Gönderi

ŞEMLE Bir zamanlar ben de çocuktum sevgili Narya ve güvercinleri çok severdim. Gökyüzündeki kusursuzca süzülmeleri beni çok mutlu ederdi. Üzerimden geçen gölgeleri ruhumda esir tutulan özgürlüğü alevlendirirdi. Çok sonra bir tane güvercin sahiplenmiştim. Daha doğrusu evimizin bahçesine düşmüş, tüyleri yolunmuş, kanadı kırılmış bir güvercin bulmuştum. Yeryüzünde bir türlü ulaşamadığım, gölgeleri üzerimden geçerken dans ettiğim güvercinlerden bir tanesi avucumun içindeydi. Ne demeli, bilmiyorum? Bir yandan güvercinin yaraları beni üzerken bir yandan da derinlerde özgürlüğüme dokunulan mutluluğu hissediyordum. Elimdeki güvercinle içeriye, babaanneme koşmuştum. Hemencecik kendimi babaanemin karşısında bulmuştum. Zamanın eskittiği yüz hatları beni öyle telaşlı ve ter içinde görünce daha da buruşmuştu. Dağların keskin patikaları gibi netleşmişti. "Babaanne, baksana güvercin..." der demezi tamamlayamadan sözüm kesilmişti. "Buldum" kelimesi boğazımda kalmıştı. Babaanemin daha da ciddileşen yüzünden sarkan " Uğur, güvercinler bize olmuyor. Uğursuzluk getiriyor." cümlesi beni derinden üzmüş olmalı ki az önce boğazımda kalan "Buldum" kelimesini bu defa yutkunmuştum. Üzgün olduğumu gören ve bu duruma daha fazla dayanmayan Babaannem güvercini elimden alarak yarayı iyileştirmek için benden merhem ve bir parça sargı ister istemez neşeyle evin içinde hararetli bir koşuşturmaya koyulmuştum. Gel gitler arasında Babaanem yaraya merhem sürmüş ve  sargıyı sarmış şekilde gülümseyerek beni bekliyordu. Elimdeki makası da alır almaz, işini ; yani tedavi işlemini halletmişti. Bir an kendimi babaannemin kucağında bulmuştum. Öyle mutluydum ki babaannemin kucağında günleri yüzyıl edebilirdim. Kendimi Babaannemin kucağından alır almaz, Babaanneme "İsmini ne koyalım." dedikten hemen sonra Babaannem ismi "Şemle" olsun dediğinde mutluluktan havaya uçtum. Mutluluğumu bastıran ağıdının sesiyle gökyüzünde süzülen mutluluğumu göğsüme topladım ve sessizce babaannemi dinlemeye koyuldum. Babaannem Şemle'ye bakarak acıklı bir şeyler mırıldamaya başlamıştı. Kulağa hoş gelen bu sözler gözlerimden yanağıma doğru süzülen birkaç hata birkaçtan fazla gözyaşına sebebiyet vermişti. Babaanemin kendi ismiyle "Koçere Koçere..." diye başladığı ağıdına "Bavo Bavo..." diye bitirmişti. Babaannemin yaktığı ağıt dizimden aşağısını gökyüzü gri olan çiçeksiz bir mezarlığa çevirmişti. Derin bir sessizliğin içinde bulmuştum kendimi . Sessizliğin kötü atmosferini bozan Babaannemin hadi git içeriden Şemle'ye buğday getir demesiyle dizimden aşağısını hissetmeye başlamıştım. Koşar adımlarla gidip gelmiştim. Avucumun içindeki buğday tanelerini Şemle'nin önüne serer sermez Şemle buğday tanelerini gagasıyla birer birer ayıklayarak yemeye başladı. Şemle iyileşene kadar günlerimiz böyle yeme ve içmeyle geçmişti. Gel zaman git zaman Şemle iyileşmişti. Ama ortada büyük bir sorun vardı. Şemle uçamıyordu. İyileşmesine rağmen kanat çırpmayı, gökyüzünde süzülerek uçmayı unutmuştu. Ne yapmalı, uçmayı nasıl öğretmeli, bilmiyordum ? Günler böyle devam edince bir gün Şemle'yi kucağıma alarak toprak evimizin üzerine çıktım. Güneşin kızgınlığı altında yüzümde esmerleşen kaderimi umursamadan gökyüzüne neşeyle bakmıştım. Şemle'yi havaya kaldırıp gökyüzüne doğru savurdum. Şemle hiç kanat çırpmadan yere düşmüştü. Hemen arkasından ben de atladım. Ayağımın üstüne dengesizce düştükten sonra kendimi yüzüstü toprağın içinde bulmuştum. Kanayan yaralarıma aldırmadan Şemle'ye doğru koştum. Şemle'yi bir anlık kaybetme duygusu her şeyi unutturmuştu. Şemle'yi elime alır almaz kucağıma sardım ve derin derin nefes almaya başladım. Az önceki kaybetme korkusunu göğsümdeki mutlulukla yenilgiye uğratmıştım. Şimdi daha iyi hissediyorum. Zaten o günden sonra bir daha Şemle'yi uçması için havaya savurmadım. İyi iki arkadaş ve iyi iki dost olmuştuk. Hayatımın en güzel günlerini yaşıyordum. Bir gün Şemle'ye buğday almaya gidip döndüğümde Şemle ortada yoktu. Şaşırmış haldeydim. Kalbimi huzursuz gri bulutlara teslim bırakmıştım. Hemen ortalığı karıştırmaya, aramaya koyuldum. Her baktığım yerde Şemle'yi bulamam ruhumdaki huzursuzluğu daha da artırmıştı. Her yeri aramış ve Şemle'yi bulamamıştım. Yere yığılıp ağlamaya başlamıştım. Bütün umudumu kaybetmiştim. içimden bir parçanın koptuğunu hissediyordum. Ağlayış sesimi duyan Babaannem, ön kapıdan birkaç defa seslendiği halde duyamamıştım. Yanımda beliren cüssesini fark eder etmez hemen kucağına atladım. Hüngür hüngür ağladığımı görünce " Ne oldu Oğır, oğlum ne oldu.?" dedikten sonra "Babaanne..." Babannemden sonraki kelimlerin boğazımda ard arda takıldığını daha doğrusu hıçkırıklarıma yenik düşmüştü. Zar zor diyebildim Şemle'nin kaybolduğunu. Babaannem sanki her şeyi biliyormuşçusuna  konuşması hıçkırıklarımı az da olsa hafifletmişti. "Ağlama oğul. Ağlama, Şemle kaybolmadı. Sadece ait olduğu yerde ve şimdi gökyüzünde özgürce süzülüyordur. Akşama doğru dönecektir." demesi üzerine yüzümdeki hüzünlü yaşların yerini huzurlu tebessümler almıştı. Ağzımın kenarındaki salyaları sol elimle silerek dışarıya koştum. Gökyüzüne doğru göz gezdirmeye başladım. Şemle'yi gökyüzünde de görememiştim. Başımı eğerek evimizin arka bahçesine açılan kapının önünde oturdum. Başımı dizlerimin arasına alarak beklemeye başladım. Saatlerce kıpırdamadan dalgın bir şekilde  şemleyi bekledim. Sessizliği bozan Babaannemin sesi dalgınlığımda süzülen hüzünlü gri bulutları savurmuştu. Oğır gel Şemle burda demesiyle kendimi içerde bulmuştum. Şemle'yi karşımda görünce eski huzurumun geldiğini farkketmiştim. Şemle yerdeki buğday ve arpa tanelerini ayıklarken derinleşen duygularıma mutlululuk veren varlığını seyretmeye koyulmuştum. Ne kadar zamandır Şemle'yi seyrettiğimi bilmiyordum. Sanki bütün evren benim için durmuştu. Çok mutluydum. Yorulmuş bedenimin derin uykulara teslim olduğunu hissediyordum. İşgal edilmiş bedenime çöken zifiri karanlığa teslimiyetini kabul etmiş gözkapaklarım günün son ışıklarına perdeyi indirmişti. Uyandığımda Şemle'nin kucağımda olduğunu farkketmiştim. Salyalarımın ne zamandan beri aktığının farkına varmadan, kucağımdaki mutluluğu ürkmeden gözlerimi sağ elimle ovmaya başladım. Acıkmış midemin gururdamalarını duyabiliyordum. Bir süre böyle kaldıktan sonra burnuma gelen güzel kokuyu içime doğru çektim. Şemle'yi de kucağıma alıp mutfağa doğru gittim. Babaannem sade gözleme kızartıyordu. Kapıda dikilen sessizliğime seslenen babaannem "Hadi sofrayı kur, kahvaltı yapacağız." demesiyle işe koyulan acıkmışlığım sofrayı kurmuştu. O günde öyle geçti. Akşam yemeğimizi de yedikten sonra tahta dampalasa serilen yün yataklarımızın üzerine sırtüstü gökyüzünü seyretmeye başlamıştık. Şemle'yle yıldızların güzelliğine dalmış şekilde yüreğimi zifiri maviliklere teslim etmiştim. Uğur Güner
·
68 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.