Gönderi

910 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 43 days
Roman İspanya’nın denizlerdeki hakimiyetini İngilizler’e kaptırdığı, Yeni Dünya’dan gelen altın ve gümüş arzının düştüğü, bu sebeple İspanyol ekonomisinin günden güne kötüye gittiği bir zamanda yazılmış ve yayınlanmıştır. O dönemde eski çağlara özlemi yansıtan şövalye romanslarına ilginin yoğun olması sosyolojik bir vakadır. Fakat bunların gerçekçilik sınırlarını aşıp masal havasına bürünmeleri, tüm kültürlerin mitlerinde yer alan ve değişmez, zamansız “Altın Çağ”a atıfta bulunmaları, tüm o tek başına orduları alt eden kahramanlar, büyücüler, ejderhalar ve devler alemi Cervantes’i hem büyülemiş hem de güldürmüş olmalı ki ortaya bu eser çıkmış. Don Quijote’nin özendiği gezgin şövalyelik (knight-errant) gerçekte hiç varolmamış, edebiyatta ortaya çıkmış bir tipi tanımlar. Bu kurgusal şövalyeler diyar diyar gezerek adalet dağıtan, cesaretlerini gösteren, doğruluğu yayan, bu arada o yörenin soylu bir hanımıyla da saray aşkı (courtly love) yaşayan idealist tiplerdir. 12. yy.’dan beri romanslarda yer bulurlar. En bilinenleri de Yuvarlak Masa Şövalyeleri‘dir. Romanda sürekli geçen Amadis (Amadís de Gaula) de İspanya’da 16. yy.’da çok popüler bir seriymiş. Zaten bizim Don Quijote’nin en sevdiği ve roman boyunca en çok bahsettiği kitap da budur. Bu şövalyeler Ortaçağ üretimi oldukları için esas olarak hristiyan idealleri taşırlar. Fakat, şövalyelik ülküsünün yine de hristiyanlık ile çok çelişkili bir ilişkisi vardır. Savaşı yücelten bir ideal olan şövalyelik hristiyanlığın barış idealiyle çelişir. Benzer şekilde, platonik aşkın yüceltilmesini de içeren bu ideal, bu aşkın nesnesi olarak Tanrı yerine asilzâde bir kadını koyar. Bu durum Cervantes tarafından da vurgulanmış, Don Quijote bir kaç sahnede Tanrı’dan önce Dulcinea’ya dua etmiştir (Bu bölümler Engizisyon tarafından sakıncalı bulunarak o zaman çıkarılmış, ancak sonradan eklenmiştir). Bu dünyevi olana kendini adama davranışı o zamanın ruhuna çok ters olduğu için bize tuhaf gelebilir. Şövalyenin platonik aşkının nesnesi olan kadınlar hiyerarşide şövalyeden daha üst bir sınıfa mensup olduklarından, bazı kuramcılar bu durumu vassalın senyöre olan adanmışlığı olarak okurlar. Bir yandan da bu soylu kadınlar tüm dünyeviliklerinden arındırılıp tanrısallaştırılmışlardır. Birer Tanrıça kimliğine bürünürler; böylece yaptıkları tüm eylemler ancak bir lütuf olarak düşünülebilir. Bazı kuramcılara göreyse tüm bu ilahî mertebeye taşıma işi aşkın cinsel yönünü bastırmak içindir. İdealler söz konusu olduğunda, her ne kadar Cervantes Don Quijote’nin boş hayallere kapılmasıyla, kendisini ancak romanslarda varolan gezgin şövalyelerden biri gibi görmesiyle, gerçekliği doğru değerlendiremeyişiyle ve giriştiği pervasız eylemlerle dalga geçse de, asla tüm bunların altında yatan idealleri küçümser gibi gözükmez. Tam tersine, belli ki o zamanlarda pek rastlanmayan nezaketi ve ölçülü davranışlarıyla gittiği her yerde saygı görür; ta ki pervasız gösterileri başlayana kadar. Şövalyeliğin meziyetleri üstüne verdiği tüm söylevlerde, onu dinleyenler bunları gerçekçi bulmasalar da, en azından olması gerekenin bu olması konusunda hakkını verirler. Don Quijote gariptir, konu şövalyelik olmadığı zamanlarda son derece akıllıca ve bilgece konuşur. Düşünceleri derli toplu, bilgi süzgecinden geçmiş ve üzerine yeterince düşünülmüş gibidir. Hele ki edebiyat, özellikle de şiir üstüne düşünceleri zamanının tartışma konularını yansıtır. Sancho valilik görevine başlamadan önce, Don Quijote’nin ona yöneticiliği esnasında gözetmesi gereken prensipleri anlattığı bölüm günümüzdeki bir yönetici için dahi yol göstericidir. Don Quijote’nin kendi deliliğinin ne kadar farkında olduğu romanın çözemediğim noktalarından biridir. Tüm öykü boyunca Don Quijote Dulcinea’ya olan aşkını sürekli vurgular. Oysa bu kızı ancak bir kere, o da yarım yamalak görmüştür. Kızın ise onun varlığından haberi bile olup olmadığı bile belli değildir. Ayrıca kız sıradan bir köylü kızıdır (Dulcinea ismini Don Quijote kendisi vermiştir). Sancho bu durumu sorguladığında Don Quijote bunun böyle olması gerektiğini, şövalye olduğu için bu aşka ihtiyacı olduğunu belirtir. Bu açıdan kendi kurgusunun son derece farkındadır. Fakat bu farkındalık bize onun deli olmadığını kanıtlamaz. Deliliğinin türüne işaret ediyor olabilir. Benzer bir örneği dük ve düşesin Don Quijote ve Sancho’ya oynadıkları Clavileño isimli tahta atla ilgili oyunları sonrası görürüz. Gözleri kapalı halde bu atın üzerinde yarım saat geçiren ikili indikten sonra, bunun mutlaka gerçek bir gezi olması gerektiğini düşünen Sancho, hiçbir şey görmemiş olmasına rağmen etrafındakilere gezi esnasında gördüğü şeytanlarla ilgili bir öykü anlatır. Elbette herkes bunun bir yalan olduğunu bilir. Don Quijote ise Sancho’nun yanına gelerek, anlattığı hikayeye inanılmasını ne kadar istiyorsa, kendisinin de benzer şekilde Montesinos mağarasında gördüğünü söylediği şeylere o kadar inanılmasını istediğini söyler. Bu nokta çok çarpıcıdır; zira Don Quijote’den kendi gördükleri veya bildikleri ile ilgili böyle açık bir beklentiyi dile getirdiğini görmeyiz. Burada ise, söylediği şeylerin kendi kurgusu olduğunu başından beri bildiğini sezeriz. Bunun ise kesinliği yoktur; Don Quijote basit bir şekilde Sancho’ya destek olmak amacıyla bu sözleri sarfetmiş de olabilir. Bunun gibi örnekler Don Quijote’nin bilerek mi yoksa bilmeyerek mi delilik yaptığını sorgulamamıza sebep olur. * * * İlk kitapta çok sevdiğim sahnelerden biri rahip, berber, kâhya ve Don Quijote’nin yeğeninin, onun kitaplarını yakmak için ayırdıkları sahneydi. Onun delirmesinin sebebi olarak gördükleri bu kitapları şeytanın işleri olarak niteler ve yakmaya karar verirler. Ama rahip yine de kitapları bir incelemeyi ister ve belki aralarında şeytan işi olmayanların bulunabileceğini, böyleleri varsa yakmanın haksızlık olacağını söyler. Böylece tek tek incelemeye başlarlar. Buradan sonra bol bol kitap ve yazar adı duyarız. Bunların çoğu bizim için çok yabancıdır, fakat anlatılmak istenen bundan bağımsız olduğu için rahatsız olmayız. Rahip kitaplara baktıkça aslında onun de hepsini okumuş olduğunu görürüz. İlk önce dinî bir gerekçeyle başlayan ayıklama işi giderek edebî bir ayıklamaya dönüşür. Rahip kitapları üslubuna, konusunun heyecan vericiliğine, yazarları hakkında edinmiş olduğu intibaya göre bir elemeye tabi tutar. Burada din adamından çok edebiyat alanında bir otorite gibi davranır. Sonuçta, kitapların pek azı yakılmaları için ayrılırlar. Buradaki eğlenceli anlardan biri Cervantes’in kendisini de La Galatea kitabıyla Don Quijote’nin kütüphanesindeki yazarlardan biri olarak sunmasıdır. Kendi hakkındaki görüşünü rahibin ağzından şu şekilde aktarır: "Cervantes benim çok eski arkadaşımdır; şiirden çok talihsizlikte tecrübeli olduğunu bilirim. Kitabı yenilik bakımından fena sayılmaz; ancak başlangıçta kendine koyduğu hedefe ulaşamamıştır. Yazacağını vaat ettiği ikinci bölümünü beklemek gerek, belki bu düzeltmeyle, şimdilik kendisinden esirgenen hoşgörüyü elde edebilir." La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote I, çev. Roza Hakmen, YKY, 2019, s. 79 * * * Birinci kitap ile ikincisi verdikleri duygu açısından birbirinden ne kadar da farklıdır… İlk kitapta Binbir Gece Masalları’nın masalsı atmoferi hakimdir. Elbette, oradaki gibi katman katman birbirinin içinden doğan öyküler yok; sadece ana öykümüzün ekseninden ayrılan ve sonunda zamansal ve mekansal birleşseler de ondan tamamen bağımsız olan öyküler var. İşte bu özerk hikaye bolluğu, bunlar anlatıldığı esnada Don Quijote’nin ya sessiz kalması ya da uyuyor olması, bir anlamda sahneden çekilmesi, kitaba Şehrazat’ın günden güne akan kendi öyküsünün ondan bağımsız masalların arka planında kalması gibi bir akış veriyor. Bu hikayelerin ayrı çerçeveleri olması, masalsı atmosferleri ve hemen hepsinin “bakın size kendi müthiş kederli hikayemi anlatacağım” girişiyle başlaması ironik ana öykünün arasında serpiştrilmiş, merak uyandıran parçaları meydana getiriyor. İkinci kitapta ise kitabın hemen hemen sonlarına kadar bu türden öykülere rastlamıyoruz; ta ki Barcelona kıyılarında ele geçirilen bir Türk gemisinin kaptanının öyküsüne kadar. Bu öykü ilk kitaptaki öykülerin havasına sahiptir. Bu noktaya kadar ikinci kitapta anlatılanlar deliyle deli olanların, Don Quijote’nin deliliğiyle ve Sancho’nun saflığıyla eğlenme amacını taşıyan dük ve düşesin, Don Antonio’nun giriştiği büyük prodüksiyonlu şakaların öyküsüdür. * * * İkinci kitaptaki öyküsü anlatılan Moriskolar (Morisco)‘a ve Cervantes’in onları ele alışına biraz değinmek gerekir. Moriskolar 16. yy.’da zorla hristiyanlaştırılan Endülüslü müslümanlardır. Son müslüman Endülüs devleti olan Gırnata (Granada)’nın 15. yy.’ın sonlarına doğru dağılmasının ardından önce yahudilik, ardından da müslümanlık giderek tüm İspanya’ya yayılacak şekilde yasaklanmıştır. Bu dinlerin inananlarının hristiyanlığa geçmek istememeleri halinde köle olarak kullanılmaları ya da İspanya topraklarından sürülmeleri yönünde kararnameler çıkarılmıştır. Bu dönemde bir çok müslüman ülkeden sürülmüş, geri kalanlar hristiyan olmuşlardır. Müslüman olanlara mudéjar denmeye devam edilirken, hristiyan olanlar morisco olarak adlandırılmıştır. Bu şekilde dinden dönenlerin samimiyeti devamlı olarak sorgulanmış ve gizlice müslüman adetlerini devam ettirdiklerinden kuşkulanılmıştır, ki bazı grupların bu şekilde hareket ettiği doğrudur. Muhtemelen doğru olmasa da, Moriskolar’ın İspanya üzerine sefere çıkacağından kuşkulanılan Osmanlılar’a geldikleri zaman yardım edecekleri yönünde söylentiler de yayılmıştır. 16. yy.’da Moriskolar, Arapça kullanımı yasaklandığı zaman olduğu gibi, bölgesel olarak bazı isyanlara da kalkışınca, 17. yy.’ın başında, tam da Don Quijote’nin yayınlandığı dönemde, Moriskolar’ın da sürgün edilmesi gündeme gelmiştir. Farklı eyaletlerde farklı zamanlarda bu sürgün işlemi gerçekleştirilmiştir. Sürülenlerin bir bölümü Avrupa ülkelerine ve İstanbul’a, diğer bir bölümü de Kuzey Afrika’ya, sadece taşıyabilecekleri eşyalarla gönderilmişlerdir. Bu sebeple bir çoğu, geri dönecekleri umuduyla değerli eşyalarını gömerek bırakmışlardır. Kuzey Afrika’ya gidenlerin de önemli bir bölümü kültürel olarak uyum sağlayamayıp geri dönmüşlerdir. İlk kitapta Sancho Panza’nın “eski hristiyan” olduğu, soyunda kirlilik ve karışıklık bulunmadığı yönünde bir kaç yerde tekrar ettiği sözleri ve Moriskolar’ın güvenilmez, yalancı ve sahtekar oldukları yönündeki yargıları Moriskolar ve daha eski hristiyanlar arasında varolan etnik gerilimi yansıtmaktadır. Sürgünler ilk kitabın yayınlandığı 1605 yılından dört sene sonra, 1609 yılında başladığı için kitapta yer almamaktadır. Cervantes 1615’de yayınlanan ikinci kitapta 1614 yılında sona eren bu sürgünden doğrudan bahsetmiş, yan öykülerden birini bu olaya ayırmıştır. Fakat Cervantes burada son derece dikkatli bir tutum takınır. Anlattığı öyküden tüm Moriskolar’ın kötü olmadığını düşündüğünü, aralarında son derece samimi hristiyanlar olduğunu bildiği ve tüm bu sürgün olayına biraz kurunun yanında yaşın da yanması sebebiyle üzüldüğü sonucunu çıkarıyorum. Fakat kitaptaki sözleriyle bu sürgünü onaylayan III. Felipe’yi desteklemekte, onun sürgünü uygulama konusunda görevlendirdiği asilzadeyi de olabildiğince övmektedir. Hatta öyküde yer alan bir Morisko olan ve Sancho’nun komşusu olan Ricote’nin ağzından sürgünün ne kadar da isabetli bir karar olduğunu, bu güvenilmez halkın bunu nasıl hakettiğini aktarır. Cervantes’in bunu yaş tahtaya basmamak için yaptığı aşikardır. Tüm bunlara bakılarak Cervantes’in tüm dinlerin bir arada yaşayabileceğine inandığını düşünmek doğru olmaz. O koyu bir katolikti ve hristiyan ülküsüne de son derece bağlıydı. Bunu, özellikle ilk kitaptaki yoğun hristiyanlık vurgusunda ve Türk düşmanlığında görebiliriz. Türkler barbar ve kötücüldürler. Kitaptaki esir karakteri gibi (bu hikaye Cervantes’in öz yaşam öyküsüyle de bir miktar paralellik gösterir), Cervantes de Türkler’e karşı bir Haçlı Seferi’ne katılmıştır. Hatta esir, tutulduğu hapishanede Saavedra adında İspanyol bir mahkumun olduğundan da bahseder. Cervantes burada, kendi yazdığı esirin öyküsüne kendisini bir karakter olarak yerleştirmiştir. İkinci kitapta da hristiyanlık vurgusu devam eder, sonlara doğru da Türk düşmanlığı yeniden kabarır. Türkler yine barbarlıkla suçlanır ve cinsel tercihleri sorgulanır. Daha geniş bir çerçevede Türkler, Araplar ve Berberiler, kısacası tüm müslümanlar, Cervantes’in sıklıkla kodlarını verdiği ahlâklı hristiyanın tam tersi resmedilirler. Kitabın son bölümlerinde yer alan, bir Morisko olan Ricote’nin, kızının ve kızın sevgilisinin hikayesinde bu küçümseme ve düşmanlık zirveye çıkar. Hatta, olumlu bir örnek olarak çizilen Ricote’nin İspanya’ya kaçak olarak, sırf gömdüğü servetini çıkarmak için gelmiş olarak gösterilmesinde dahi açgözülülük, yani kötü ahlâk vurgusu sezilir. bibliotek.art.blog/2021/04/23/don-...
Don Quijote (2 Cilt Takım)
Don Quijote (2 Cilt Takım)Miguel de Cervantes · Yapı Kredi Yayınları · 202222.9k okunma
·
174 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.