Ve Durgun Akardı Don...Küçücük spoiler olabilir.
1910’lu yıllar… Don Nehri kenarında Kazak bir aile olan Melehovlar sıradan bir hayat sürer. Ta ki; oğulları Gregor, komşuları Stepan’ın karısı Aksinya’ya gözünü dikene dek. Buradan sonra iş bambaşka hal alır. Gregor’un yaptıklarını doğru bulmayız ama hissederiz onu. Onun insan olduğunu anlarız, hata yapabilen bir insan. Okurken sanki hep yaptıkları doğru gibi görürüz –birçok yanlışı olsa da- . Şolohov’un yarattığı karakterlerin hepsine ayrı üzülürüz. Yanında hissederiz, gözlerimiz buğulanır acıdan.
Gregor, Aksinya’yla birlikte olduktan sonra, haberler köye yayılır. “Geleneksel yaşayan ve dini bütün insanların” bulunduğu köylerde, böyle aşk ilişkilerini yaşayanlar topa tutulur. Hakkında söylenmedik söz kalmaz, utanılacak insan olup çıkarlar. Ama madalyonun öbür yüzünden bakmayı düşünmeliyiz. Evet, Aksinya evli. Gregor’la yaşadığı ilişki ne kadar doğru tartışılır. Küçük yerleşim yerlerinin sorunu bu. Şehirlerde baktığınızda böyle bir durumda Aksinya’nın boşanması, ardından Gregor’la birlikte olması normaldir. Ama köy gibi yerlerde bu mümkün değildir. Köy hayatını bilenleriniz vardır, Aksinya’nın, Stepan’a “Senden boşanacağım,” dediğini, “Gregor’la yaşayacağım.” dediğini düşünebiliyor musunuz? Bir kere insanlar ona ‘orospu’ gözüyle bakmaya başlamışlar, ağzıyla kuş tutsa fayda etmez. Kendi uydurdukları geleneğin dışına çıkanı sevmezler. Sevdiğinle birlikte olamazsın, ailen karar verir. Tabii bu olay duyulduktan sonra hemen Gregor’u evermeye çalışırlar. İşte everdikleri kişi de Korşunovlar’ın kızı Natalya’dır...
Gregor, Natalya ile evlenir. Bir süre normal hayatına dönmüştür ama sevgi yoktur. Gregor, Natalya’yı sevmez. Aklı Aksinya’dadır. Sonra ne mi olur? Hiçbir suçu olmayan Natalya’nın gözyaşları…
Yukarıda, kitabın ilk yarısını anlattım. İkinci yarıda, savaş ön plana çıkıyor.
Yıl olur 1914. Avusturya veliahtı vurulur. Savaş resmî olarak başlar. Genç delikanlılar cephede yerlerini alır. Gregor da gidenler arasındadır. Şolohov, karakterleri öyle benimsetir ki, istediği kadar kötü olsun, hiçbirine bir şey olmasın isteriz. Savaşı atlatsın, dönsün… Savaşa gitmeyenin savaşı anlaması mümkün değil. Başınızın yanından kurşun geçmesi başka, bunu okumak başka. At başındayken arkanızdan makineli tüfeğin taramasını duymak başka, bunu okumak başka. İstediği kadar detaylı, gerçekçi anlatsın; savaş, okumayla anlaşılmaz. Ama, anlamaya çalışmak gibi bir çabamız vardır, bunu bize iyi anlatan yazarları severiz. Şolohov’un eserini bu kadar değerli kılan da budur. Yaşananları film gibi izleriz. Kılıç darbesiyle yanağındaki derisi uçan askerler, kafası ortadan ikiye yarılan erler. Patlayan bombayla belden aşağısı kopan askerin; toprakta kıvıl kıvıl yayılan bağırsaklarının geceye yayılan kokusu… Ve ‘son’ dileği: “Kardeşler, öldürün beni… Kardeşler!.. Neden durup bakıyorsunuz?.. Ah!.. Ah!.. Kardeşler, öldürün beni!”
Vurulup, atların altında ezilenlerin haykırışları: “Kardeşler, beni bırakmayın. Şu atın altından kurtarın beni, kardeşler…”
Cephe gerisinde edilen sohbetler:
“Bugün ateş altında kaldığımız vakit dehşetten titredim; düşmanı görememek beni deli ediyor. Bu acayip hissin korkudan hiçbir farkı yok. Sana beş on verst [1 verst= 1,06 km] öteden ateş ediyorlar, sen de bozkırda peşine avcı düşmüş toy kuşu gibi kaç kaçabilirsen!”
“Bütün ömrüm cephede geçiyor; dövüşmekten, ölümü sırtımda taşımaktan gına geldi.”
Gözleri yaşlı bekleyen ailelere gelen ölüm mektupları… Umutla bekleyen babaların hüngür hüngür ağlaması… Eşlerin bayılması… (Okuyanlar, buraların pek spoiler olmadığını anlarlar.) Biz insanlar, bu acıları çekmek zorunda mıyız? Gözlerimizde her daim korku bulutu dolaşmalı mı? Bu bulutlar sürekli yağmurunu akıtmalı mı? Halka ne dendi, çar için savaşın! Padişah için savaşın! Ama olan neydi, gencecik oğlanlarımız neden ölüp gittiler? Ufak kızların gözleri neden yaşlı kaldı? Birilerinin hırsından… Para hırsından, güç hırsından, tekelleşmeden.
İş dönüp dolaşıp yine kapitalizme geliyor. Emperyalizm, kapitalizmin en üst evresidir. Öncesinde kapitalistler kendi işçilerini sömürürdü. Bununla doymadılar, başka ülkelerin topraklarını, madenlerini, işçilerini sömürmek istediler. Gözyaşlarımız bu yüzden aktı. Güzel gözlü çocuklarımız bu yüzden yetim kaldı. İki devletin suçsuz erleri birbirlerini vururken, kapitalistler şerefine kadeh kaldırdı. Bıkmadık mı birbirimizi öldürmekten? Gelmedi mi süngüyü patronlara çevirmenin vakti? Ne diye suçsuz gençlerin anaları ağlıyor yıllardır?
“‘Bana şunu söyle sen. Savaş bir kısım insanlara yarıyor, bir kısmına yaramıyor, değil mi?’
‘Eee, ne olacak?’ diye esnedi Garanja.
Gregor, gözleri öfkeden ateş saçarak, ‘Dur, bitmedi daha!’ diye fısıldadı. ‘Bizim, zenginlerin çıkarları için savaşa sürüklendiğimizi söylüyorsun. Peki ya halk? Onlar anlamıyor mu bunu? Onlara bunu anlatacak, 'Kardeşler, siz işte bunun için ölüyorsunuz,' diyecek bir kimse yok mu?’
‘Nasıl söyleyebilirler? Sen bana bunu söylesene! Sen söyledin farz edelim. Bak şurada oturmuşuz, sazlıklar arasındaki kazlar gibi fısıldaşıyoruz, biraz yüksek sesle konuş da gör kurşunları nasıl yiyorsun.’” (401. Sayfa)
402. sayfada da şöyle bir alıntı bulunuyor:
“Doğru, savaş ezelden beri devam ediyor ve bizler kötü hükümetleri ortadan kaldırmadıkça da devam edecek. Ama her hükümet, halkın hükümeti olunca savaş da ortadan kalkacak. İşte yapılması gereken şey de budur. Tanrı onların hepsini kahretsin; yapılacaktır da bu! Almanların da, Fransızların da, bütün ulusların da hükümetleri halk ve köylü hükümeti olunca savaşmak için bir neden kalır mı ortada? Sınırlar yok, nefret yok! Bütün dünyanın üzerinde bir tek mutlu yaşam. Ah!.. "
Açık bir komünizm hayalinden bahsediliyor. Ortada ne sınır, ne devlet, ne patron… [Buradan sonrası kapitalizm eleştirisi olacak :))] Savaşlar nasıl sona erer? Devletlerin yok olup gitmesiyle. Devletler nasıl yok olur? Kapitalizmin yok edilmesiyle. Lenin’in dediği gibi:
“Devlet, artık hiçbir kapitalist, hiçbir sınıf kalmadığında, dolayısıyla da baskı altına alınabilecek hiçbir sınıf kalmadığında, yok olup gider.”
Engels de devleti şöyle tanımlıyor:
“Eski çağda köle sahiplerinin devleti, Orta Çağ’da feodal soyluların devleti, günümüzde burjuvazinin devleti. Sonunda gerçekten de tüm toplumun temsilcisi haline geldiğinde, kendi kendisini gereksiz kılar.”
Sadece Avrupalılar, Amerika kıtasını sömürmek için 100 milyondan fazla insan öldürdü. I ve II. Dünya Savaşlarında ise 90 milyon insan öldü. (Sanki hep eskilerden bahsediyormuşum gibi geliyor ama daha 2003’te Irak’ı işgal eden ABD çeşitli kaynaklara göre 1-3 milyon insanı öldürdü. Petrolleri de ceplerine attılar. Bu sömürgecilik değil midir?) Peki güzel konuşuyorsun da, kapitalizmden önce sömürü yok muydu? Vardı tabii, bunu reddetmiyoruz. Sömürü, yüzyıllardan beri şeklini alarak kapitalizme büründü. Kapitalizm ise emperyalizm olmayı arzuluyor. Başarıyor da. Az önce alıntıda, belden aşağısı kopan birinden bahsetmiştim. Üzülerek okuduk, fakat sömürü yüzünden ölen yüz milyonlarca insandan biriydi o. Evet, 1’i.
Marx’ın ‘geliştirdiği’ artı değer teorisine göre, günlük 12 saat çalışıyorsak bunun hepsinin karşılığını alamıyoruz. Patron, bizden 12 saatlik çalışma gücümüzü satın alıyor. Varsayalım ki 6 saati bize maaş olarak veriliyorsa, kalan 6 saati patron için çalışıyoruz. Patron kendisine Porsche alsın diye günümüzün 6 saatini vermek zorunda mıyız? Küçük bir hesapla, 40 yıl boyunca çalışan bir emekçi, hayatının 6,5 yılını patronu için harcıyor. Emekçilikten kendinizi soyutlamayın, eğer senin sermayen yoksa, patronun varsa sen de emekçisin. Evet, sen de sömürülüyorsun. Evet, senin de hayatının 6,5 yılı o burnu kalkık patronun rahat yaşasın diye gidiyor. Son 1 yıl içerisinde Türkiye'de 176 bin işçi KOD 29 (İşveren tarafından ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış nedeni ile iş akdinin feshi) bahanesiyle işten çıkarıldı. Aileleriyle birlikte 600 bin kişi açlığa terk edildi. 1900’lerde değil. Evet, 2020’de. Ah, patronlar. Vah, patronlar…
Konu nerelere geldi... Amma uzattım be. Demek istediğim şuydu: Savaş sonrası okunan ağıtlar, geleceğimizin riskte olması; kapitalizm yüzündendir ve kapitalizm oldukça bunlara şaşırmamamız gerekir. Burjuvalar bizden çaldığı sürece, sınıfsız toplum hayalimiz sürecek…