“İlk karşılaşmamız Montmartre Sokağı’ndaki karanlık bir kitaplıkta oldu.
İkimiz de aynı kitabı arıyorduk, ender bulunan, pek önemli bir kitaptı.
Bu olay bizi birbirimize yakınlaştırmaya yetti. Tekrar tekrar buluştuk.
Bir Fransız’ın kendisinden söz ederken takınacağı tam bir açık yüreklilikle
anlattığı aile öyküsü, beni pek ilgilendirmişti.
Okuduğu kitapların çokluğuna da şaşıp şaşıp kalıyordum, ama asıl ruhumu
bir ateş gibi saran yaratıcı hayallerinin sıcaklığı, canlılığı, tazeliğiydi.
Paris’te o zaman aramakta olduğum şeyleri ararken, böyle bir adamın dostluğu,
benim için değeri ölçülmez bir hazineydi, bu düşüncemi açıkça ona söyledim.
Sonunda kentte kaldığım sürece beraber oturmaya karar verdik, ben onun
kadar darlık içinde olmadığımdan, bir ev tutup ruhlarımızın karanlık havasına
uyacak bir biçimde döşemeyi üzerime aldığım ev, St Germain’in
dış mahallelerinde ıssız bir yerdeydi, zamanın aşındırdığı çirkin,
neredeyse yıkılacak eski bir yapıydı, ne olduğunu sorup öğrenmediğimiz
bazı boş insanlar yüzünden yıllarca boş kalmıştı.”