Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

372 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
'DEVLET' BÜYÜKTÜR
“İnsanlar kötülüğe akın akın gider, Kolay ulaşır ona. Yolu düz, yeri yakındır kötülüğün. İyiliğin önüneyse, alın teri koymuş Tanrılar.” Kitap incelemesine başlamadan evvel, kitabın çevirisinden ve çevirmenlerinden bahsetmek gerekiyor. Çeviri iyi olmuş deyip, bir cümleyle geçmek haksızlık olurdu. Kitabı okumaya başlamadan önce, mutlaka önsözü okumanızı tavsiye ederim çünkü kitaba yaraşır nitelikte kaliteli bir önsöz yazmışlar. Kitabın çevirisini Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz birlikte yapmışlar. Sabahattin Eyüboğlu, o dönemde Hasan Ali Yücel’in kurduğu tercüme bürosunda görev almış. Yaptıkları bu çeviriyle 1959 yılında Türk Dil Kurumu’nun ilk çeviri ödülünü almaya hak kazanmışlar. Açıklayıcı ve uzun bir önsöz olmuş. Hatta en başta tercümana güven olmaz diye okuyucuyu nükteli bir şekilde uyarıp, yazar ve okur arasına girdikleri için özür diliyorlar. Önsözün bir bölümünde Sokrates’in yaşamını anlatıyorlar. Kitap Platon’un olmasına rağmen, olayın asıl kahramanı ve düşünceleri aktarılan kişi Sokrates’tir. Sokrates M.Ö 470 - 399 yılları arasında yaşamış. Sıradan bir insan olup, tüm gün gençlerle çene çalarmış. Sürekli söylediği iki söz varmış; bunlardan birincisi ve en çok söylediği: “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimi bilmektir.’’ İkincisi ise: ‘’Kendini tanı.’’ Sokrates, gençlerin ahlakını bozduğu suçlamasıyla 220’ye karşı 280 oyla ölüme mahkûm edilmiş. Kaçma şansı varken kaçmamış ve baldıran zehrini, şarap gibi içmiş. Sokrates, serbest bir düşünür ve eski düzenin temellerini sarstığı için ölüme mahkûm edilmiştir. Çevirmenlerin tabiriyle: ‘’Sokrates’in ölümü vaktinden önce öten horozun ölümü gibidir.’’ Ölmek onun kaçınılmaz sonuydu ve en büyük eseriydi. Ölüme bilinçli olarak gitmiştir ve ağlayıp sızlamamıştır. Çünkü Sokrates, ölümün onun adını ve düşüncelerini daha da yücelteceğini bilecek kadar olayların bilincindeydi. Sokrates, zehri içtikten sonra, çevresinde onun için ağlayan kişileri azarlamıştır. Akşama kadar vakti olmasına rağmen, güneş batmadan içmiştir zehri. Yatakta son nefesini verirken, dostlarından son ricası, komşusuna olan horoz borcunun ödenmesiydi. Kitabı Platon yazmıştır ancak olayları baştan sona Sokrates anlatmaktadır. Yani, Platon, Sokrates’in konuşmalarını yazıya dökmüştür. Konuşmalar Pire’de Kephalos’un evinde geçer. Sokrates ve yanındaki gençler yolda gitmekteyken, diğerleri onu çevirip Kephalos’un oğlu Polemarkhos’un evine davet ederler. Evde bulunan kişiler arasında hararetli bir tartışma başlar doğruluk üzerine. Kitabın başında kişileri tanıtan bir bölüm yer almaktadır. Kişiler küme şeklinde gruplara ayrılmıştır. 1.küme: Sokrates ve öğrencileri; 2. Küme: ev sahibi ve çocukları; 3. Küme: ünlü sofist Trasymakhos ve öğrencileri. Konuşma ve tartışmalar genelde 1. ve 3. gruplar arasında geçer. Sokrates, bu konuşmalarda tam bir laf ebesidir. Her söze verecek bir cevabı vardır mutlaka. Ancak, bunu yaparken asla kesin biliyormuş gibi konuşmaz. Hem şüphe duyar hem de kendi düşüncelerinin sağlamasını yaparak konuşur. Fikirlerine karşı çıkan kişileri ise, onlara sorular sorarak düşünmeye yöneltir ve en sonunda onları ikna olmak zorunda bırakır. Tam manasıyla, diyalektik bir yol izler. Zaten, kitabın içinde, diyalektiğin önemini ve gençlere öğretilmesi gerektiğini sık sık dile getirir. Konuşmalar, kısa diyaloglar şeklindedir. Bu yüzden bazı kısımlarda, antik Yunan tragedyalarını veya Sophokles’in oyunlarını okuyormuş gibi hissettim. Birkaç yerde de, Shakespeare’den ufak esintiler duydum desem yalan olmaz. Sokrates, kavramların daha iyi anlaşılabilmesi için basit ve somut örneklere başvuruyor ve bazen hikâyeler anlatıyor. Sanırım, bu hikâyelerin en bilineni mağara hikâyesidir: Bir grup insan yüzleri duvara bakacak şekilde, elleri ve ayaklarından bağlı biçimde bir mağaranın içinde yaşarlar. Sırtları mağaranın girişine dönüktür ve yalnızca kapının önünden geçen kişilerin veya nesnelerin duvardaki gölgelerini görürler. Bu insanlar için tek gerçek bu gölgelerdir. Çünkü daha önce hayatlarında hiç gerçek bir insan veya nesne görmemişlerdir. Bir gün, içlerinden biri serbest bırakılır ve mağaradan dışarı çıkar. Işık ciddi anlamda gözünü alır ve karşılaştığı manzara onu şok eder. O anda, duvarda gördüklerinin yansıma olduğunu, asıl dünyayı yeni görmeye başladığını fark eder. Yaşadığı aydınlanmayla hemen koşup diğerlerine anlatmaya gider ancak hayal kırıklığına uğrar çünkü kimse ona inanmaz. Böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, gerçek kişilerin duvarda gördükleri gölgeler olduğunu iddia ederler. Mağaradan çıkma şansları olmasına rağmen hiç kimse bulunduğu yeri terk etmez. Sokrates, alegorik bir anlatımla, gerçek aydınlığa ermiş bir insanı, mağaradan kurtulmuş kişiye benzetir. Bu kişi, bilgili ve aydındır ancak diğer insanlar karanlıkta oldukları için onun söylediklerini saçma bulurlar. Dil, son derece açık ve anlaşılırdı, ancak kitap, içerisinde verdiği mesajlar ve düşündürdükleri yönünden ağırdı. Bazı bölümlerde yer alan felsefi ve dolambaçlı cümleler yüzünden, bu kısımları iki defa okumak gerekebiliyor. Çevirmenler bu kısımlarda bize yardımcı olabilmek adına güzel bir yönteme başvurmuşlar: Kitap kendi arasında 10 farklı bölüme ayrılmıştır. Bu bölümler ise, sayılara ve harflere bölünmüş şekildedir. Bu numara ve harfler, kitabın sonunda yer alan kendine özgü içindekiler bölümünü oluşturuyor. Karşıdaki sayfa sayısında, hangi konudan bahsettiğini anlatıyor. Bu bölümü oldukça faydalı buldum; hatta kitabın ortalarına geldiğimde fark etmiş olduğuma üzüldüm. Çünkü daha önce görmüş olsaydım ilk bölümleri daha iyi kavramamda katkısı olacaktı. Bölümleri okumadan önce kitabın sonunda yer alan özet kısımlarına bakarsanız, o bölümü daha iyi anlamınıza yardımcı olacaktır. Bahsettiğim özet kısmını, bölüm bölüm okumanızı tavsiye ederim; diğer türlü aklınızda kalmayabilir. Bu kısmı kullanıp okuyanlar ile kullanmadan okuyanlar arasında fark olacağını düşünüyorum. Kitap, toplumda kalıplaşmış değerleri bize yeniden sorgulatıyor. Toplumun işleyen dinamiklerinin kökenlerini bize açıklıyor. Kitabı okurken mitolojiye hâkim olursak örnekleri daha iyi anlayabiliriz ve anlatılan konularla daha kolay ilişki kurabiliriz. Kitabı hızlı okuduğumuz zaman çok yüzeysel kalabiliyor, bu yüzden özümsemek için daha yavaş okunması gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde, belki de dikkate bile almadığımız bilim dallarının devletin yöneticileri ve halk tarafından öğrenilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu durum, geçmiş medeniyetlerin düşünce yapısı olarak neden günümüz toplumundan daha ileride olduğunu açıklayıcı nitelikte. Sokrates’e göre, toplumu toplum yapan, insanın kendi başına yetmemesidir. İnsan, bir eksiği için başka birine başvurur; başka bir eksiği için ise başka insana. Bireyler, ihtiyaçları için bir araya gelirler. Bu durum, birçok insanın bir yerde toplanmasına neden olur. Hepsi yardımlaşarak bir ortaklık içinde yaşarlar ve buna da toplum düzeni denir. Kitapta, doğrunun ne demek olduğunu, kötülüğün ne olduğunu tanımlar. İnsan, kendi kendinin bekçisidir. İnsanın içindeki doğruluk ve eğrilik, insanın sağlığına ve hastalığına benzer. Sağlığı yapan sağlam şeylerdir; hastalığı yapan da çürük şeyler. Doğruluğu yapan doğru şeylerdi; eğriliği yapan ise eğri şeyler. Sokrates, müzik eğitiminin üzerinde özellikle durur. İnsanın eğitiminde, en önemli noktanın müzik olduğunu savunur. Matematik öğretmeden önce ritim öğretmenin daha faydalı olacağını, çocuğun böylelikle matematiği daha iyi anlayacağı söyler. Çocuklar, doğru müzik eğitimiyle iyi yönlendirilirken, yanlış müzik eğitimiyle kötü yöne sürüklenebilirler. Eğitimin, müziğe dayanması gerektiğini savunur. Ama bu bizim algıladığımız şekilde bir müzik değildir. Bunun içerisine, masalları, destanları, hayattaki ritim duygusunu, sözel toplum kurallarını gibi geniş kavramlar katıp tanımını bu şekilde yapmak gerekir. Müziğin insanı götüreceği yer güzellik sevgisidir. Müzik eğitiminin yanı sıra, jimnastik eğitimine de büyük önem verir. Burada jimnastiğin tanımı: Bedenin doğru bir şekilde eğitilmesidir. Çocukların oyunlarına bile çok dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü oyunlarında bile kuralların dışına çıkarlarsa, ileride kanunlara saygı göstermeleri beklenir mi, diye belirtiyor Sokrates. Tıp ve sağlık üzerine fikirlerinde Sokrates, hastalıklı insanı yaşatmaya çalışmanın çok da yararı olmayacağını savunuyor. Hekimlik, sadece bedeni doğuştan sağlam olup da sonradan geçici hastalığa tutulmuş insanlar için kullanılmalıdır. İçini fazlasıyla hastalık kaplamış insanlar içinse çok fazla çabaya gerek olmadığını, tabiat gereği onların zaten kendiliğinden ölmesi gerektiğini savunuyor. Hastalıklı insanların, kendi gibi zayıf çocuklar dünyaya getirecekleri için topluma bir faydaları olmayacağını düşünüyor. Bu fikirler, bir zamanlar Avrupa’da popüler olmuş ojenik fikrinin temellerini oluşturmuş olabilir. Devlet içerisindeki hekimler ve yargıçlar, bedeni doğuştan sağlam kişilere bakacak, bozuk olanları ölüme terk edecekler. Devletin savaşçılarının ve askerlerinin belli bir müzik ve jimnastik eğitiminden geçmeleri gerektiğini söylüyor. Savaşçılardan, devletin bekçileri olarak bahsedilir. Bekçilere, bilgi yerine alışkanlıklar kazandırmak hedeflenir. Aldıkları armoni ve ritim eğitimiyle, toplumda uyumlu olmaları sağlanır. Kadın bekçiler de vardır ve her işi erkeklerle ortak biçimde görürüler. Bu bekçiler, bir arada yaşayabilirler ve aralarında çiftleşme olabilir. İdeal anlayışa göre çiftleşme, kadın ve erkeğin en gürbüz olduğu dönemde olmalıdır. Bu yaş kadınlarda 20 -40 arası, erkeklerde ise 55 yaşına kadar olabilir. Bu yaşın haricinde nişanlanmalara ve düğünlere izin verilmez, ayrıca düğünsüz dünyaya gelen çocuklar piç sayılır. Erkek ve kadınlar, devlete çocuk verme yaşını geçtikten sonra çiftleşmeler serbest olacak. Ancak çocuk dünyaya getirmemek için her türlü tedbiri alacaklar. Eğer buna rağmen bir çocuk dünyaya gelirse, devlet o çocuğu beslemekten sorumlu değildir. Her türlü haktan mahrum bırakılır. Kişilerin, anaları, kızları, analarının anaları ile yatmaları; kadınların ise oğulları, babaları, babalarının babaları ile yatmaları yasaklanmıştır. Kişilerin üretme çağında dünyaya getirmiş oldukları çocuklarla, verimli çağdan sonra dünyaya getirdikleri çocuklar kardeş sayılır. Bunlar, her türlü cinsel birliktelikten kaçınacaklar, ancak kurada öyle çıkmışsa ve izin verilirse kız ve erkek kardeşlerin birleşmelerine izin verilecek. Bekçiler için mülkiyet kavramının olmaması gerektiğinden bahsediyor Sokrates. Bekçi kadın ve erkeklerin bir arada yaşaması, aynı sofrayı paylaşması gerektiğinin üzerinde duruyor. Öyle ki çocuklarının üzerinde bile hakları olmamalı, kendi çocuklarını tanımamaları, bu çocukları devlet bir yuvada büyütmeli diyor. Anne - baba çocuğunun kim olduğunu bilmeyecek, çocuk da anne babasını tanımayacak. Her iki cinsin en iyileri en çok, en kötüleri ise en az çiftleşmelidir ve sadece en iyilerin çocuklarının büyütülesi gerekir. Çünkü sürü cinsinin bozulmaması gerekir. Ancak tüm bunlar, devlet tarafından üstü kapalı olarak yapılmalıdır. Aksi halde çiftler bu durumdan haberdar olurlarsa çatışma çıkabilir. Bu yüzden delikanlı ve erkekleri düğün derneklerle evlendirmek gerekir. Kurbanlar kesilir. Evlenmelerin sayısını devlet adamları belirleyecek çünkü bu sayede hastalık veya savaş yoluyla azalan ya da artan nüfus kontrol altına alınmış olur. Devlet toplumun azalmasını da çoğalmasını da önleyecek. Savaşta üstün başarı gösteren kişilere, en çok kızla yatma hakkı verilecek, bu sayede o kişiden en fazla döl alınmış olacak. Bu tarz kişilerin, toplumda övülmesi gerektiğini, yüceltilmesi gerekir. Ancak bu tarz kişiler mal mülk veya eş edinmemelidir. Yoksa yerleşik hayata geçip savaşmayı bırakabilir. Devletin sınırları ne çok geniş ne de çok dar olmalı. Çünkü çok geniş olursa savaşacak çok kişi gerekir ve savaşçılara çok iş düşer. Sokrates’e göre dört çeşit devlet vardır. Bunlar sırasıyla: Timarşi veya Timokrasi, Oligarşi, Demokrasi ve Zorba yönetimdir. Timokrasi, en zenginlerin parası kadar yönetimde söz sahibi olduğu düzendir. Bu durum diğerlerinin de zengin olma isteğini kamçılayacak ve aç gözlülük toplumun oligarşik sisteme geçmesine zemin hazırlayacak. Aynı sebeple, aşırı zengin olma kaygısı ve doymak bilmeyen zenginlik yüzünden, oligarşi sistemi yıkılıp yerine demokrasi düzenine geçilecektir. Ancak demokrasi düzeni de ideal toplum değildir. Çünkü demokrasi düzenine geçmeyi gerekli kılan özgürlük kavramı yine demokrasiyi yıkan sebep olacaktır. Bu doymak bilmeyen özgürlük isteği, başka değerleri ve kişileri küçümseyip demokrasinin değişmesine ve zorbalık yolunu tutmasına sebep olacaktır. Özgürlüğe susamış devletin başındakiler içki sunmasını bilmeyen sakilere dönüşünce demokrasi olabildiğine hürriyet içip sarhoş olur. Halkı yönetenler her istenen özgürlüğü veremeyince halk onları suçlar, hain ilan eder ve oligark diye cezalandırırlar. Demokrasi toplumunda hayvanlar, başka hiçbir yerde olmadığı kadar özgürdürler. Atasözüne göre, “hanım neyse köpeği de o’dur” diye demokrasi devleti ve insanlarına gönderme yapılmıştır. Demokraside atlar, eşekler öyle serbest, öyle mağrur yürürler ki önüne gelene çarpıp geçerler. Her yerde dolup taşan bir hürriyet oluşur. Yurttaşlar öyle bir hale gelirler ki en ufak bir baskıya kızar ayaklanırlar hemen. Bütün kanunları hiçe sayarlar. Tam anlamıyla kendi başlarına buyruk olmak isterler ve oligarşinin başını yiyen hastalık burada özgürlüğün kendisinden doğar ve sonunda kendi toplumunu köleliğe dönüştürür. Çünkü her aşırılığın ardından her zaman sert tepki gelir. Mevsimlerde, bitkilerde ve tekmil canlılarda böyle olur. Aşırı özgürlüğün tepkisi de aşırı bir kölelik olur ve zorba topluma geçilmiş olur. Halkın başına geçen zorba kişi, çoğunluğun kendine kul köle olduğunu görünce yurttaşların kanına girmeye başlar. Yurttaşları lekelemeye başlar ve mahkemelere düşürür, canlara kıyar. Böyle kişilerin iki kaderi vardır: ya halk tarafından öldürülür ya da daha da kötü zorba bir kurt olur. Zorba yönetici, zengin kişilerle cenkleşmeye başlar. Düşmanları, onun halkla arasını açıp onu öldürtmeye çalışırlar. Durumu gören zorba kendine bekçi arar. Halk, yöneticisini kurtarmak için onu korur. Halkın koruyucusu yaşamalı ki, halka hizmet edebilsin. Devletten kovulup geri dönmeyi başarırsa daha kötü bir zorbaya dönüşür. İnsanlar yaşadığı devletlerin birer yansımalarıdır. O halde, zorba devletin insanı da zorba olur ve zorba insan mutsuz insandır. Ayrıca insan ne kadar zorbaysa o kadar da köledir. İsteklerini hiçbir zaman doyuramaz. Zengin gibi gözükse bile fakirlerin fakiridir o. Ömrü boyunca korkular, kaygılar içinde kıvranıp durur. Zorbanın hali, ezdiği insanların halinden daha kötüdür. En doğru insan, en mutlu insandır; kendi kendini dizginleyebilen insan, en kral insandır. Buna karşılık en kötü, en haksız adam aynı zamanda en mutsuz insandır. Bu adam, içinde en çok zorbalığı taşıyan insandır. Üç çeşit insan vardır: bilgi sever, ün sever ve para sever. Hangisine sorsak en mutlu hayat kendisininkidir. Bilgeliğe, ruh üstünlüğüne ermeyen kişiler, beden zevklerini doyurmaya çalışırlar. Yarış eder gibi karınlarını doyururlar. Ancak doyurdukları yan, asıl var olan yarıları değildir. İdeal insan para ve yakışıklılık peşinden koşmaz. Cebini doldurmak için başını belaya sokmaz. Kazandığı kadarını harcar. Fiziksel görünüşüyle ilgili durumlara kafasını takıp zamanını boşa harcamaz. Kötü insanın tanrılar tarafında cezalandırılır, iyi insanlar ise mükâfatını alır. Ahiretten gelip gördüklerini anlatan adam, örnek gösterilmiştir. Diğer dünyada, insanların yaptıkları kötülük kadar cezalarını çektiklerinden bahseder. Devletin başındaki kişilerin zengin olması gerekir. Ancak altın zengini değil akıl ve erdem zengini olmalıdır. Açgözlü kişiler keselerini doldurmak için başa geçmeye çalışırlarsa artık orada bir düzen aramamak gerekir. Çünkü herkes başa geçmek için birbirini ezecek ve çıkan iç kavgada hem kendilerinin hem de devletin başını yiyeceklerdir. Sokrates’e göre ideal devlet yönetimi aristokrasi biçimidir ve filozof kişilerin, bilge kişilerin başta olması gerektiğini savunur. Devlet yöneticilerini, yaşlılar arasından seçmek gerekir. Şairler, sadece birer benzetmecidirler; gerçeğin kendisine ulaşamazlar. Sadece olanı taklit ederler. Tragedyaların da pek bir faydası yoktur. Çünkü buralarda geçen karamsarlık, insanları kötü yöne sürükler. Şiir ve tiyatro gibi sanat dalları, gerçeği çarpıtıp insanların görmek istediği gibi yansıtır. Gerçeği saptırmaktadır ve bu sanatlar, onaylanan uğraşlar değildir. Savaşlar, tıpkı bireylerde olduğu gibi, toplumların diğer toplumlardan daha fazla mal sahibi olma istediğinden ötürü meydana gelir. Bir şehirdeki insanların, sürekli hekimleri veya yargıçları aramaları o şehirde eğitimin bozuk olduğunun emaresidir. İnsanın doğruyla eğriyi kendi başına ayıramayıp, hakeme yargıca başvurması, adaleti başkalarından beklemeleri çirkin bir şey değil midir? Zenginlik sanatçıları körleştirir. Çünkü sanatçı veya zanaatkâr kişi parası olduktan sonra zanaatıyla uğraşmaz artık. Para, insanlığı tembelliğe itip, işini aksatmasına sebep olur. Bir toplumda herkesin kendi işini yapması beklenir. Bir kişi kendi işi haricinde başka bir işle uğraşmaya kalkmamalı. Toplumda herkesin kendi işini yapması, devletin üstünlüğünde ölçü, yiğitlik ve bilgelik kadar yer tutar. Doğruluk kendi malının sahibi olmak ve kendi işini yapmak demektir. Devletin tek bir insana benzemesi gerekir. Örneğin, kişinin parmağı yaralansa acıyı bütün bedeninde hisseder. Devlet, yurttaşının başına gelen en ufak şeyi kendi başına gelmiş sayacak, onunla dertlenecek onunla sevinecektir. İyi güdülen devletin böyle olması gerekir. En iyi düzene ulaşmak isteyen toplumda, kadınlar, çocuklar ve erkekler eşit sayılacak. Ayrıca bütün eğitim ortak olacak. Savaşta ve barışta girişilen tüm işlerde de öyle. Kitabın son sayfasında, her iyiliğin, her kötülüğün insanın kendi elinde olduğu söylenir. İnsanların, doğruluktan ve bilgelikten sapmaması gerektiğini, böylece insanların hem kendileriyle hem de tanrılarla barış içinde yaşayacaklarını, er geç doğruluğun karşılığını alacaklarını, hem bu dünyada hem de diğer dünyada mutlu olacaklarını söyler. Sokrates’in öğrencileri, bahsedilen ideal insanın, sadece konuştukları türden bir devlette olabileceğini söylerler. Sokrates ise: “İster yerde olsun ister gökte, insanın yapması gereken ideal devletin kurallarına uymaktır; başkalarının kanunlarına değil” diye cevap verir. İnsanın, bunu bilgelikle içinde taşıması gerekir. Kendi yaşadığı düzen öyle olmasa bile ideal devlet anlayışındaki gereklilikleri yerine getirmesi beklenir.
Devlet
DevletPlaton (Eflatun) · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201926,7bin okunma
·
553 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.