Semaver Mini İnceleme ve Kitap Sözlüğü
Sait Faik Abasıyanık, ilk gençliğimden beri yaşam tarzına imrendiğim insanlardan biri. ben de İstanbul yakınlarında bir adada yaşayıp; ve insanların toplumda var olma çabasını izlemek isterdim. abartı olmadan, eşyalara anlamlar yüklemeden, bir üst model telefon istemeden, daha küçük beden kıyafetlere girme çabası olmadan, sosyal medya olmadan sadece "hiçbir şeye sahip olmadan var olmanın" tadını çıkarırdım. görünüşün, bir kadın bedeninin ötesinde olurdum o zaman. bir parça ekmekle karnımı doyurur, hiçbir şeye kaygılanmaz, tüm insanlıkla kardeş kardeş yaşardım. çocukları kedileri, esmer miçoları gözlemler, izler, anın naçizane bir parçası olurdum. hayatımda hiç huzurlu olmadım. belki orada bulurdum. artık ancak kitaplarını okuyabilirim çünkü başka planlar yaptım. bir kez geldiğimiz ve geçen bir saniyeyi bile geri alamadığımız bu dünyayı olabildiğince haz deneyerek yaşamak istediğime karar verdim. insan büyüdükçe kararları değişiyor.
kitaba dönecek olursak, gerçekten insanı kendini o anın içinde hissettiren bir örgü ve abartısız ve kıvrak betimlemeler barındırıyor. muhteşem bir gözlem yeteneğiyle yaşamdan başı sonu belli olmayan kesitleri sunuyor. beni yaşamak istediğim anları yaşamışımcasına tatmin ediyor ki çoğu yazarın başaramayacağı bir olaydır bu.
bu ucu açık yazı tarzını aslında sevmem ama Sait Faik bunu o kadar doğal ve "kasıntı" olmadan yapıyor ki bana sadece hayatın bazı kesitlerden ibaret olduğu fikri kalıyor. bazı hikayelerin bir ana fikri bile yok, beklentim tabii ki didaktik tarzda yazılmış olması değil, yalnızca her şey o kadar hayatın içinden; o kadar doğal ki, şaşırıyorum.
yeni dünyaya uyum sağlama sürecimde benden çok şey gitti. bunlardan birisi de eski Türkçe kelime dağarcığımdır, ben de burada paylaşmak üzere bu kitabın sözlüğünü oluşturmaya karar verdim, bir benzerini lise ikide yapmıştım, kitabın arkasına uzunca bir izah sayfasını bantlayarak.
bu basımdaysa bazı kelimelerin açıklaması sayfa sonunda yer alıyordu elbette, ben bu sözlüğü günümüzde kullanılmadığı halde kitapta geçen tüm kelimeleri ekleyerek oluşturdum. sözlüğü hazırlamak sandığımdan çok daha uzun sürdü; bu kelimeleri bulabilmek için kitabı tekrar okumam gerekti, ama benim için zahmet olmadı, kitap o kadar sade ki okur kaç kere okursa okusun yorulmuyor. her seferinde başka bir ucundan tutuyorsunuz öyküyü, başka bir detay görüyorsunuz. belki de zamansız olmasının etkenlerinden biridir bu.
şimdi müsaadenizle oluşturduğum mini alfabetik Semaver sözlüğünü ekliyorum.
afyon: olgunlaşmamış haşhaş kapsüllerinin özel bir bıçakla çizilmesi sonucu sızan süte benzer sıvının güneşte katılaşıp esmerleşerek oluşturduğu ve içinde morfin, kodein gibi uyuşturucular bulunan bir madde; güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte ağrı kesici, uyuşturucu ilaçlarda kullanılır.
akıbet: son, sonuç, eninde sonunda
aksantonik: (Fransızca'da accent tonique) vurgu
aksülamet: tepki, karşı hareket
alaminüt: şip şak, acele
atalet: hareketsizlik, tembellik
aza: vücut organlarının her biri
bahtiyar: mutlu
barometre: atmosfer basıncını ölçmeye yarayan alet
bati: yavaş, ağır
behim: hayvani
berzah: ince uzun kara parçası
bilakis: tersine olarak, tam tersine
celep: kasap
cezir: alçalma, çekilme
cumba: eski evlerde, pencere hizasından sokağa doğru çıkıntısı olan kafesli bölüm
cümudiye: buzul
cürmümeşhuda: suçüstü, tanık olunan suç
çapari: her bir iğnesine çeşitli kuşların kanat ve tüyleri takılan çok iğneli olta
çapul: yağma, talan, baskın
çuha: ince sık dokunmuş tüysüz yün kumaş
dalağı büyük (olmak) : bunun mecaz anlamını bulamadım bilenler bana mesaj atarsa güncelleyebilirim
darülfünun: üniversite
dehliz: üstü kapalı dar ve uzun geçit
delk: sürünme, sürtünme
deruni: iç aleme ait
dimağ: beyin
edisyon: basım
ekseriya: çoğu kez
esatirleşmek: efsane ve mitolojik kahramanlara benzemek.
eserek: etkilenme çağrışım veya içe doğma ile akla gelen yaratıcı duygu düşünce ilham /2/ (halk arasında) sabah yeli
esvap: giyecek, giysi
fanila: genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş vücudun üst bölümüne ten üzerine giyilen iç çamaşırı
fecri-kazibe: sabaha karşı görülen geçici aydınlık, yalancı tan
fi tarihi: çok eskiden, bir zamanlar
filika: cankurtaran sandalı
fistan: tek parça kadın giysisi
fişenk: tüfek tabanca ve benzeri hafif ateşli silahlarda kullanılan mermi
fiyort: kutup bölgelerinde komşu kıyılarda dördüncü çağ buzulların oluşturdukları dik yamaçlı ve derin eski bozuk koyaklarının alt kesimlerinde deniz altında kalması ile oluşmuş olan körfez (koyak: iki dağ veya tepe arasında kalan çukur ya da dere boyu)
fizyonomi: vücutta bulunan kusurları uzmanca incelemek, halk arasında yüz okuma
fotin: koncu ayak bileğinin örtecek denli uzun olan bağcıklı ya da yandan fermuarlı ayakkabı (konç: ayağa giyilen şeylerin ayak bileğinden baldıra doğru olan bölümü)
francala: kepeksiz, düşük randımanlı undan yapılan beyaz ekmek (randıman: verim (un randımanı: 1 kg buğdaydan elde edilen un miktarı, buğdayın oranı ne kadar düşerse ekmeğin vitamin, mineral ve protein miktarları o kadar düşer))
füloka: küçük yelken
gayrişuuri: bilinçdışı
gürbüz: iyi gelişmiş, sağlam yapılı
hafiye: başkalarıyla ilgili bilgileri gizlice toplayan ve bunları ilgililere ileten görevli, gizli polis
haletiruhiye: insanın ruh hali, manevi ve iç durumu
haletiruhiyenin fecaatı: çok acıklı durum
halis: tek bir şeyden oluşmuş bulunan, katışıksız öz (katışık: içine başka şeyler karışmış olan, saf olmayan)
hararet: ısı, sıcaklık
hava-yi nesimi: hava, atmosfer
hevenk: bir ipe geçirilerek dizilmiş bir çubuğa ya da birbirine bağlanmış yaş meyve ya da sebze bağı
heyula: korku verici, ürkütücü hayal
hışım: kızgınlık, öfke
hicabı haciz: göğüsle karın arasındaki ince zar, diyafram
hulasa: sözün kısası, sonuç olarak
hurdebin: ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük, misroskobik
icrayı tababet: tıp bilimini uygulama, doktorluk yapma
ihtilal: kökten ve tümden değişim, devrim
ihtiras: aşırı güçlü istek
ihtisas: duyma, hissetme
ihtiyat: herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma
ihtiyat: tedbirli ve ölçülü davranma
iltihak etmek: katılmak
imtizaç etmek: uyum sağlamak, kaynaşmak
inhina: eğilme, bükülme
intikalim: anlayış, kavrayış çabukluğu
iptidai: ilkel
irtikap: kötü bir iş yapmak
iskorpit: bir balık çeşidi
ispari balığı: bir balık çeşidi
istifham: soru
istihfaf etmek:önemsememek, küçük görmek
istihsal edilmek: üretilmek, ele geçirilmek, elde edilmek
iştiha: fazla istek, arzu
iştiyak: büyük bir istek
kafile: bir arada yolculuk eden insan topluluğu /2/ aynı yöne giden taşıt ya da yolcu topluluğu
kalantor: yaşlıca, gösterişe düşkün ve varlıklı erkek
kama: iki ağzı keskin büyük bir hançer
kantariye: çarşıya, pazara getirilen şeylerden alınan tartı vergisi
katiyen: hiçbir zaman, asla
kertiklemek, kertmek: sert bir şeyin kenarında kertik, çentik açmak
kesif: yoğun, koyu
kotra: çoğunlukla tek direkli, randanası olan, ince gövdeli yelkenli
kozahane: ipek böceği yetiştirilen yer, kozahane
kura efradı: askerlik çağında olanlardan kura isabet eden asker adayları
kurun-ı vustai: Ortaçağ
küfeci: küfe yapan ya da satan kimse (küfe: sırtta yük taşımaya yarayan büyük sepet)
lahza: zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir anı
laubali: çekinmesi, saygısı olmayan, senli benli
lenger: yayvan ve derinliği az, geniş büyük bakır kap
lepiska: Leipzig kentinde dokunan bir ipek kumaş, Leipzig ipeği /2/ (saç için) bu ipeğe benzeyen, uzun, sarı ve yumuşak
lirizm: duyguların ve iç dünyanın esin yoluyla, coşkulu ve etkili bir biçimde anlatılması
lisansiye: herhangi bir fakülteden lisans diploması almış olan
mabadi: son, arka, devam
mahirane: becerikli
mahsus: özgü
malik: sahip
mamul: işlenmiş, yapılmış (mal)
mazlum: haksızlığa uğrayan ve baskı altında ezilen, kendisine zulmedilen /2/ boynu bükük, sessiz ve uysal (kimse)
mebus: milletvekili
meçhul: bilinmeyen, bilinmedik
mefhum: kavram
melal: hüzün, keder, usanma, bıkma
memba: kaynak, bir şeyin ortaya çıkıp göründüğü yer
metrdotel: şef garson
mevhum: gerçekte var olmadığı halde var gibi düşünülen, kuruntuya dayanan
mevsukiyet: sağlamlık, gerçeklik, inanılır hal
meyan: kök, köken
meyus: umutsuz, karamsar, üzgün
mıhlamak: mıhla tutturmak, çakmak, çivilemek (mıh: büyük çivi) /2/ bir kimseyi ya da bir şeyi yerinden ayrılamaz, kımıldayamaz duruma getirmek
muadele: anlaşılmaz iş
muhakeme: birbirine karşı savları olan iki yanı dinleyerek bir yargıya varma, yargılama /2/ akıl yürütme
muhatara: korku, tehlike
muhavere: karşılıklı konuşma
muhayyile: hayal etme gücü
muhtekir: ucuza alıp sıkıntı zamanlarında yüksek bedelle satan kimse, vurguncu
mukabil: bir şeyin karşılığı olarak yapılan
munis: cana yakın, sevimli
muntazam: düzgün
murabbaı: kare
mus: (Fransızca'da mousse) miço
mustarip: acı çeken, üzüntü dert içinde bulunan kimse
muvaffak olmak: başarmak, becermek
muzlim: karanlık, gizli, bilinmez
mücerret: soyut
müddeiumumi: savcı
mükellef: yükümlü
münferit: yalnız, tek tek
müntenha: son, son nokta
münzevi: bir köşeye çekilen, insanlardan uzak yalnız yaşayan
müphem: belirsiz
müracaat etmek: başvurmak
müsbet: olumlu
müstehzi: alay eden, alaycı
müsterih: (bir konuda) herhangi bir kaygısı bulunmayan, içi rahat olan
müşerref olmak: (bir şeyle) onur duymak
müteessir olmak: üzülmek, etkilenmek
müteharrik: çalışır durumda
mütemadiyen: hiç ara vermeksizin, sürekli bir biçimde
mütereddit: çekingen, kararsız
nazır: bakan
nefer: rütbesiz asker, er
ökse: ökse otu saplarından ya da çobanpüskülü kabuklarından çıkarılan yapışkan macun /2/ her yanı macuna bulanmış, kuş tutmakta kullanılan değnek
palaspare: eski püskü, yırtık pırtık giysi
panorama: yüksek bir yerden bakılınca göz önünde uzanan geniş görünüm /2/ genel durum ya da görünüm
paraketa: üzerinde yüzlerce iğneli köstek bulunan uzun balık oltası
pare pare: parça parça
peşkir: havlu /2/ yemek yerken kullanılan, el kurulanan büyük mendil biçiminde pamuk ya da keten bez
pösteki: kullanılacak biçime getirilmiş koyun ya da keçi postu
pupa gitmek: rüzgarı arkasına alarak gitmek
rastık: kadınların kaşlarını ya da saçlarını boyamak için kullandığı siyah boya
riya: iki yüzlülük
riyaziye: matematik
rob: soymak, hırsızlık etmek
saffet: saflık, temizlik
sari: bulaşıcı
sarih: apaçık
satıh: yüzey
satir olmak/sadır olmak: ortaya çıkmak
seğirtmek: hızlı adımlarla ya da sıçrayarak, koşar gibi bir yere doğru yürümek
serazat: serbest
seren: yelkenli gemilerde direğe yatay olarak bağlanan gönder
sıhhi vaziyet: sağlık durumu
sıtma: anofel türü sivrisineğin sokmasıyla insandan insana bulaşan ölümcül hastalık
sine sine: sinerek, sinmek (sinmek: kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak ve pusmak)
sükun vermek: dinginlik, sakinlik vermek
şamme: koku alma duyusu
şanjan, janjan(lı): ışığa ve bakış açısına göre renk değişikliği gösteren, yanar döner
şimal: kuzey
tahakküm etmek: baskı yapmak, zorbaca davranmak
tahavvül: değişme
tahayyül etmek: imgelemek, bir nesneyi, durumu vs. zihinde tasarlamak
tahlil etmek: çözümlemek
tahrirat katibi: bir ilçede, kaymakamlığın yazı işlerini yöneten görevli
tahriri nüfus: ülkenin nüfus sayısını tespit etmek için yapılan sayım
takallüs etmek: gerginlik gibi sebeplerden ileri gelen kas çekilmesi, kasılma
talim etmek: bilgi kazandırmak, öğretmek
tanzim edilmek: sıraya koymak, sıralamak
tarassut: gözleme, gözetleme
tazip etmek: eziyet verme, üzme
tecessüs: kendini ilgilendirmeyen şeyleri, belli etmeden öğrenmeye çalışma
tedai: çağrışım
teferruat: ayrıntı
tefrik etmek: seçmek, ayırt etmek
tehalük: bir şeye erişmek için büyük bir istekle atılma, can atma
terütaze: çok taze, çok körpe
teşbih: benzetme
teşekkül etmek: belli bir varlık olarak belirlenip biçimlenmek, oluşmak /2/ kuruluş, örgüt olarak oluşmak, kurulmak
tetkik etmek: incelemek
tevazu: alçak gönüllülük
tezkere: küçük bir kağıda yazılmış not /2/ bir işe izin verildiğini bildiren resmi kağıt
translatik: Atlantik'i aşan, gelen /2/ Atlantik Okyanusu'nu aşarak Avrupa ve Amerika arasında çalışan büyük yolcu gemisi
vakfetmek: bir şeyin tamamını bir amaca adamak
vaki olmak: olmak, vuku bulmak
vasıta: araç, aracı
vazıh: açık seçik, apaçık
veçhen: yüz bakımından, simaca
vekar: ağırbaşlılık
viyolonsel: keman ve kontrbas türevi telli bir orkestra çalgısı
vuku: olma, meydana gelme
yegane: tek, biricik
yeldirme: kadınların çarşaf yerine kullandıkları, başörtüsü ile birlikte giyilen hafif üstlük /2/ iki ya da daha çok uskumru ağının birleştirilmesi ile oluşturulan uzun balık ağı
zahip olmak: bir düşünceye kapılmak
zargana: bir balık çeşidi
zatıali(niz): saygın bir kişi olan siz anlamında kullanılan sözcük
zebun:güçsüz, zayıf, aciz
zekavet: zekilik, akıllılık
bu sözlüğü oluşturmak gerçekten günlerimi aldı. yine de değer, edebiyatı açıklamaya yapmış olduğumu saydığım katkı bir yana, bizzat birçok kelime öğrendim. bir kısmını bildiğim, bir kısmını yanlış bildiğim, bir kısmınıysa hiç bilmediğim bu kelimeleri kitaptan, günümüzde pek kullanılmayanlardan seçtim. basit bir tasarıydı ama mükemmel yapmış olmak istedim ve bence başardım, sonuçtan tatmin oldum.
herkese iyi okumalar, bir kişiye bile yardımcı olabildiysem ne mutlu bana!