Gönderi

Eğer Zen bize kavramların ötesine, ya da berisine, geçmeyi öğretiyorsa, kullandığı araçlardan birinin şok olması hiç de şaşırtıcı değildir. D. T. Suzuki şu tipik hikâyeyi nakleder: Rinzai bir öğrenciyken, ustası Obaku'ya, "Budizmin temel ilkesi nedir?" diye sorar. Obaku Rinzai'ye üç kere vurarak yanıt verir. Bu Rinzai'nin sorusuna birkaç düzeyde verilen yanıttır, ilkin, bu Buddha'nın Dörtlü Yüce Hakikat'inin ilkini, yani hayatın acı çekmek olduğunu canlandırır. Eğer hayatın acı çekmek olduğunu bilmek istiyorsanız, bir yaklaşım sutraları okumak olacaktır, ya da belki savaş, açlık vb. üzerine tarihsel anlatımlara bakabilirsiniz. Böylesi bir teknik sayesinde, hayatın acı çekmek olduğu iddiasını savunabilirsiniz. Ancak onu bilmek, gerçekten ne anlama geldiğini tam olarak bilmek için, bir tokat yemek, fiilen acıyı yaşamak daha iyidir, ikincisi, Rinzai'ye vurmak, onun sorununun kavramlar olduğunu, aşırı düşünmekten mustarip olduğunu anlatmanın bir yoludur. Eğer aydınlanmayı başarmak isterseniz, "karar vererek" yapamazsınız. ("Dile getirilebilir Tao gerçek Tao değildir.") Aydınlanma yolunuzu düşünemezsiniz, çünkü gerçekten aydınlanmanın ne olduğunu bulsanız bile, onu kavramsallaştırmakla tam olarak gerçekleşmesini engellemiş olurdunuz. Aydınlanma kavramları boşverip olanla kendinden geçerek özdeşleşmedir; aydınlanmaya karar verdiğinizde aydınlanma yolunda fazla ilerleyemezsiniz. Ve nihayet, birine vurmak "onu uyandırmanın" bir yoludur. Şok bizi dolayımsızlığa çağırır ve tüm dikkatimizi ardından gelecek şeye vermemizi sağlar. Nasıl bazen aklı başından gitmiş birine kendine gelmesi için şamar atarsak, birine vurmak da "onu kendine getirir". İşte tipik bir hikâye: Zen ustaları çubuk, eller, taş ya da uygun ne varsa onunla şok yaratırlar. Şimdi, yine Suzuki'nin naklettiği, özellikle uç bir örnek: Ummon (Yunmen) T'ang hanedanının son dönemlerinde yaşamış büyük bir Zen ustasıydı. Kendi mütevazı benliği de dahil, bütün evreni vücuda getiren hayat ilkesine vâkıf olmak için bir ayağını feda etmek zorunda kalmıştı. Huzuruna kabul edilmeden önce öğretmeni Bokuju'yu (Muchou) üç kere ziyaret etmek zorunda kalmıştı. Usta sorar, "Sen kimsin?", keşiş "Ben Bunyen'im (Wenyen)" der... Hakikatin peşindeki keşiş kapıdan içeriye buyur edilir edilmez, usta yakasına yapışır ve "Konuş, konuş!" diye bağırır. Ummon bir an tereddüt geçirir; bunun üzerine usta, "Sen işe yaramaz adamın tekisin!" diyerek onu kapı dışarı eder. Kapı arkasından hızla kapanırken. Ummon'un bir ayağı kapıya sıkışır ve kırılır. Çektiği büyük acı zavallı adamı hayatın en büyük gerçeğine uyandırır. (The Sense of Zen, s. 12) Yanlış bir şey söylemekten ödü kopan Ummon tereddüt geçirmişti, çünkü ne söyleyeceğini düşünüyordu. Bokuju ona tereddütünün bedelini ödetti, çünkü o kendiliğinden, basitçe, şeyler dünyasında öteki şeyler arasında bir şey olarak konuşamamakta ya da eyleyememektedir. Aksine, Ummon düşüncesinde kendini şeylerden ayırmış ve bunu yapmakla da dünya karşısında acze düşmüştür.
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.