Gönderi

205 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
Atatürk'ü Sömüre Sömüre Bitirememek
Bugüne kadar Atatürk’le ilgili çok kitap okudum. Ama sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük meselesini enine boyuna inceleyen bir kitaba rastlamamıştım. Asım Aslan bu işe el atmış ve bundan 48 yıl önce “Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük” isimli bir kitap yayımlamış. Kitap baskı üstüne baskı yapmış. Elimdeki kitabın 58. baskısı bulunmakta. Ocak 2003’te basılmış. Asım Aslan Atatürk’ü ve Atatürk hakkındaki çeşitli yorumları enine boyuna ele almış. Atatürk’ü tarihteki doğru yerine koymak için çabalamış. Kaç çeşit Atatürk ve Atatürkçülüğün olduğunu, Atatürk’ü sömürmenin 50 tonunu anlatmış. Ayrıca Atatürkçülüğün aslında ne demek olduğunu, Atatürk’ün devrimlerinin birbirleriyle çelişmediğini ve esen rüzgâra göre yer değiştiren yaprak misali birden fazla Atatürk varmış gibi davranmanın art niyetli bir çaba olduğunu da açıklamış. Atatürk’ü savunayım derken onu Tanrı veya peygamber mertebesine de çıkarmamış. Dengede kalmış, ölçüyü korumuş. Yazar Atatürk’ü “tepeden inmeci ve otoriter bir önder” olarak tanımlıyor. Devrimlerin de “halka rağmen halk için” ilkesi uygulanarak zorla gerçekleştirildiğini düşünüyor. Devrimler konusunda halktan hiçbir talebin olmadığını savunuyor. Oysa bazı devrimler söz konusu olduğunda bu bakış açısının sakat olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin yazı devriminin “halka rağmen” yapıldığını söylemek gerçeklerle pek bağdaşmamakta. Çünkü ilk kez XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’da yazı reformu gündeme gelmiş, konuşulmuş, tartışılmıştır. Atatürk’e daha gelmeden evvel Ömer Seyfettin gibi birçok kişi “Osmanlıca” denen Osmanlı Türkçesinde reform yapılması, konuşma dili ile yazı dili arasındaki uçurumun kaldırılmasını gerektiğini belirtmişlerdir. Böyle bir devrimi “halka rağmen” diye nitelendirmek ezbercilik olur. Toplumda Kâzım Karabekir gibi birkaç kişinin Latin harflerine karşı çıkışını “toplumun geneli böyle bir devrime karşıydı” diye yorumlamak haksızlık olur. Gerçi halk da yalvarmıyordu Latin harflerine geçelim diye, ama birkaç muhalif isimden dolayı “Latin harflerine halk karşıydı” demek koskoca bir küme içinde ufacık bir kümeyi dikkate alıp genele yaymak olur ki bu da hakkaniyete sığmaz. Ayrıca 49. sayfada “Atatürk’ün gerçek amacı, çok partili demokrasiydi.” deniyor. Atatürk’ün iki defa CHP’nin karşısına muhalif bir parti kurdurttuğu tarihsel bir gerçekliktir, bunu kimse inkâr edemez. Ancak gerçekten de Atatürk çok partili bir meclisten mi yanaydı? Fethi Okyar gibi donanımlı, nitelikli bir adam Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı nasıl kapattı? Serbest Cumhuriyet Fırkası devrim karşıtlarının yuvası hâline nasıl geldi? Yoksa bu bir bahane miydi? Bence Atatürk çok partiye karşıydı. Ancak muhalefetin kendi partisi içinde yapılmasını istiyordu. Kendi partisinde CHP’nin her yaptığına “evet” diyenler çok olduğu, aykırı ses pek çıkmadığı için bu durumdan rahatsız oldu ve rakip partilere izin verdi. Ne var ki kafasında gerçekleştirmek istediği bir sürü devrim olan bir kişinin elbette bir rakip partiyi seve seve kabul etmesi beklenemez. Muhalefet partisi isteyenlerin tepkisinden çekinildiği için rakip partiler kurulmuş olabilir. Demokrasinin olmadığı bir cumhuriyet rejimi o zamanlar elbette birçok kişinin hoşuna gitmemiştir. Sonuç olarak “az zamanda çok büyük işler yapmak” için CHP’nin devleti yöneten ve sorgulanmayan tek parti olarak mecliste olması gerekiyordu. Mantıklı olan da buydu o günün şartlarında. Devrimci bir lider olan Atatürk doğru olanı yapmıştır. Gelgelelim ulu önderimizi “çok partili demokrasi sevdalısı” olarak tanımlamak abartılı bir yaklaşımdır. Kitapta Atatürk’ü Tanrı ve peygamber mertebesine yükselten şairlerden örnekler de veriliyor. Bunlar içinde çok abartılı, övgü dolu şiirler olduğu gibi hafif abartılı ve dokunaklı şiirler de var. (Gerçi şiirin tabiatında biraz “mübalağa” mutlaka bulunur. Her şey olduğu gibi yazılırsa “şiir” oluşmaz.) Örneğin Aka Gündüz bir şiirinde “Biz sana tapıyoruz!” (s. 60) diyor Atatürk için. Faruk Nafiz Çamlıbel ise “Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden, / Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı.” (s. 61) diyerek Atatürk’ü ulvi bir boyuta yükseltiyor. Daha bir sürü şair var böyle. Atatürk ağıtçılarından da örnekler verilmiş. “Hafif abartılı ve dokunaklı” olarak nitelendirdiğim şiirler bunlar. Kimi zaman abartının dozu yükselse de bunlar çok abartanların yanında biraz daha hafif kalıyor. Gerçi “abartı abartıdır” diye düşünüyorsanız siz de haklısınız. Ben ufak bir ayrım gözetme gereği duydum. Kitapta “Çeşit Çeşit Atatürkçüler” başlıklı bölümde öyle bir Atatürkçülük türünden bahsedilmiş ki dillere destan. Yazarın ruh Atatürkçüleri olarak sınıflandırdığı bu alanda Necla Çarpan’ın “Öte Âlemden Atatürk Sesleniyor” kitabı üzerinden bilgilendiriliyor okur. Çok daha ilginç olan mesele, öteki âlemde Atatürk ile konuştuğunu savlayan bu tımarhanelik yazarın kitabının Millî Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınıp çeşitli yerlerde gönderilmesidir. Allah aşkına, kütüphanelerde böyle bir kitabın ne işi vardır? Atatürk’ün eseri “Nutuk” ile kalkınamayan bir Türkiye acaba Necla Çarpan’ın kitabını okuyunca mı kalkınacaktır? Asım Aslan’ın nükteli ve alaycı sözleriyle devam edelim: “Şimdiye dek hep Atatürk’ün bu âlemde, bu dünyada söylediği sözleri, konuşmaları öğrendik, ezberledik ve onlar üzerine bol bol söylev çektik, fakat bir türlü kalkınamadık. Kim bilir, Atatürk’ün öte âlemden seslenişlerini öğrenirsek belki kalkınabiliriz. Böylelikle daha çok Atatürkçü olur, Atatürk ilke ve inkılaplarına daha çok bağlanırız. (...) Ey ruh, geldinse üç kez vur!” (s. 161) Kitabın ilk baskısının 1973’te yayımlandığını unutmamamız gerekiyor. Çünkü köprünün altından çok sular aktı. Atatürk’ü sevmeyenler çoğaldı. Artık insanlar iktidara gelmek için Atatürkçü olmak zorunda değiller. Hatta Atatürk’e sövenler, onun anasına babasına hakaret edenler dahi iktidarı ele geçirebiliyor. Kimse Atatürk’ün arkasına sığınmak zorunda değil. Ancak değişmeyen bir şey varsa o da siyasal İslam’ın Atatürk konusunda ikiyüzlü tutumu. İşlerine geldiği zaman kurtlarını döküp rahatlayanlar, yani içlerinde biriktirdikleri öfkeyi kusanlar Atatürk lazım olduğunda ona dört elle sarılabiliyorlar da. Demem o ki Atatürk, eskisi kadar olmasa da hâlâ kullanılan siyasi bir aktör. Kısır siyasi çekişmelerden uzak tutulması gereken bu dev aktör -ne yazık ki- hem sevenleri hem sevmeyenleri tarafından siyaset malzemesi hâline getirilip bayağı tartışmaların içine sokuluyor. Oysa onun tırnağı bile olamayacak kişiler adını asla ağzına bile almamalıdır. Asım Aslan, yalnızca Atatürk’ü kendi çıkarları için kullananları değil, Türk toplumuna da dokunduruyor, isyan ediyor. İkiyüzlü bir toplum olduğumuza değiniyor. Türk toplumunun her fırsatta namuslu, dürüst ve çalışkan olmaktan söz ederken, çocuklarımızı dürüst olmaları yönünde eğitirken toplumuzda nasıl oluyor da rüşvetçilerin, hırsızların, kaçakçıların, tembellerin, sömürgenlerin el üstünde tutulduğunu sorguluyor. Türkiye’de düzenin “köşeyi dönme düzeni” olarak biçimlendirilmesine, ülkemizin erdem yoksunu bir ülke olarak konumlandırılmasına, makam mevki peşinde koşan ve “onur” kavramını çiğnemekten çekinmeyen “paraperest” insanların çoğalmasına sitemkâr bir dille ve vicdanla yaklaşıyor.
Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük
Sömürülen Atatürk ve AtatürkçülükAsım Aslan · Kişisel Yayınlar · 2004166 okunma
·
206 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.