Gönderi

Taif Heyetinin İstekleri ve Hz. Peygamberin Cevabı
Heyettekiler de artık İslâm'ı kabul etmeye hazır olduklarını bildirip biat ettiler ve aşağıdaki koşulları öne sürdüler : 1. Tâ’ifliler günlük farz namazlardan muaf tutulacaklardır. 2. Onlar, zekât vermekten de muaf tutulacaklardır. 3. Tâ'if şehri kutsal bir şehir olarak tanınacaktır (Mekke gibi; bu şart ile heyet her halde Ka’be’yi haccetme görevinden de muaf tutulmak istiyordu). 4. Zorunlu askerlik hizmetinden (Cihattan) muaf olacaklardır. 5. Şehirlerindeki putun bulunduğu tapınak yıkılmayacaktır (Acaba Putperest ibadetlere devam etmek için mi?) 6. Kendileri için gayrı meşru cinsel ilişki (zina) yasaklanmayacaktır. 7. Aynı şekilde, faizle borç para vermek de yasaklanmayacaktır. 8. Alkollü içki içmek de onlar için yasak sayılmayacaktır. 818. Rivayete göre heyettekiler anlaşma koşullarını baştan sona yazmışlar, sadece Muhammed (as)'ın mührü için boş yer bırakmışlardı. Onların, listeyi tamamlamak üzere, Ramazan orucundan da muaf tutulmalarını isteyip istemediklerini bilmiyoruz. Görüldüğü gibi heyet, Tâ’if'lilerin İslâmî ibadet ve yaşayışlardan muaf tutulmak koşuluyla, Muhammed'i Allah’ın Elçisi olarak tanımaya razı olmuşlardı. Öyle görünüyor ki, heyettekilerin gözünde İslâm siyasal bir bağlılık, herhangi birini kendilerine bir başbuğ, siyasî bir şef olarak görmek anlamına geliyordu. Bu üyelere göre Resulullah Muhammed sadece kişisel şan ve şöhret peşinde koşan biriydi. 819. Öne sürdükleri koşullar dolayısıyla, Resulullah (as) bunları huzurundan hakaret edip kovabilirdi; ama o, onlara tatlı ve yumuşak bir dille hitap edip meseleleri o kadar güzel açıkladı ki, heyettekiler istedikleri şeylerden dolayı utanç duymak zorunda kaldılar. Onlara şöyle dedi: “Namaz, Rabbimiz olan Allah'ın varlığını kabul etmenin sadece bir dış görüntüsüdür. Allah inancı taşıyan bir din, namaz kılmak gibi Allah'ın varlığını tanımayı ifade eden bir hareketi içinde barındırmıyorsa, din denilmeye layık değildir. Fuhuş ve zinaya gelince, toplumsal hayatta bundan daha iğrenç ve nefrete layık bir hareket yoktur. İçinizden hanginiz hanımının, kız kardeşinin ya da kızının herhangi bir insan tarafından tecavüze uğramasını ister? Öyleyse diğer insanların da sizden kendi akrabalarına tecavüzde bulunmanızı istememelerini anlayışla karşılamanız gerekir.” Kaynaklarda, Resulullah (as)'ın alkollü içkiler konusunda neler söylediği belirtilmemiştir. Kuşkusuz o, bu tür içkilerin insan ahlakı ve onuru üzerindeki zararlı etkilerine heyettekilerin dikkatlerini çekmiş olmalıdır. Tâ'if'in kutsallığını kabul etme konusunda, Muhammed (as) buna hazır olduğunu açıklamıştır. Aynı şekilde, onları zorunlu askerlik hizmetinden (cihat) ve zekât vergisini ödemekten muaf tutmuştur. Faizli işlemler konusunda öyle anlaşılıyor ki, Resulullah (as), şehrin ileri gelenlerini yatıştırmak için, onları bir süreliğine serbest bırakmıştır. Put konusunda ise, Muhammed (as), meselenin köküne inerek, onlara şu açıklamayı yapmıştır: “Eğer put gerçekten herhangi bir kuvvet ve kudrete sahip ise, her şeyden önce kendisine zarar veren kimseyi cezalandırması gerekir. Hem onu sizin içinizden birinin yıkması gerekmez. Onu yıkacak olanları biz buradan göndeririz ve böylece, putun olası gazabına da onlar uğrarlar.” 820. Heyettekiler durum değerlendirmesi yapmak için huzurdan ayrıldılar ve arabulucu bir kimsenin bir süre iki taraf arasında gidip gelmesinden sonra, heyet, Resulullah (as)'ın kendilerine önerdiği şeyleri kabul ettiklerini açıkladı. 821. Oldukça nâzik bir ortamda geçen bu görüşmelerde Resulullah Muhammed (as)'ın üstlendiği ilâhî tebliğ görevinin esası ve hangi noktalar üzerinde durduğu hemen göze çarpmaktadır. Allah’ın birliği (vahdâniyet) ve putperestliğin kabul edilemezliği konularında o sarsılmaz bir kararlılık sergiliyordu. Yine, fuhuş ve zina gibi, ahlâka aykırı düşen en önemli kusur ve kötü fiilleri kesinlikle hoş karşılamıyordu. Geriye kalan diğer konularda ise, bunlar İslâm'ın sine qua non (olmazsa olmaz) koşulları olmadıkları için, üzerlerinde fazla durmuyordu. İşte bu nedenle bu insanları merkezî hükümete vergi vermekten muaf tutmuş, yine askerî seferlere gönüllü olarak katılma şartini da kaldırmıştır. Ebû Dâvûd’un naklettiği bir hadise göre, heyet kendisinin huzurundan ayrılırken, Resulullah (as), şaşkın durumdaki sahabelerine, İslâm'ın bu iki emrinin kesinlikle lağvedilip kaldırılmadığını, ancak, İslâm'a girdikten sonra kalplerinin ısınacağına olan inancı dolayısıyla Tâ’if'lileri bunlardan muaf tuttuğunu, onların yakinda bu emirlerin de İslâm'ın ayrılmaz bir parçası olduğunu anlayacaklarını ve o zaman kendilerinden istenmeksizin gönüllü olarak bunları yerine getireceklerine inandığını açıklayıp, sahabesini ikna etmiştir. Ordu kuvveti ve devlet hazinesi toplumun ortak kurumları olup, Devlet Başkanı’nın keyfi ve rahatı için tahsis edilmiş şeyler değildir. Gerçekten de, Muhammed (as) yanılmamıştı: aradan henüz iki yıl geçmişti ki, halife Ebû Bekir'in dinden dönme (irtidat) harekâtı için oluşturduğu birliklere Tâ'if’den gelen gönüllülerin de katıldığı görüldü. Tâ’if şehrinin kutsallığı, yani buradaki ağaçların kesilmesinin ve av hayvanlarını avlanmasının yasak edilmesinde İslâm'a ters düşen bir şey yoktur. Bu durumda orası bir “milli park” haline gelecekti ki, bunun devam ettirilmesi İslâm için kesinlikle bir engel oluşturmazdı. Tâ’if hiçbir zaman Mekke'deki Ka'benin yerini almamıştır ve Tâ’if’liler de, kimsenin baskısı olmadan, şehirlerinin kutsallık taşıdığı iddiasından kısa zamanda vazgeçmişlerdir. Eğitim ve öğretim, merkezî hükümetin elinde olduğu için, tebliğ faaliyetleri için Medine'den gönderilen muallimler, Tâ’if'lilere İslâm'ın ne olduğunu öğretmişlerdir.
Sayfa 414-417
·
35 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.