Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

528 syf.
10/10 puan verdi
·
15 günde okudu
Karıncaların Günbatımı
İnceleme spoiler içerir. Kendi eseri olarak dört romanı ve içlerinde Gorki, Jack London ve Balzac gibi edebiyat devlerinin de eserlerinin de bulunduğu Türkçe çevirilerini bizlere hediye eden gazeteci, çevirmen ve yazar Zaven Biberyan’dan bu kadar geç haberdar olmak bir kayıp gerçekten. “Karıncaların Günbatımı” dört romanından biri ve 1970 yılında Ermenice Jamanak gazetesinde 294 gün tefrika olarak yayınlanıp yazarın ölümünden birkaç hafta evvel roman olarak basılmış. Eser 1998’de Türkçe’ye “Babam Aşkale’ye Gitmedi” adı ile çevrilmiş ve “Karıncaların Günbatımı” adı ile 2007 de daha önce çevrilmeden bırakılan bazı paragraflar da eklenerek tekrar basılmış. Karıncaların Günbatımı çok katmanlı bir roman. İlk bakışta 1950’li yılların politik ikliminde, Varlık Vergisi sebebiyle ekonomik büyük bir çöküntü yaşayan, ardından çöküşün dalga dalga yayıldığı bir ailenin öyküsü gibi görünüyor. Bu kısımlarda yapılan haksızlığın derinliğini iliklerinize kadar hissettiriyor Biberyan, ancak bunu hissettirirken ajitasyona veya politik sloganvari basit yollara sapmıyor. İnsan olma durumunu ve çıplak gerçekliği basit bir biçimde seriyor gözünüzün önüne. Romanın ana karakteri, varlıklı ve aristokrat bir ailenin oğlu olarak askere giden Baret, 3,5 yıl boyunca Anadolu’nun birçok yerini Nafıa olarak dolaşırken tam bir yıkım yaşıyor. (Azınlıkların, askerlik görevini ancak ağır işçi (taş kırma, yol yapımı vs.) olarak yapabildikleri bu süreç Nafıa olarak adlandırılıyor.) Üç buçuk yıl en ağır şekilde örselendikten sonra öfke dolu Baret’in dönüşü ise, onu daha korkunç bir gerçeklikle yüzleştiriyor. Varlık ve lüks içinde yaşayan ailesi Varlık vergisi sebebiyle her şeyini kaybetmiş, sefalet içerisinde. Öfkesi yüzünden ailesi ile iletişim kuramaması, babasının her şeyi bırakmış hali, hastalığı, annesi ve kız kardeşinin kendisine kurtarıcı görevini yüklemesi yanı sıra anne-kız evlat çekişmelerinin dayanılmazlığı Baret’i kaçınılmaz biçimde, içindeki uçuruma doğru sürüklüyor. Bu süreçte kendisini tek yakın hissettiği amcası Dırtad ise aslında entelektüel, iyi eğitimli, geçmişte başarılı işler yapmış fakat sonradan Heybeliada’da aile yadigarı konakta kendini yalnızlığa mahkum etmiş bir filozof. Amcası ile geçirdiği zamanlar Baret’in kendisini sorgulamasına yol açarken Dırtad yeğenine “Bizim toplum filozofları, düşünen insanları sevmez” diyerek kendi açmazını göstermeye çalışıyor. Romanın ikinci katmanını ise Baret’in kendisi ile olan hesabı oluşturuyor ve Biberyan, Baret üzerinden aslında toplumsal birçok probleme de odaklanıyor: Genç bir erkeğin karşı cinsle ilişki kurabilmesindeki gerilimler, toplumsal ahlaki dayatmalar, sosyal ve ekonomik tabaka farklılıklarının yarattığı dezavantajlar, gelecek kaygısı, iyi eğitimli olmasına karşın düzenli ve iyi bir işte bir türlü tutunamaması, aslında sistemin dayattığı kölelik düzenine içten içe isyan etmesi ve sonunda tüm bu karmaşada çevresinden, kendinden vazgeçiş ve kaçış… Kaçarken ardında bıraktığı enkaza ise dönüp bakacak cesareti toplayamıyor Baret. Elbette Ermeniler’in tamamı için aynı şekilde gelişmiyor öykü. Biberyan “Makbul Ermeni” olmanın getirdiği faydaları, zenginliği ise dayı karakteri Suren üzerinden aktarmış bizlere. Baret’in her şeyden vazgeçip kendini bilinmezliğe attığı süreçte, eğitimsiz ve ahlaki değerleri düşük bazı tanıdıkları varlıklı ve önemli insanlara dönüşüyor. Ve elbette geniş ölçekte baktığımızda 1950’li yıllarda yükselen politikanın getirdiği ticari, siyasi ve toplumsal yozlaşmayı daha iyi anlamayı mümkün kılıyor. Özellikle romanın sonlarında Azniv Hanım ile Arus arasında geçen diyalogta: “Layık olan da olmayan da millet işlerinin yönetiminde. Dünün dilencileri, cahil insanları, adlarını bile yazamazlar…” diye veryansın eden Arus’a, “Hep öyle olmuştur Arus Hanım. Eskiden beri kim yürüttü bizim millet işlerini? Manifaturacılar, yazmacılar, hırdavatçılar, aktarlar… Bizim toplum formasyon sahibi politikacılardan hoşlanmamıştır. Onun için de bizim millet işleri hep bakkal hesabı ile yürümüştür.” cevabını verirken aslında romanın üçüncü katmanında 1945’lerden sonra belirginleşen 1950’lili yıllarda katlanarak artan toplumsal dönüşümü okuyabiliyoruz. Biberyan Baret’in yeniden ortaya çıkışını öyle ustalıkla aktarmış ki, Baret’in her şeyi geride bırakırken hissettirdiği boşluk duygusundan olsa gerek, o arada ne yaptı, nerede ve ne kadar kaldı bunları sorgulamak, öğrenmek bile istemiyor okur. Hiçbirinin önemi yok, Baret olmanın da. Baret dönüşü ile derinleşmiş olan anne-kız evlat çatışmasında, kız kardeşi Hilda’nın giderek hırçın, manüplatör ve zor bir karaktere dönüşmüş, annesinin ise tamamen aklını yitirmiş olduğu gerçekliği yüzleşir. Biberyan satır aralarında bir ailenin yok oluşunu öyle dokunaklı ve gerçekçi biçimde vermiş ki etkilenmemek mümkün değil. Dönüşü ile birlikte, kaçtığı her şeyle yeniden yüzleşir Baret. En çok da ait olduğu toplulukta hiçbir şeyin değişmediği gerçekliği derinden sarsar kendisini. Gelecek kaygısı, güvensizlik duygusunu besleyen Varlık Vergisi ile başlayan yıkımdı. Fakat bu son değildi, olmayacaktı.
Karıncaların Günbatımı
Karıncaların GünbatımıZaven Biberyan · Aras Yayıncılık · 2022235 okunma
·
101 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.