Gönderi

104 syf.
·
Not rated
·
Liked
·
Read in 3 days
BU İNCELEME DUYGU ve YOLCULUK İÇERİR. Duygularım sıcacık. Gözlerim yaşlı. Çünkü bir öykünün beni duygulandırması kalpten söylenmiş iki cümleye bakar bende. Ben o kalbi sık sık hissettim. Yolculuğum Büyülü gerçeklik benim için lisede üniversite sınavına çalışırken adını sadece duyup geçtiğim, şair gibi ismi olan Gabriel Garcia Marquez'le kodladığım sıradan bir bilgiydi benim için. Taa ki üniversitede hocalarımdan birinin Latife Tekin'den alıntı yapmasına kadar. Taktı mı takan bi tiptim bu konuda :D Bi hocayı seviyorsam eğer, onun derste alıntısını paylaştığı yazarın hayatını, eserlerini incelemeye kadar vardırırdım işi. Buna değer bence, çünkü hangi insani kalpten sevip onun düşüncelerinin kimlerden beslendiğini umursuyoruz ki... Latife Tekin'le tanışmıştım böylece. Okumadığım kitabı çoktur, benim aç gözlülüğümden elbette. Sürekli yeni yazarlara atılmayı, farklı etkileşimleri aynı anda yaşamayi severim. Ama Berci Kristin Çöp Masalları'nı okumuştum onun. İşte böylece, çingenelerin, büyücülerin, kocakarıların dünyasına.. yani o bilindik "deliler dünyasına" girmiştim. Bunu Mine Söğüt takip etti. Delilik biraz daha arttı. Kadın olmanın toplumdaki baskılı halini, kadınların psikolojik dönüşümlerini cinli, perili, loş koridorlu, intiharlı halleriyle beni kendisine bayağı bağlamıştı. "Bu toplum kadını delirtir," fikrini mantıklı ve büyülü yollarla sunmuştur kendisi bana. Haklı da. Sonra.. en sona "baba"nın yolunu buldum sanırım. Marquez'le geç tanışmam ona olan önyargımla ilintiliydi. Çünkü ben yürek yemiş gibi Yüzyıllık Yalnızlık'tan başlamıştım ona .. yaklaşık yedi sekiz sene olmuştur. Sürekli dirilen insanlar, torunların torunları, sıcak hava, ucuca eklenince havada boşluk olan cümleler. Kitabın büyüsü de buymuş ya.. sonradan anlayacaktım işte. Bütünü okuyabilseydim geriden bakıp o büyülü bağlantıyı görebilecektim belki ama.. dediğim gibi, ben açgözlü bi okurum. O yazar öylece kalmıştı. Geçen sene baştan girdim Marquez'in dünyasına. Beni ısıttı, ısıttı.. art arda okudum onu ve eserleri hiç bitmesin istedim. Onun sıcak iklimi, büyülü dünyası, edebi dili, akıldışı olayı olağan olayların arasında nasıl bi kamufle olmuş bomba gibi yerleştirip vakti geldiğinde patlatıp beni o dünyaya bağımlı kıldığını fark ettim. Yakın bi fark ediş.. ama büyüleyici. Bu kitap da benim için duygulu, kalp gözlerini açtıran bir okuma yaşattı bana. Bence hikaye yazmak çok güç ve maharet, emek isteyen bir şey ama bu disipline bağlı kalarak yazmak daha da güç. Başlangıç gelişme ve sonucu belirli bir olay ekseninde yazmak ve ona bir de akıldışı unsurları ilave edip okuru hayalgücünü kullanmaya dair "itekleme becerisi" istiyor çünkü. Bu yorumu yapabilecek yetkinlikte misin ki sen, diye sorabilirsiniz. Hikaye diye başlayıp deneme ve tartışma yazılarına yelken açtığım çok yazı olmuştur, bu da bendeki korkunç tecrübe diyeyim :D  Düşünüyorum da rasyonel dünyamızda akıldışı seyleri sadece sosyal medyada konuşup gülüp eğleniyoruz. Çünkü saf maddenin çocuklarıyız artık. Akıldışının düşünsel olarak dahi boş olduğuna inandık, bunu kabul ettik. Oysaki bu türdeki bir edebi eser bizi kendi dünyasında gerçekliğin ne derece ve nasıl bir bakış açısıyla, olağanüstu bir gözle görülebileceğini gösteriyor. Bu çok güç bence ve takdiri hak ediyor. Cıs Cıs'ın dili o kadar hoşuma gitti ki, kimi yerleri sesli okudum. Çünkü seslerle karakterleri daha canlı yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Günlük konuşma dilimizden, bizden bi dili var kitabın. Ceşitli yaş ve konumlardaki insanların  hayatlarına özellikle onların anıları, özlemleri, duygularıyla yolculuklar yapıyoruz öykülerde. Ve gerçek gibi görünmeyen her şey aslında deli bi gerçeklikle geliyor. Bu hissi bence ancak okur, duygularıyla hisseder. Kitapta özellikle çok sevdiğim öykü Ali İmran'ın öyküsüydü. Başta baba olan Ali İmran'ın ölümü ve annenin tüm sevgi ve yaşam gayesini çocuğuna bağlamasıyla devam eden bu öykü cocuk Ali İmran'in güvercin sevdası hatta tutkusu ve onları kalp yoldaşı bilip hayatı resmen onlarla yaşamasıyla devam ediyor. Sonda okuru hüzünlü ve kadersel bi çıkmaza sokmasıyla da bence türün özelliklerini beklenmedik bir şekilde(benim için öyleydi) barındırmış öykü. Ama benim ekstra olarak sevdiğim şey bu öyküde bu bahsettiklerimin dışındaydı. Çünkü öyküde hakim olan genel arabesk konuşma tarzı, sokak adabları, karakterlerin o tanıdık havası tık diye beni başka bir dünyaya götürdü. Okudukça ya bu hava.. diyip kaldim. Biraz daha okudukça buldum bu öykünün beni nereye ışınlandırdığını. Ağır Roman :') Müjde Ar, Okan Bayülgen. Filmdeki bu iki karakterin aşkından değil ama filmin o arabesk, dramatik atmosferini hissettirdi bu öykü bana. Bu yünüyle de çok farklı, güzel geldi o yüzden. Aklımda tanıdık bi mahalleye büyü, gizem serpiliyormuş gibi hissettim. Öykülerin genelinde pek çok büyülü sahneye yer vermiş yazar. İnsanın günlük ilişkilerinde, davranışlarında mantıksızlıklar, boşluklar olduğunu, maddeyle tamamlanamayan noktada akıldan geçen anılar şeridi gibi birtakım gizemlerin, tuhaflıkların yaşandığını, bunların normal devam eden hayata nasıl bir yön verdiğini göstermiş karkterler ve olaylarla. Bizlere akıldışılıkların mantığını ancak kalbinizle kurabilirsiniz mesajini öykülerinde hissettirmiş. Ama işte bence bu da biraz delilik işi. Maddeci dünyanın, maddeci insanlarıyız sonuçta. Ne derece açınızı farklılaştırıp içinde böylesi gizem ve gariplikler barındıran olaylara kucak açabiliyorsunuz.. Okur açısından da deneysel bir süreç bu bence. Bunun en büyük itkisinin de okurun kendini öyküye ve karakterlere kaptırabilmesi olduğunu düşünüyorum. Benim için baya öyleydi çünkü. Büyüyü edebiyatta bulabiliyorsanız ve bundan zevk alıyorsanız kesinlikle öneririm bu kitabı. Ama bi deli ben eksiktim düşüncesindeyseniz önermem, sonra deli siz olursunuz, uyarmadi demeyin... Büyülenmeyi seven tüm okur arkadaşlara Cıs'ı öneririm :)
Cıs
CısHakan Sarıpolat · İthaki Yayınları · 2021370 okunma
··
285 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.