeden alarak, "aşk, onun için her şeydi." "Onun kocaman bir yüreği vardı" dedi adam, düşüncesini benimsemiş olmamdan cesaret almıştı. "Aynı anda seni, onu ve ötekini sevecek kadar büyük bir yürek." "İşte bunda yanılıyordun ahbap" dedim. "Belki birkaç kişiyi yüreğine sığdırabilirdi, ama o kimseyi derinlemesine sevemezdi. Yüreği o kadar olgunlaşmamıştı henüz." "Kıskandığın için böyle söylüyorsun" dedi adam. Meydan okurcasına, gizlendiği kirpiklerin gölgesinden açığa çıkmıştı. "Kıskandığım doğru ama söylediklerimin bununla ilgisi yok" diye açıkladım; ellerim hala sevdiğim kadının saçlarındaydi, uzaktan uzağa parfümünün kokusu geliyordu burnuma. Bedenini bedenimde hissederek konuşmayı sürdürdüm. "Aşkları var derken haklıydın, çünkü yaşamda tutunacağı başka hiçbir şeyi yoktu. Ama işin acı tarafı aşkı yaşayacak cesareti yoktu. Bir insana bağlanmanın tehlikelerini göze alamayacak kadar korkaktı, bencildi. Bu yüzden hep yedekte birilerini tutardı. İlişkilerini hep üçüncü kişiler üzerinden sağlama bağlardı. O aşkın peşinde değildi, eğlencenin peşindeydi. Oysa aşk ve eğlence aynı değildir. Hatta eğlence, hafiflik aşkı öldürür." "Yani o aşkı öldürmesin diye, sen onu öldürdün." dedi. Gergin sesindeki alaycı tını hissedilmeyecek gibi değildi. "Taktın şu öldürmeye" dedim, yüzü bana hiç de yabancı gelmeyen adamı bıkkın bir tavırla süzerek. "Anla artık, bu sözcük durumu açıklamıyor. Ben onu öldürmedim. Ona bir yaşam armağan ettim." "Aşkla sınırlanmış bir yaşam." diye mırıldandı adam alaycı bu tavırla. "Aynen öyle" dedim buruk gülümseyişine aldırmadan. "Neredeyse iyilik ettim diyeceksin." dedi adam, hayretle gözlerini açarak. "Evet iyilik ettim." dedim, soğukkanlı bir tavırla. "Böylece sevgilim, en çok önem verdiğini söylediği duygu için öldü. Gözlerim yine sevdiğim kadının yüzüne kaymıştı, pencereden yansıyan ışık şimdi sağ kulağını aydınlatıyordu. Henüz benden çıkmadığı günlerde, uzun uzun seviştiğimiz öğle sonlarında, șakayla dişlerimin arasına aldığım minik kulakmemesinin ucundaki gümüş küpe güneşte parıl parıl yanıyordu. "Peki neden ötekiler değil de sen?" diyen adamın sesiyle geldim kendime. "Neden ötekiler değil de sen öldürdün onu? Seni bırakıp gittiği için mi?" "Beni bırakıp gitmedi." diye düzelttim, sevdiğim kadını incitmekten korkarcasına gözlerimle okşarken. Sonra gözlerimi kaçırarak ekledim: "Beni ötekilerle birlikte istiyordu." "Ya sen?" diye sordu. Yüzünde düşünceli bir ifade belimişti, beni anlamaya çalışır gibi bir hali vardı. "Yalnızca benim olmasını istiyordum." diye itiraf ettim. "Bencilce değil mi?" diye suçladı ama kızgınlığı geçmişti, yüzünde aptallığa yaklaşan bir masumiyet vardı. "Aşktan daha büyük bir bencillik yoktur." diye mırıldandım bilgiç bir dalgınlıkla. "Ve bencilliğimiz olmasa yaşam çok tatsız olurdu." Gözlerinde ona hiç de yakışmayan kurnaz bir ışık yandı söndü. "Ama yalnızca bencillik de yaşamı tatsız hale getirebilir." dedi. "Haklısın, ama bu aşk için geçerli değil." "Neden, öteki sevgilileri senin kadar bencil olmamayı başarabilmişler." diyerek beni kışkırtmayı denedi adam. "Çünkü benim kadar sevmiyorlardı onu." dedim. Haklılığımdan hiç bu kadar emin olmamıştım. "Sen delisin" dedi, kendime güvenim onu zıvanadan çıkarmıştı. Ama birden sesi güçsüzleşti, neredeyse ağlamaklı bir hal aldı. "Ama ben acı çekiyorum. Hem de senin işlediğin bir cinayet yüzünden. Dayanılır gibi değil bu. Hiç değilse çek git artık buradan." Onun korkudan sararmış benzine, ürkek gözlerine acıyarak baktım. "Birazdan gideceğiz." dedim. Bakışlarım kucağımdaki sevgiliye kaymıştı, usulca eğilip soğuk alnına sıcacık bir öpücük kondurdum. "Az sonra üçümüz birden gideceğiz buradan." "Ne demek istiyorsun?" diye kekeledi adam. "Bekle" diye mırıldandım, sağ elimi sevgilimin üzerinden aşırarak, bacaklarımın arasında bütün ağırbaşlılığıyla beklemekte olan tabancaya uzanırken. "Az sonra ikimizin de acısına bir son vereceğim." "Ne yani" diye mınıldandı, dudaklarında tamamlanmamış aptal bir gülümsemeyle, "Kendine de mi anlamlı bir yaşam armağan edeceksin?" Onun kaygı verici gülümsemesini ben tamamladım. "Benim anlamlı bir yaşamım vardı zaten." dedim. Sevgilimin alnı kadar soğuk olan tabancanın namlusunu şakağıma dayarken, tartışmanın sona erdiğini ilan eden sözlerimi mırıldandım. "Ama yıkıldı. Yerine daha güzelini koyabilirim sanmıştım, olmadı. Artık kendime yeni bir yaşam armağan edebileceğimi sanmıyorum. Ben sadece kendimi öldüreceğim." Kadife perdeden sızan gün ışığı kaybolmuş, oda kararmaya başlamıştı. Tetiğe uzanan elimin ağırlaştığını hissettim. Ama umu-rumda değildi, çünkü sevgilim gözlerini dikmiş bana, yalnızca bana bakıyordu.
·
206 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.