Jack London. Aşkı anlatışı, aşkın kendisinden daha güzel..
Eserlerinin sadece sınırı olmayan hayal gücünden kaynaklanmadığını, hayatından kesitleri öyle ya da böyle bir şekilde eserlerine yansıttığını kolaylıkla anlayabilirsiniz. Gerçekçilik-yaşanmışlık hissi size ulaşıp, sizi sarmaladığında kuşkuya yer bırakmıyor çünkü.
Martin Eden kitabı ise Jack London'ın yarı otobiyografik romanı denilebilir. Kendinden oldukça fazla izler taşıyan bir roman. Yazarın kendisini parça parça sunduğu romanı bu ise gerçek hayatı kim bilir nasıldı diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Buzdağının görünen küçük bir kısmı olduğunu düşünebiliriz sadece.
Martin Eden'ı okumak başlı başına bir hayat tecrübesi olsa gerek. Bilerek uzatarak, sindire sindire okuduğum bir romandı.
Martin Eden ait olmadığı bir dünyaya tesadüf eseri adım atıyor. Bu yeni dünyaya uymayan bir görüntüsü var. Zor geçirilmiş bir yaşamın kanıtları olan kaba vücudu ve konuşmasıyla eğreti duruyor girdiği ortamda. Onlara kıyasla yetersiz ve bilgisiz. Kendi dünyasıyla onların dünyasının arasında derin bir uçurum söz konusu. Alışık olduğu söz ve davranışlar, genelde uygun olmayan şeyler. Onun hayatında eğitimli olmak, nezaket kurallarını bilmek ve kendini geliştirmek gereksiz; adım attığı dünyada ise bunlar bir gereklilik.
Martin Eden'ın görünüşü nasıl ki yeni girdiği ortama uymuyorsa, parlak zekası da eski yaşamına uymuyor. Çünkü bu kaba saba adamı yüzeysel incelemeyi bırakıp altında yatan adama baktığınızda onda daha farklı şeyler olduğunu, bir potansiyel olduğunu fark ederdiniz. Martin Eden vaat eden bir adamdı. Hayalleri, ilgileri ve istekleri vardı. Bu yüzden her ne kadar korksa da buraya uyum sağlayacağına dair kendine güveni tamdı. Hırslı ve azimliydi.
Gözlerinizi açtığınız dünyayı değiştiremezdiniz belki ama gelecekte nasıl bir hayat yaşayacağınız size bağlı olabilirdi. Martin Eden da bu düşünceyle harekete geçecekti. O zamana kadar pes etmeden, savaşarak hayatta kalmıştı. Çok çalışmaktan gocunmaz aksine hoşuna giderdi. Ancak Martin sadece beden gücüne dayalı çalışmaktan, kaba saba olmaktan , eğitimsizlikten ve yoksulluktan sıkılmıştı. Ona göre değildi bu yaşam. Estetiği, güzelliği, bilgiyi seviyordu. Lüks evler, güzel insanlar, akıl ve sanat istiyordu hayatında. En çok da böyle bir dünyaya ait olan bir kızı istiyordu. Ruth'u..
Martin Eden' ın sınıf atlama isteği yoktan var olmamıştı tabi ki. Gördüğü süslü hayatlar değildi sadece sebep. Ruth' la tanışmıştı ve o andan itibaren hayatının amacı o kıza layık olmaktı. Ruth'a karşı safi bir aşk beslemeye başladı. İlk aşkın heyecanını, acemiliğini her şeyiyle yaşadı..
Ruth ise aşkı sadece kitaplardan, ebeveynlerinin örnek evliliğinden bilen genç bir kadındı. Bu kaba saba genç adam hayatına girdiğinde onda bir şeyler derinden sarsılmış ama tam olarak ne olduğunu kestirememisti. Onun için Martin, değişik bir hayatı olan, ilginç bir adamdan ibaretti. Ruth Martin'e daha iyi bir adam olması için yardım etmesi gerektiğini düşündü. Bunun sebebi ona acıması ya da ilgi çekici bir adam olmasından kaynaklanıyor olabilirdi. Başka bir sebebi olamazdı ona göre. Her şeyden önce Martin onun kafasındaki erkek tanımına uymuyordu. Kafasında çok fazla önyargı ve kalıpların olduğu bir kadın vardı genç adamın karşında.
Martin Ruth' a giden yolun yazarlıktan geçeceğine kendini inandırmış, Ruth ise Martin' i daha iyi bir adam yapmak görevine kendini adamıştı. Kafasındaki erkek kalıbına uygun hale getirmek, farkında olmadan sevebileceği bir adam inşa etmek istiyordu...
Yazarlığı amaç değil, sevdiği kadına ulaşmak için araç olarak gören Martin Eden'ın serserilikten yazarlığa doğru geçiş serüvenine tanık olacaksınız. Tabi ki de bu romanı, sadece yazarlık serüvenin anlatıldığı bir roman diyerek küçümseyemem. Bu serüvenle birlikte hiç yaşamadığınız bir hayatın tecrübelerini de edinmiş olacaksınız.
Hiç bitmesini istemediğiniz bir hayat dersi gibi Martin Eden..
Keyifli okumalar.