Gönderi

sırr'ul-esrar
"Ah şimdiki aklım olsaydı!" "Peki n'olurdu şimdiki aklın olsaydı?" "Şimdiki aklım olsaydı şunları... şunları... yapmazdım." "Başka?" "Şimdiki aklım olsaydı şunları... şunları... yapardım." Sanırım sizler de bu tür şikâyetlerde bulunan kimselere rastlamışsınızdır. Nedense insanoğlu orta yaşlara geldiğinde, "Şöyle olsaydı da... böyle olmasaydı da..." demeye başlar; bazı işleri yanlış yaptığını düşünür, yaptıklarından pişmanlık duyar, talihinden yakınır, çokluk bazı işleri yapmakta geç kaldığından, gemiyi kaçırdığından filan dem vurur. Sözgelimi ticarete atılmışsa ilimle, sanatla uğraşmamış olduğundan şikayet eder; biraz ilimle, sanatla veya benzeri meşgalelerle meşgul olmuşsa paraya pula kıymet vermemiş olmakla bunca yıl enayilik ettiğini, gençliğinin, tecrübesizliğinin kurbanı olduğunu, atı alanın çoktan Üsküdar'ı geçtiğini düşünür ve başlar "Ah şimdiki aklım olsaydı!" demeye. Gençken dünyayı değiştirebileceğine inanır ve fakat orta yaşlara gelince, bunca yıl geçtiği halde kendisini bile değiştiremediğini fark eder. Gençler bir şeyler yapabilmek için gerekli imkânlarının olmadığından, orta yaşlılar ise bir şeyler yapabilmek için gerekli imkânları bulamadıklarından şikâyet ederler. Gençler imkânları olsa yapmak istediklerini yapabileceklerini zannederler ve bu yüzden imkânı kendilerinde değil, başkalarında ararlar. Bulamayınca da kendilerini değil çevrelerini suçlarlar. İmkân yoktur, olsa, yapılması gereken hemen yapılacaktır. Orta yaşlılar ise o imkânların aslında olduğunu ve fakat kendilerinin yeterince akıllı ve uyanık davranıp bu imkânları bulamadıklarına, bulduklarında ise önemsemediklerine kendilerini inandırırlar. Bu nedenle onlar başkalarını suçlamak yerine kendilerini suçlamayı tercih ederler: zamanında biraz atik davranabilselerdi, çevrelerindeki imkânları kullanabilselerdi, mesela öyle değil de şöyle olsaydı... Şimdi yapılmasına inandıkları işleri o zaman (gençken) yapmalarının mümkün olduğunu düşünüp başlarlar dövünmeye. Bu yüzden orta yaşlar tam da mızıkçılık yapma yıllarıdır. Evet, beceriksizliklerin en ziyade hissedildiği dönemlerdir bu dönemler. Yaşlılara gelince, onlar ne çevrelerinden ne de kendilerinden şikâyet ederler; sadece olan olmuş deyip hallerine razı olurlar. Geçmiş geçmiştir, gelecek ise henüz gelmemiştir. Elde olan sadece yaşanmakta olan andır. Geçmiş, geçmiş olduğundan yapacak bir şey yoktur; çaresiz katlanmak zorundadır insan bütün hayatınca vermiş olduğu kararların sonucuna... Etkileyen değil etkilenen, sürükleyen değil sürüklenen, koşan değil koşturulan olduğunu anlamıştır bir kere ama bundan böyle olanları değiştirmek imkânı da yoktur. Yaşlılar bu hakikati anladıklarından olsa gerek umûmiyetle susarlar, şikâyet etmezler geçmişlerinden, çünkü gençler gibi çevrelerini, orta yaşlılar gibi kendilerini suçlamayı çoktan bırakmışlardır. Olan olmuştur. Geleceğe gelince her şeyden evvel gelecek gelmemiştir; geldiğinde ise getireceği bellidir artık... Gelecek geçmişin hatalarının telafi edilmesini sağlayabilecek bir ümit ışığı olmaktan çıkmıştır. Aslında onlar için bir gelecek de yoktur. Kısacası geçmiş geçmiştir, gelecek ise gelmeyecektir. Lakin bu sadece onların zâviyesinden böyledir. Gençlere aktarmak isterler tecrübelerini ama aktaramazlar. Gençlerin aslında bir geçmişleri yoktur; önlerinde koca bir gelecek vardır, geçmiş henüz geçmiş adını alacağı kadarıyla geçmemiştir ve üstelik gelecek gelecektir; kim bilir belki de elleri dolu gelecektir. Gençlerin acelecilikleri, hırçınlıkları, heyecanları ve hepsinden önemlisi o imrenilesi delişmenlikleri hep bundandır. Pişmanlık sözcüğü lügatlerine girmemiştir; kaderin belirleyiciliğini anlama imkânları yoktur; rüzgârda savrulan bir yaprak oldukları değil, bilakis rüzgârın yönünü değiştirecek denli büyük bir güce (gençliğe) sahip oldukları inancındadırlar. Bu tasvirden anlaşılacağı üzere durumları fevkalade trajik görünenler, sadece orta yaşlılardır. Zavallılar yeterli derecede tecrübeleri olduklarından emindirler; çünkü biraz geçmişleri vardır bu dünyada. Gelecekten de tamamen ümitsiz değillerdir; çünkü gelecek henüz tamamiyle gelmemiştir ve geçmişin aksine tüm kışkırtıcılığıyla karşılarında durmaktadır. Nitekim "Kırkından sonra azanı teneşirin pakladığının" söylenmesi de bundandır sanırım. Orta yaşlılar olanın olduğunu bilirler ama olanın öylece olması gerektiğini kabullenmek istemezler. Olanın pekala olmayabileceği ne kendilerini inandırırlar. İnandırırlar, zira böylece olacak olanın olmayacak olabileceğini güya garantilerler kendilerince. Gerçi bazen olacak olanın kaçınılmaz olarak olacağını biraz kestirirler ama bir türlü olacak olanın olacağını itiraf etmek içlerinden gelmez. "Şimdiki aklım olsaydı..." sözü dillerinden düşmez ise de şimdiki akılları, olacak olanın olmasına da mâni olamaz. Halbuki tek kelimeyle geçmiş için söylenmesi gereken şudur: 1) Olan olmalıydı! Niçin? Çünkü olanın olması gerekmeseydi olmazdı. Olan olduğuna göre, olması gerektiği için olmuştur; olan olduğu için olmalıydı. Bu bakımdan pişmanlığın ne bir değeri, ne bir faydası, ne de bir anlamı vardır. Olan olmalıydı! Evet, geçmişin yasası bu kaideden ibarettir! 2) Olacak olan olur! Bu kaide de gelecek'in yasasıdır. Ne olacaksa o olur; olacak olduğu için olur. Gelecek gelirken yanında ne getirecekse onu getirir. Bu bakımdan olacak olan da olur! Geçmiş için pişmanlığın nasıl bir anlamı yoksa gelecek için de plan yapmanın, gelecek olanın gelmesine karşı koymanın bir anlamı yoktur. Birinci ve ikinci önermelerin doğruluğunu kabul edeceklerin şu sonucun doğruluğunu da kabul etmeleri zaruridir: 3) Olan olur! Kadere dair birikmiş sualler muvacehesindeki maruzâtım bundan ibarettir!
Sayfa 31 - Kapı Yayınları / bir ikinin yarısıdırKitabı okudu
··
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.