Gönderi

·
Not rated
BOĞAZİÇİ MEHTAPLARI (ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR)
(Hisar, Abdülhak Şinasi; Boğaziçi Mehtapları, YKY, YKY'de 6. baskı, İstanbul, Nisan 2011) Hisar'ın anı türündeki eserlerinden biri Boğaziçi Mehtapları. İlk baskısı 1942'de yapılan eser şu yedi bölümden oluşuyor: HAZIRLANIŞ (Boğaziçi Medeniyeti, Mazinin Yoksullukları, Tabiat Sevgisi, Musikî İptilası), TOPLANIŞ (Bu Gecelerin Kıymeti, Hanımlar Buluşuyorlar, Kayıklar ve Sandallar Yan Yana, Gelenler ve Gelmeyenler), MUSİKÎ FASLI (Kayıklar ve Sandalların Kervanı, Saz Fasılları, Saz Sesleri, Hanende Sesleri), SÜKÛT FASLI (Boğaziçi Cenneti, Mehtap, Yalıların Önünden Geçiş, Sessizliğin Şiiri), AŞK FASLI (Mehtapta Görülen Güzellikler, Karanlıkta Parıldayan Arzular, Şarkıların Dedikleri, Herkesin Aşkını Söyleyen Saz), DAĞILIŞ (Fanilikler, Sönüş, Ayrılış, Unutuluş), HATIRLAYIŞ (Mazi Cenneti, Bizimle Beraber Yaşayan Hatıralarımız, Hatıralarımızın Zaman İçinde Devamı, Başka Dünyaların Bizden Görebilecekleri) Sırayla ilerleyelim bakalım: HAZIRLANIŞ Boğaziçi Medeniyeti Hisar bu yazısında, "hususi bir medeniyet" olarak gördüğü Boğaziçi'nden bahseder. Ona göre "Boğaziçi [...] sanki bir göl tarzında kendi üstüne kapanmış ve kendine mahsus âdetleri ve zevkleri olan büsbütün hususi bir âlemdi[r]. Barındırdığı birtakım ananeler kendine has tabiatının hususiyetlerine katılarak ona, birçok kısımlarıyla eş bulunduğu İstanbul medeniyetinden bile ayrılan, hususi bir medeniyet kurmuş[tur.] [s. 9]" Bu yazıdan kitabın adında da geçen mehtap kelimesinin özel anlamını da öğreniyoruz: Mehtap, "mehtaplı bir gecede Boğaziçi'nde dolaşan bir kayıkta bir saz peşinden onu dinleyerek yapılan gezinti" (s. 12) demekmiş. Mazinin Yoksullukları Hisar, burada, İstanbul'un eski zamanlarıyla daha sonraki dönemlerini karşılaştırır. Yeni nakil vasıtalarının, spor müsabakalarının, sinemanın olmadığı bir İstanbul düşünün, bir de bütün bunların sıradan şeyler olduğu İstanbul'u... Yazar, bu değişiklikleri kendi hayatında görmüş, yaşamış biridir ve yazısında, sadece birtakım teknik değişikliklere değil, yaşanan toplumsal değişime -mesela kadın-erkek ilişkilerine, eğlence kültürüne- de dikkat çeker. Hisar, pek çok yoksunluğun bulunduğu eski İstanbul hayatında iki hissin (Bunların biri tabiat / Boğaziçi sevgisi, diğeri de musikî / saz iptilasıdır.), ruhlara muhtaç oldukları şiiri bol bol sunduğunu da ekler. (Bu yazıda, başlıkta da kullanılan "yoksulluk" kelimesiyle kastedilen "fakirlik" olmasa gerek, bunun yerine "yoksunluk / mahrumiyet" diyebiliriz sanırım.) Tabiat Sevgisi Hisar, bir önceki yazıda eski İstanbul hayatında ruhlara muhtaç oldukları şiiri sunan iki his bulunduğunu söylemişti. İşte bu yazıda o iki histen biri(ncisi) olan tabiat sevgisine, tabiatın emsalsiz güzelliğinin toplandığı Boğaziçi sevgisine değiniyor. Bakın ne diyor: "İstanbul'da tabiatın emsalsiz güzelliği, şüphe yok ki, Boğaziçi'ndedir ve İstanbul'un en güzel semti olan Boğaz'a o zaman gösterilen rağbet tabiata duyulan sevgiyi ve verilen kıymeti gösteriyordu. Théophile Gautier için olduğu gibi o zamanki hanımlar ve beyler için de tabiat var olan, görülen, sevilen bir şeydi. [s. 25]" Hisar, sonra, tatlı tatlı anlatır Boğaziçi'ni; onun gecesini, gündüzünü, seherini, gurubunu, sesini, rengini, kokusunu, korusunu, balığını, bülbülünü, yalılarını, kayıklarını... Sadece bunlar değil, bütün bunların dillerinden anlayan insanlar da canlanır sayfalarda. Ve okur, tabiatla arası açılmış zamane insanlarını düşünür de sormadan edemez: İnsanlar mı değişti, tabiat mı? Musikî İptilası Hisar, bu yazısında, sonraki bölümlerde de ele alacağı musikîden / sazdan söz ediyor. Boğaziçi'nde sazın hayatın doğal bir parçası olduğunu, zengin fakir herkesin saza ilgi duyduğunu ve yine herkesin sazende veya hanendelerden bir tanıdığı olduğunu yazıyor. Hisar yazısında, sazlara, hanende ve sazendelere dair daha pek çok ayrıntıya da yer veriyor. TOPLANIŞ Bu Gecelerin Kıymeti Yazar, bu başlık altında da saz âlemi yapılan nadir gecelerden bahsediyor. Mehtaba ne zaman ve nasıl çıkıldığını, bu gecelerin hangi usul ve ananelerle tertiplendiğini ayrıntılı biçimde anlatıyor. Hanımlar Buluşuyorlar Kadınların dünyasını en iyi anlayan yazarlarımızdan biri olduğunu düşündüğüm Hisar bu yazısında, dikkatini mehtaba katılan hanımlara yöneltiyor. Elbette, sadece, bu hanımların mehtaba nasıl çıktıları, neler giyindikleri, birbirleriyle nasıl görüşüp konuştukları değil daha pek çok ayrıntı da yazarın gözünden kaçmıyor. Kayıklar ve Sandallar Yan Yana Hisar, bu parçada saz kayıklarından ve onlara katılan diğer kayıklardan söz eder. Kayıkların, Sultan Hamid devrine kadar rakipsiz olduğunu, bu tarihten itibaren yerlerini daha gelişmiş ve sağlam olan sandallara bırakmaya başladığını yazar. Mehtapta, kayık ve sandalların saz kayığının etrafında nasıl kümeleştiğini ve Boğaziçi medeniyetinin bir icmali olarak gördüğü bu ananenin nasıl cereyan ettiğini anlatır. Gelenler ve Gelmeyenler Başlıktan da anlaşıldığı üzere, Hisar, bu yazıda saza kimlerin katıldığını, kimlerin katılmadığını anlatır. Yazar, mehtaba Anadolu yakasının, özellikle Beykoz'dan Kuzguncuk'a kadar olan sahanın daha fazla ilgi duyduğunu; yaşlı ve hastaların yanında devlet adamlarının büyük bir kısmı ile "kaçgöç taraftarı asıl müteassıpların" (s. 65) ise mehtaba katılmadığını söyler. Bunların dışında kalan her meslekten, yaştan ve seviyeden insanın mehtaba katılmaya çalıştığını belirtir. MUSİKÎ FASLI Kayıklar ve Sandalların Kervanı Hisar yeni bir bölüme geçse de önceki konuyu devam ettirir; saz kayığını, onun Boğaz'daki seyrini ve etrafındaki kayık ve sandal kafilesini yine tatlı tatlı anlatır. Okur, satırlar arasında Boğaziçi medeniyetinin inceliklerini öğrenir; öğrenir de belki biraz şaşırır ve daha çok duygulanır. Şu alıntıda olduğu gibi: "Kafilenin geçerken bir yalının önünde durarak [...] ona mahsus bir parça saz çalınması bir alaka, bir muhabbet ve hürmet nişanesi olurdu. O zaman bu yalının denize bakan bir odasında yanmış bir lambanın önünden bir insan gölgesi geçtiği, bir iki ışık söndürüldüğü ve yerine bir iki kafes kaldırıldığı görülürdü. [Bunlar] saza bir cevap, musikîye bir iltifat de- [s. 72] mek olur, hayatta dostluk gibi, vefa gibi sağlam hisleri ifade ve temsil eder, bu âleme bir iştirak mânâsı alır ve bu gölgeler halindeki hareketler ta kalplerimize işlerdi. [s. 73]" Saz Fasılları Hisar bu başlık altında sazı başlatır ve sazın etkisine nasıl kapıldığını anlatır. Yazar, kendisinin de fasıl başladıktan sonra yavaş yavaş yükselen seslere karışarak yeryüzünden ayrıldığını yazıyor. (s. 78) İşte musikînin sihri... Saz Sesleri Soluksuz okunan bir tirat bu yazı. Okur da nefes almadan dinliyor bu harika tiradı. Süper! Hisar bu yazısında âdeta coşmuş; saz seslerinin özelliklerini, dinleyenleri nasıl büyüleyip de başka âlemlere alıp götürdüğünü öyle güzel anlatıyor ki... İnsan saz seslerinin değil onların anlatıldığı bu satırların tesiriyle bile sarhoş olabilir. Hisar bu yazısında, "saz sesleri"ni her cümlede ustaca tekrarlayarak okuru da bir fasılın içine çekiyor. Okumalısınız. Hanende Sesleri Hisar, Saz Sesleri'nde yaptığının bir benzerini yapıyor burada. Yazar, "bazen hanende sesleri" - "hanende sesleri bazen" - "bazen hanende sesleri" şeklindeki tekrarlarla öyle bir ritim tutturur ki okur da birkaç cümle sonra o seslere karışıp bu dünyayla alakasını keser. SÜKÛT FASLI Boğaziçi Cenneti "Dünyada Boğaziçi kadar belki biraz hüzünlü fakat füsunlu ve güzel bir yer görmedim." (s. 97) diyen Hisar, bu yazısında okurlara Boğaziçi'ni, onun türlü güzelliklerini anlatır. Mehtap Hisar, bu parçada Boğaziçi'nde mehtabı anlatır. Fakat mehtap hatıraları içli yazarımızı çok etkilemişe benziyor. Yazının sonlarında şöyle diyor: "Bu gecelerde ayın füsunu gönlüme ve bütün hatıralarıma sineli belki kırk sene geçmiştir. Şimdi bana göre artık her şeyin sesi kısıldı. Birçok şeyler bana hiçbir şey söylemez oldular. Yahut ben onları duyamaz oldum ve gönlüm bunca zaman evvel yaşanmış birkaç gece[ye] dönerek hâlâ onların güzelliklerinin mucizesine bağlı kalıyor. Şimdi bir zaman bu mehtapların aksettiği mazi sularına eğilerek o hatıralarımı şuurun lisanına geçirmek istedikçe bu yaptığımın denize sarkarak avuçlarına aldıkları sularla birlikte biraz mehtap tutmak isteyen çocukların dilekleri kadar boş olduğunu biliyorum. Öyle iken ben de onlar gibi bu dağılan ışıklı suları avuçlayarak biraz mehtap toplamak sevdasına düştüğümü duyuyorum! [s. 107]" Yalıların Önünden Geçiş Hisar bu yazısında dikkatini, özellikle mehtap gezintisinde görüp gözlemlediği ve her birini çok iyi tanıdığını söylediği yalılara yöneltiyor. Geçmiş Zaman Köşkleri adlı eserinde uzun uzun anlattığı yalılara bu parçada da değiniyor. Hisar, çok iyi becerdiği insan dışındaki varlıkları insana benzeterek veya onlara farklı farklı insani özellikler yükleyerek anlatma işini burada da çok iyi kotarıyor. Sessizliğin Şiiri Sessizliğe övgü... Şu çarpıcı tespitleri alalım yeter sanırım: "Maziyi anlamak ve duymak için bilinmesi lazım gelen, şimdi elimizden kaçırmış olduğumuz bir nimet, bize yardım elini uzatan bir ilah vardı ki o da her günümüzü saran nefis bir sessizlikti. Sükût, gramofonlarla yenilerek, radyolarla kovularak, otomobil, otobüs, tramvay gürültüleriyle delik deşik edilerek gitgide o kadar azalmış, daralmış, ufalmış, yeni hudutlarının içinde kalmış ve bizim saatlerimizin çoğundan o kadar uzaklaşmıştır ki bazen ona rast gelince bir lezzet gibi duyuyoruz. Biraz süren sessizlik bize ilaç diye koklanan bir ruh gibi tesir ediyor ve musikî yerine geçiyor. Vaktiyle Shakespeare de tam bir sessizliğin en tatlı bir musikî makamına geçtiğini söylemekte haklıydı. Sükûta şimdi bir koruya, bir bahçeye girer gibi erişiyoruz. O zamanlarsa bu bizim tabii ve hemen daimi iklimimizdi. Sükût esas ve onun haricinde şarkı ve saz ise nadir tadılır zevklerdi. O zamanlarda bol bol kandığımız sessizliğe biz elbette şimdiki kadar acıkmış ve susamış değildik. Fakat bilakis ona pek alışkın olduğumuzdan tadını çıkarmasını daha iyi bilirdik. [s. 116]" AŞK FASLI Mehtapta Görülen Güzellikler Hisar, bu yazısında mehtabın insanlara yaptığı tesirden, belki de daha güzel bir ifadeyle teshirden, bahsediyor. Öyle bir büyü ki bu, insanlar ruhlarını "mehtaptan ve sazdan doğan hulyalara açmışlar, sessizlik ve hareketsizlik içinde kendilerini aşkın ilhamlarına ve rüyalarına" salıvermişlerdir. (s. 124) "Herkes kalbini dolduran hüznün aydınlığında, o zamana kadar kendi karanlıklarında görmeye alışmadığı derinliklerini" keşfetmektedir. (s. 125) Karanlıkta Parıldayan Arzular Kaçgöçün sürdüğü o zamanlarda acaba aşklar nasıldı? Mehtap gezilerinde hanımlar ve beyler birbirlerine ilgi duyuyorlar mıydı? Hisar, bir önceki yazısında temas ettiği bu konuyu bu başlık altında anlatmaya devam ediyor. Şarkıların Dedikleri Hisar, bu parçayı mehtapta söylenen şarkılara ayırmış. Bazılarının sözlerinden örnekler vermiş. Şarkıların diliyle onları dinleyen gönüllerin dili ne de çok benzeşiyormuş birbirine... Herkesin Aşkını Söyleyen Saz Ne söylüyordu mehtapta o sazlar, o şarkılar? Ya dinleyenler... Ne buluyordu onlarda? Hisar'a göre aşktır bu, başka bir şey değil. Ve unutmayın sevgili okurlar; Hisar'da aşk, hüznün müteradifidir. (s. 140) DAĞILIŞ Fanilikler Bu yazıyla mehtap, o ışıltılı geceler, sazlar sönmeye başlıyor. Hisar, ne zaman başladığını bilemediğini söylediği mehtap gecelerinin geçmişine eğilir önce, sonra bu gecelerin nasıl yitip gittiğini anlatır. Gerçi ona göre sadece mehtaplar değil, hayatlar, arzular, aşklar da fanidir... Sönüş Buraya kadar mehtap gecelerini, sazları, şarkıları dokunaklı cümlelerle tatlı tatlı anlatan yazar, bu yazısıyla okuru enikonu şaşırtır. Meğer bu içli yazarımız o zamanlar bu gecelerin ne âşığı ne de taraftarı imiş. (s. 153) Demek ki o gecelerin kendisi değil de yıllar sonra onları hatırlamak hoşuna gidiyor Hisar'ın. Belki hatırlamak da hoşuna gitmiyor, biraz edebiyat parçalayayım diye döktürmüş bir şeyler. (Hisar, Unutuluş başlıklı yazısında eseri neden yazdığına dair ipuçları verecektir.) Bakın ne diyor: "Öyle ki -meğer son ihtişamlarını yaşadığımız- bu şark âlemine daima muhalif bir zihniyetteydim. İçimde sıralanan tarizlerin mantığını dinlerdim. Kendimi bu alaturka lezzetlere kaptırmazdım. Fazla şarklı ve Asyalı bulduğum bu âdetleri beğenmez ve sevmezdim. Bin bir şey bu gecelerde hisseme düşeen ve belki hakkım olan zevkimi bozmuş olurdu. [s. 154]" O kadar övgü boşuna mıydı Şinasi Amca, hele Proust'u bi' okuyayım görürsün sen! Ayrılış Yazar bu parçada mehtabın nasıl tertip edildiğini şöyle bir özetler ve kendisinin şahit olduğu zamanlarda bile artık bu âdetin zevale yüz tuttuğunu söyler. Unutuluş Hisar bu yazısında farklı bir bahis açar. Bir bakıma bu kitabıyla ne yapmaya çalıştığını izah eder. Bu nedenle kitabın ön sözü olabilirdi bu parça. Önemli birkaç cümleyi alalım bakalım: "Yüksek ve ince bir medeniyete sahip olduğumuz, muhitimize medeniyetimiz ve lisanımızla ettiğimiz tesirleri layıkıyla söyleyememişiz. Türk milleti ince ve yüksek bir bütün medeniyet hayatı kuruyor. Lakin bunu iyice yazıp söyleyemediği için evvela kendisi tamamen öğrenip bilmiyor, sonra başkalarına okutup duyuramıyor ve neticede bunu kimse adamakıllı bilmemiş, sonra da hemen herkes unutmuş oluyor! [s. 164]" Hisar, bunları söyledikten sonra başka pek çok şey gibi Boğaziçi'nde tertiplenen mehtaplarla ilgili olarak da pek bir şey yazılmadığını söyler, bu eseriyle bir boşluğu doldurmaya çalıştığını ima eder. HATIRLAYIŞ Mazi Cenneti Hisar, bu yazısında mazinin nasıl bir cennet olduğunu veya cennete dönüştü(rüldü)ğünü ve özellikle belli bir yaştan sonra insanların neden o cennete yolculuk edip durduklarını ve hatta oradan çıkmamaya başladıklarını anlatır. Bütün bunları gençlerin anlaması zor olabilir. Şahsen ben de geçmişle avunan, ikide bir mazisine dalıp giden insanları anlamıyordum. Belki hâlâ anladığımı söyleyemem ama artık beden gücü azaldıkça atiden beklentisi de azalan yaşlıların mazi cennetine sığınmalarını yadırgamıyorum. Çünkü... (Hayır, söylemeyeceğim!) Bizimle Beraber Yaşayan Hatıralarımız Hisar bu yazısında, bir bakıma, Boğaziçi Mehtapları'nın hikâyesini anlatır. Yazar, zamanında -çocuk yaşta olduğu için- belki bütün benliğiyle duyup sezemediği, hakkıyla kendini veremediği mehtapların hatırasının yıllarca içinde yaşadığını ve bu eseriyle hafızasında yaşayan o renk ve şekilleri "bir eski zaman nakkaşı gibi" (Ben de, Hisar'ın, bu eserini gerçekten çok özenerek yazdığını düşünüyorum.) sayfalara kazıdığını söylüyor. Ve, Hisar'ın bu yaptığıyla gurur duyduğu dikkatlerden kaçmıyor. Hatıralarımızın Zaman İçinde Devamı Hisar, bu yazısında o menekşe renkli suların, sazların, sözlerin artık geride kaldığını, yok olduğunu dile getiriyor. Yazarımız teselliyi o anları hatırlamakta bulduğunu da ekliyor. Başka Dünyaların Bizden Görebilecekleri Yazar kitabın bu son yazısında zamanın izafiliğine değinir. Birtakım sıkıcı bilimsel cümleler kurar. Sanırım, mehtap gecelerinin ışığı/görüntüsü belki de uzayda bir yerdedir ve onu yeni görecek olan dünyalar vardır, demeye çalışıyor. Genel bir değerlendirme için de şunları söyleyelim. Yaklaşık iki yüz sayfalık eser gerçekten de ince ince, özenle dokunmuş bir nesir örneği. Hisar epey emek vermiş olmalı. O uzun cümleleri yanlışsız kurmak, tasviri hiç de kolay olmayan ay ışığını, suları, mehtabı (gezinti) okurun gözlerinin önüne bir resim gibi çıkarabilmek değme yazarın harcı değildir. Hisar bu işi iyi kotarmış; kendisiyle birlikte okuru da çekmesini biliyor o menekşe renkli sulara, sessizce salınan kayıklara... Hüzünlü hanımlar, içli ihtiyarlar, köhnemiş yalılar canlanıveriyor sayfalarda. Göz kırpıyor oynaşan gölgeler, ele avuca gelirmiş gibi gülümsüyor yanı başımızda ay ışığı. Hâl böyle olunca, pek çok yerde kitabın bölümleriyle o bölüm içeriğinin uyuşmadığını fark etmek istemiyorsunuz ve gereksiz tekrarları da göz ardı edebiliyorsunuz.
Boğaziçi Mehtapları
Boğaziçi MehtaplarıAbdülhak Şinasi Hisar · Yapı Kredi Yayınları · 2013231 okunma
·
323 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.