Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

299 syf.
9/10 puan verdi
Sürgünlüğün Bin Yüzü
Her kuşak kendi sürgünlüğünün tarihini yazmıştır. Her dilin varoluşunda böylesi bir tarihin izleri kaçınılmaz biçimde yer etmiştir. İnsanlığın yeryüzündeki ütopyası silinmediği sürece, sürgünlüğün sarkacı da dinmeyecektir. "Sürgün hakkında düşünmek tuhaf bir biçimde davetkâr hatta kışkırtıcı bir şeydir de, sürgünü yaşamak korkunçtur. Sürgün; bir insan ile doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında zorla açılmış olan onulmaz gediktir." Edward Said'in, sürgünlük hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği" Sürgün Üzerine Düşünceler" yazısında sürgünü konumlandırdığı yukarıdaki tümceler, Feridun Andaç'ın bu kitabı yazmasındaki en büyük etken olmuş. 1980 yılında yeryüzünü keşfetme arzusuyla Stockholm'a giden Andaç, burada yüzleştiği şaşırtıcı ve düşündürücü gerçekler üzerine de kitabının ana temellerini atmış. Şöyle ki Stockholm' da, vatandaşlıktan çıkarılmış lakin dilinden ve vatanından hiç kopmamış olan çocukluk arkadaşı Demir Özlü ve Mehmed Uzun vardır. Bir yüzleşme olarak kabul ettiği bu yolculuk sonrasında ise sürgünlüğü çokça yaşayan ve yaşatan ülkemizde, sürgün metinlerinden oluşan bir kaynağın olmadığını farkederek kitabını kaleme almış. Kendi fikirleri dışında oldukça geniş çaplı olarak da dünya edebiyatının sürgünlüğü tatmış şair ve yazarlarının fikirlerine yer vermiş. Cortazar'dan Pablo Neruda'ya, Eduardo Galeano'dan Ovidius'a, Nâzım'dan İlhan Berk'e, Nedim Gürsel'den İrfan Yalçın'a değin birçok isim sayfalar arasından selamlıyor okuru... Sürgüne giden insanların çoğunun sürgün yerinde yine ilk ana kaynağın sorunlarıyla kafasını meşgul ettiğini, ülkesinin sorunlarıyla, o da değilse geride bıraktığı insanların hatırasıyla yaşamaya çalıştığını görürüz. Hatta kendi kendisini ütopik bir diyarda sürgün edenin bile kafasında bunlar vardır, diye düşünebiliriz. O halde bir başka şekilde söylemeye kalkarsak, sürgüne giden, yersizleşme-yurtsuzlaşma sürecine girmiştir. "İnsanın sürgünlüğü ana rahmine düştüğü gün başlar! Sonrası hep yalnızdır. Savruluşlardandır ömrü. Hayatın değişen ve çelişen yanları onun kılavuzu olur. Bir kaç kültürde okumak, bilmek de kurtuluş değil. Yeryüzünün neresine giderseniz gidin, yalnızlık yanı başınızda, acınız hep sizinle... Kitaba konu olan her yazarın dokunaklı, can yakıcı ayrı bir sürgün hikayesi var elbet. Ben Demir Özlü'nün sürgün serüvenini buraya taşımak istiyorum. Dönemin şartları gereğince 1979 yılında, Cavit Orhan Tütengil' in öldürülmesinden sonra, gönüllü olarak Türkiye'ye terk ediyor Özlü. Mesleğini, avukatlık yazıhanesini, dostlarını, arkadaşlarını, her şeyini ardında bırakarak hiçbir güvencesi olmadan vuruyor kendini yollara. Tütengil suikastı çok canını yakıyor. Melek gibi bir insan öldürüldü ve katili yakalanmadı, diyerek kahrediyor. Cenaze töreninde asker dipçiği yiyen, bu dipçiği yediği için direnen, gazetelere haber olan Ümit Kaftancıoğlu'nu da üç ay sonra katlediyorlar... Bu acılar üzerine bir yazı kaleme alarak, "Bir devletin ilk görevi can güvenliğini sağlamaktır. Devlet, can güvenliğini sağlamıyor, isterse insanlarına milyonlarca dolarlık gelir temin etsin, işe yaramaz" diyerek duygularını dile getiriyor ve politik bir tavır olarak kendi gönüllü sürgünlüğünü seçiyor. 1985'te yurda dön çağrısı yapılıp da gelmeyince sürgünlüğü, siyasi sürgüne dönüşüyor ve 1986'da vatandaşlıktan çıkarılıyor. Yurtdışı yıllarında iken okuma ve yazmaya, Türkiye'de olduğundan çok daha fazla zaman ayırabildiğini söyleyen Özlü, yazarlık olgunluğuna da bu yıllarda eriştiğini itiraf ediyor. Mehmed Uzun ise sürgünlük konusunda Polonyalı yazar Witold Gombrowicz'in sürgün tanımını benimsiyor : Sürgün bir mezarlıktır. Mesela, Şam'ın girişindeki tepelerin üzerinde üst üste yığılmış gecekondulardan oluşmuş Kürt mahallesinin, bir yama gibi tepeye yapışmış mezarlığı kelimenin tam anlamıyla bir sürgünler mezarlığıdır. "Kimselerin ortada görünmediği şafak vakitleri, görülmeyen bir hayalet gibi tepeleri tırmanarak ıssızlık ve hüznün sinmiş olduğu o mezarlığa gittim ve sessizce o dilsiz mezar taşlarına baktım. Ve o mezar taşlarının dile gelmesini, konuşmasını arzulayarak, isteyerek, kendi kendime durmadan Aragon'un şu dizelerini mırıldandim: 'Ve salıyor ağustos geceleri / yıldızları aşağı bilmem nasıl / yıldızları salıyor usul usul / yıkıma uğramış o gözler gibi..." Bahsi geçen mezarlığın hemen bitişiğinde ünlü bir Kürt sürgününün ismiyle yapılmış bir cami vardır; Mevlana Halid Camisi. Ülkesi Kürdistan ve güzel şehri Süleymaniye'den uzaklaştırılan Mevlana Halid, yıllar yılı ülkesini ve şehrini yazdığı dizelerde canlı tuttu. Ve dizelerini yıldızlar, ay, güneş, rüzgar aracılığıyla ülkesine iletti. Şu ölümlü dünyada, ünlü sürgün Ovidius'un deyimiyle 'insanların birbirinin kurdu olduğu' bu haksızlıklar dünyasında Mevlana Halid'in dostları insanlardan uzak olan güneş, ay, yıldızlar, yel oldu... Sürgünlüğün çekilmez ağırlığı ve hasretin dayanılmaz acısı Mevlana Halid'i ölümsüz bir Kürt şairi ve şahsiyeti yaptı. O, ölümsüz bir şair olmanın bedelini yaşamını derin bir hüzün ve hasretle örülü, yaratıcı bir rüyalar alemine dönüştürmekle ödedi. Ölümsüzlüğün bedeli sürekli ölümü ve yalnızlığı düşünerek, hissederek yazmak, yaratmak oldu. Sadece 19.yüzyılın bu ölümsüz Kürt şairi mi söz konusu bedeli ödedi? Elbette hayır... Nazizmin vahşetinden kaçan, Alman dilinin büyük ustası Broch, Osmanlıların büyük katliamından kurtulan ve İngilizce yazan Ermeni yazar Saroyan, düşüncelerinden dolayı uzun yıllar cezaevinde kaldıktan sonra ülkesini terk etmek zorunda kalan Türk dilinin büyük şairi Hikmet ve cahil bir diktatörün, Ziya ül-Hak'ın ilkel teröründen kaçan Urdu dilinin en büyük şairi Faiz için de sürgün, ölümden kurtuluşun tek yoluydu. Sürgünlüğün alfabesi yazılmadı ama her dilde onun söz labirentleri aynıdır, diyen Feridun Andaç, kendince bir de alfabetik sürgün şablonu çıkarmış: Acı: Yudum yudum yaşanan, aşk, ayrılık, arayış üçgeninin buluştuğu yer. Bellek: Yitirilip yitirilip bulunan. Coşku: Hep yaşanılırdı, şimdi ise yaşama sebebi. Çözülme: İlk adımda başladı, sonra hayatın her alanına sindi. Düşkünlük: Yabancı bir gökyüzünde en çok hissedilen Engel: En çok anımsattığı şey; 'Yürekteki Bukağı' Firkat: Gece-gündüz sese dönüşür. Göçmen: Künyesidir onun. Hüzün: Yüzünün aylasında ışıyan. Itır: Ağlayışlar, sevinçler getirir her yel esintisinde. İdea: Belki de sürüklenişin tek sebebi, 'müsebbibim' dediği. Kimlik: Kesintisiz başkalaşımın yaşadığı. Labirent: Her dem dönenip durduğu. Muhalefet: Varoluş nedeni. Netame: Hiçbir zaman kaçamadığı. Otorite: Çatışma odağı, karşı koyma imi. Özlem: En çok 'hasret'le dile getirilen, hiç yitirmediği göktaşı. Pusarık: Günün en aydınlık yerinde seraba dönüşen. Rüya: Dünle bağının tek yolu. Seziş: Bütün yollarını aydınlatan. Şimal: Kalbine göre ayarladığı. Tükeniş: Hep kıyısından döndüğü Uyumsuzluk: Günü güne bağlarken tek aşılamayan. Ülkü: Hiç yitirmek istemediği. Vuslat: Bir zühreyıldızı kadar uzak, bir gözyaşı kadar yakın. Yalnızlık: Yaşamak, yabancılaşma, yurtsama ile iç içe yaşanılan; gününün ilk sevinci, gecesinin kandili. Zaman: Hem içinde hem dışında yaşanılan. Ve diyor ki yazar; ne yazarsam yazayım, sürgünlüğün, yerinden yurdundan edilmişliğin ezincini, özlemini tarif efemem ama Pablo Neruda dizeleriyle anlatabilirim : Yuvarlaktır sürgün: bir değirmi, bir halka: ayakların dolaşır onu, geçersin ülkeyi, geçersin ya senin ülken değil, gün seni uyandırır ya senin günün değil, gece gelir: senin yıldızlarından yoksun kardeşler bulursun: ama senin kanından değil. Bir hayalet gibisindir, seni delice sevenleri şimdi sevmemekten yüzü kızaran, ve doğrusu tuhaftır yoksun olmaları senden yurdunun düşman dikenlerinin, halkının buruk güçlüğünün, o seni bekleyen sıkıntıların daha kapı eşiğindeyken hırlayan...
Sürgünlüğün Bin Yüzü
Sürgünlüğün Bin YüzüFeridun Andaç · Can Yayınları · 20046 okunma
··
831 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.