Gönderi

BENİM KOĞUŞUM MU BÜYÜK YOKSA SENİN DÜNYAN MI? On üç yaşında, annesiyle birlikte yaşayan bir kızdı. Her ayın son haftası, yaz kış demeden, hapishanedeki babasını ziyarete giderdi. Sabah olmadan yataktan kalkar, hazırlanır ve küçücük avucunu annesinin eline yatırıp, babası için yollara düşerdi. Sonra her defasında, aynı heyecanla, hapishane önünde durup, demir kapıların açılmasını ve babasını kucaklamayı beklerdi. Kapıda duran görevliler, çocuk, yetişkin demeden. ziyaretçileri itip kakar, onlara hakaret ederlerdi. Kız, suratsız gardiyanları, demir kapıları ve bitmek bilmeyen aramaları geçene kadar kan ter ter içinde kalır, yine de tek kelime sitem etmezdi. Kocaman elli, asık suratlı ve kaba saba davranan gardiyanlardan çok korkar ama korkusunu içine atardı. Aslında kızın bu korkusu sadece gardiyanlar değildi. Babası gözaltına alındıktan sonra, her şeyden ve herkesten korkmaya başlamış, içine kapanmıştı. Babasının gözaltına alındığı o geceyi hiç unutamıyordu. O zamanlar daha o on yaşındaydı. Kapıları kırılmış, evdekiler çığlıklarla yataklarından fırlamışlardı. Onlarca polis silahlarıyla herkesi yerlerde sürüklemişti Bağırışlar, çığlıklar, küfür, hakaret, insanları yüzlerine inip kalkan dipçik ve karanlığın içinde babanın sloganları... "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!" Sonra bir anda bütün sesler kesilmiş, baba götürülmüş ve geriye kıza tarifsiz bir korku kalmıştı. Baba, her görüş gününde, kızına gülümser ve ''Söyle bakalım güzel kızım, benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?'' diye sorardı. Kız babasının ne demek istediğini anlayamaz, ''Aman baba ya. Elbette benim dünyam senin koğuşundan daha büyük'' diye cevap verirdi. Her defasında aynı soru... Her defasında aynı cevap... Aradan geçen babasız üç yıl, kız için sanki üçyüz yıl gibiydi. Okul zamanları dışında odasından çıkmaz, kimseyle arkadaşlık etmezdi. Ne yapsa içindeki o korkuyu içinden atamıyordu. Babasına duyduğu özlem arttıkça, o da babasından kalan kitaplara sarılıyordu. Her vakit bulduğunda, içindekilere aklı ermese de, anlayamasa da, bir zamanlar babasının ellerini değdiği o kitapları okumak onu mutlu ediyordu. O kitaplarda babasının gözleri, babasının kokusu ve babasının elleri vardı. Kız bir gün yine kitaplıktan bir kitap aldı ve sayfalarını karıştırmaya başladı. O sırada kitabın sayfaları arasında, tükenmez kalemle yazılmış bir notla karşılaştı. Kızın gözleri faltaşı gibi açıldı ve yazıyı tekrar takrar okudu. ''Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?" Bu söz, sürekli babasının ona sorduğu soruydu. Şaşkınlıkla kitabı kapatıp, tekrar kapağına baktı. Kitabın kapağında daha önce görmediği tanımadığı üç gencin fotoğrafı vardı ve kitap bu üç gencin hayatını anlatıyordu. Soluk soluğa yerinden kalktı, kitabı sırt çantasına koydu ve annesine bile haber vermeden evden çıktı. Kızın, üzgün olduğunda ve ağlamak istediğinde gittiği ve herkesten gizlediği, sahipsiz, bakımsız bir bahçe vardı. Yine koşarak o bahçeye gitti ve kendine bir kuytu bularak oturdu. Hemen çantasından kitabı çıkarıp okumaya başladı. Aradan saatler geçmişti. Kız nefes almadan kitabı sonuna kadar okudu. Kitabı okurken, ağladı, düşündü, üzüldü, gülümsedi, babasını özledi. Kitaptaki üç gencin öyküsü de babasının hayatına benziyordu. O delikanlıların çocuklukları, gençlik yılları, sonra tutuklanmaları ve idamları kızın içini acıtmıştı. Kitap bittiğinde, kız tekrar dönüp, babasının yazdığı notu okudu. ''Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?" ... Başını kaldırıp gökyüzündeki yıldızlara baktı. Uzun zaman sonra ilk defa yıldızlara bakıyordu. Ve kitap da 'Yıldızları görmek için başını kaldırmalısın'' diye bitiyordu. Gülümsedi. Evet, artık onun da artık yıldızları görmek için başını kaldıracak cesareti vardı. Babasının ne demek istediğini anlamıştı. “Sadece cesurlar yıldızları görebilir." O gece zar zor uyudu çünkü ertesi günü yine ziyaret günüydü. Hapishaneden içeri girdiklerinde, babası onu ve annesini gülümseyerek karşıladı ve yine aynı soruyu sordu. “Eee kızım, söyle bakalım. Benim koğuşum mu büyük yoksa senin dünyan mı?" Kız uzun uzun babasının gözlerine baktı. ''Senin koğuşun da büyük, benim dünyam da baba. Küçük olan korkakların dünyasıdır.'' dedi. Baba gülümseyerek elini aradaki cama koydu. Kız da öbür taraftan aynısını yaptı. Avuçları birbirine değdi. İkisinin de gözleri buğulandı. Sesleri titremeye başladı. "Haklısın kızım" dedi Baba. “Devrimci nerede olursa olsun özgürdür kızım. Ozan'ın dediği gibi, artık özgürüz ikimiz de." O kitapta hayatları anlatılan o üç genç, halkın ve umudun çocukları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'dı. Onlar Ölümlerinden sonra bile memleketi aydınlatmaya devam ediyorlardı. Kız eve dönerken, babasını, Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i ve diğer devrimci abilerini, ablalarını düşündü. Otobüsün camından dışarıya bakarken, gözünden bir çift damla dizlerine düştü. ''Senin koğuşun da büyük benim dünyam da baba. Küçük olan korkakların dünyasıdır.'' t a m e r d u r s u n #tamerdursun
·
43 views
Seyfettin... okurunun profil resmi
küçük olan korkakların dünyası şiiri okuyup paylaştoktan sonra bu yazıyı okumak... iyi bakmak gerek yıldızlara son defa görecekmişçesine.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.