Tüm seriyle ilgili düşüncelerimi birinci kitaba yazmaktansa buraya yazacağım, çünkü incelemem spoiler içerecek ve seriyi -bu kitap da dahil- okumadıysanız şayet bu incelemeye bakmamanızı öneririm.
İlk Percy Jackson serisini okuduğumda ortaokulun başlarındaydım. İkinci seriye başladığımdaysa lisedeydim fakat o zamanki koşullarım altında seriyi sonuna kadar tamamlayamamıştım. İlk 3 kitabı okumuş olduğumdan da tekrar okumak hep zor gelmişti doğrusu fakat şimdi, şu yaşımda, cesaretimi tekrar bularak en baştan 2. seriye başladım. Bu sefer ilk okuyuşumdan farklı olarak orijinal dilinde okudum. Ve başlangıçta kendime sürekli ‘artık büyüdüm bunun için sanki’ deyip dursam da en nihayetinde bunun kendime söylediğim bir yalan olduğunu algılayabildim ve “çok geç kaldım” diyerek düşünmeyi keserek zevkle okudum.
Çok fazla kendimden bahsettiğim bir giriş oldu, üzgünüm ama bu seri beni birçok açıdan duygusallaştırıyor. Şimdi geçmişe dönüp bakınca Rick Riordan’ın yazdığı karakterlerin düşünsel gelişimimi ne yönde etkilediğini açık açık görebiliyorum: Öncelikle karakterlerin, hikayenin geçtiği mekanların çeşitliliği gerçekten harikulade. Özellikle bunların çocuk/genç yetişkinlere hitap eden kitaplar oluşu göz önünde bulundurulunca kültürel, ırksal, dinsel ve diğer her açıdan sunduğu çeşitlilik gerçekten mükemmel. Bunu büyürken hep söyledim, hala da söyleyeceğim: Rick Riordan en iyi çocuk kitaplarını yazıyor.
Seriye ilk okuyuşumda soğuk yaklaşma sebebim Percy’nin yokluğu ve 3. ağız yazım tarzıydı. Bu seferki okuyuşumda bu tarzda dahi Rick’in mizahını başarılı bir biçimde koruduğunu ve hikayeyi beni güldürerek sürdürebildiğini görünce küçükken devam etmeyişime pişman oldum. Başlarda -neden bilmiyorum- Jason, Piper ve Leo’dan hoşlanmazken seri sonuna doğru üçü de -özellikle Jason- favorilerimden oldu. Bir yerden sonra Percy’nin biraz geri planda tutulmasını dahi doğru buldum diyebilirim. Ha üstelik, bu seride Annabeth’i -nasıl mümkün bilmiyorum ama- geçen seriden bile çok sevdim. Özellikle 3. kitapta ona bolca yer verilmesi çok hoşuma gitti. Son olarak, en sevdiğim karakter olan Nico’nun da 4 ve 5 kitaplarda bolca yer edinmesi beni sevindirdi.
Serideki kurgulamaya gelirsek olayların gidişatı oldukça güzeldi fakat tabii, belki büyümüş olmanın verdiği şeyle, şu “canavarla karşılaş-dövüş veya aklınla yen- başka canavarla karşılaş” döngüsü beni bir yerden sonra biraz sıktı. Ama genel olarak düşününce sahneler canlı ve okuru zinde tutmayı başarabilen nitelikteydi.
Uzun lafın kısası seriyi tekrar okuduğuma mutluyum. Beş kitaba genel bir puan vermem gerekirse 9/10 derim.