Gönderi

Sonsuza Dönüş Dilberimizin kurtuluşu, kölelikten evlatlık mertebesine yükselişi, fermanlarla getirilen müslim-gayrimüslim eşitliğinden, hakkaniyet kavramından çok ama çok ötede, neredeyse öte-görüş diye niteleyebileceğimiz bir sıçramanın temel taşıdır. Bu bağlamda da estetiğin kesin zaferidir Dilber'in kurtuluşu. Uzun sürecek bir metnin başlangıcına bir ön sözdür bence." “Ama gelin de bunları o cahil anasına anlatın," dedi Zehra Hanım pek bir şey anlamayarak. "Zırıl zırıl ağlıyor. Güya biz kızlarını evlat edindikten sonra besleme olarak kullanacakmışız. Üç günlük Kurtuluş şenliği bitti mi ona yine tahta sildirecekmişiz felan." "Amaaan Hanım, tadımızı bozma!" diye haykırdı. İhsan Paşazade, sofranın başından. Çünkü Avrupai sofra adabına göre gerçekleştirilen kadın-erkek dağılımı pek işlevsel olamamış, kadınlarla erkekler yine kadınlar ve erkeklerle konuşmayı seçmiş, ayrıca seslerini iletebilmek için bangır bangır bağırmak zorunda kalmışlardı. Nami Bey, kendisini Mefkûre Hanım'ın fikirlerinden, Dürdane Hanım'ın beyaz gerdanından uzak tutan bu düzenlemeye lanet ediyor, içine selanik fanilasını giymediğine hayıflanıp üşüyor, bir türlü gelmeyen hünkârbeğendiyi özlüyordu. ... “Dilber’in kurtuluşuna ne dersiniz?” dedim bıyık altından gülerek. “Anladım kerata!" diye haykırarak bir şaplak attı sırtıma. "Dilber'in kurtulmayacağını, besleme olacağını hepimiz, bütün buradaki konuklar biliyorlar (sesini iyice alçalttı, çevremizdekileri kuşkuyla süzdü) ama kimse ses çıkaramıyor. Neden? Çünkü biz de bu halka ne kadar özgürlük dağıtılması gerektiğini pek bilemiyoruz. Birdenbire gelen bir özgürlük, bir vurgun yeme etkisi yaratabilir. Her şeyi birbirine karıştırabilir, arada biz yanarız. Ben bunun sancısını yaşıyorum yeni romanımı tasarlarken." "Nasıl bir roman olacak bu?" dedim cebimden çıkardığım not defterimle dolma kalemime sarılarak. "Valla Saffet," dedi üstad. “Anlatması güç. Divan geleneğimizden vazgeçmeden muasır bir eser vermek istiyorum. Avrupa'nın alabildiğine gayriahlaki bir şekilde kullandığı realizmi İslam değerleriyle kalkındıracağım yani sözün kısası ananeden vazgeçmeden çağdaşa kucak açan bir bileşim yatıyor gönlümde. Romanda bir köylü kızıyla esnaftan, kasabalı bir delikanlının aşkı da olacak. Böylelikle divan bezeğinin halk şiiriyle bütünleştiği sınırı da kurcalayabileceğim. Küçük pastoral sahnelere minik maniler serpiştirme olanağı doğacak." "Ya dil üstadım?" En büyük sorun da bu ya," dedi üstad. "Millilikten vazgeçmeden evrensel, yerellikten vazgeçmeden milli." Geriye doğru saymaya başlamıştı: Ver elini şizofreni! "Dilber ne olacak?" dedim bir kari merakıyla. "Onu daha tasarlayamadım, yani sonunu," dedi üstad. "Her şey birbirinin içine geçmiş durumda. Biri geliyor, hayatımıza bir makas atıyor; o yaşadığımız bölüm, bütünün dışına düşüyor. Bense kalıcı bir eser vermek dileğindeyim. İyice düşünmem gerek. Galiba en iyisi, Dilber'i bir yüzyıl uyutmak. Bir yüzyıl sonra gün ola harman ola... Yenilerle-eskiler tartışması bir yüzyıl sonra çözüme kavuşabilir ola ki. Ya da –ne bileyim ben- umulmadık bir şey olur. Dilber de dinlensin diyorum, geleneksel yorgunluğunu atsın bu arada. Yüzyıllık bir ara nedir ki?" "Güzel düşünmüşsünüz üstad," dedim. O devirde, bu devekuşu romanın kuşunu sevip devesini reddettiğimi nereden bilebilirdim? Ver elini şizofreni!
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.