Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

312 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel, 27 yıl TSK’da görev yaptı. Hizmet süresinin yaklaşık 10 yılını teröre hassas bölgelerde geçirdi. “Balyoz” kumpasından cezaevine atıldı. Bugün hâkim ve savcılarının tamamı FETÖ suçlamasıyla tutuklanan, o günlerin “Özel Yetkili” mahkemesince kendisine 18 yıl ceza verildi. Yargıtay 9. Dairesinin 15 Temmuz sonrası biri firar, kalanın tamamı tutuklanan FETÖ’cü hâkimleri de bu kararı 2013’te onadı. Önsel, yaklaşık dört yıl cezaevinde kaldı. Anayasa mahkemesinin kararı doğrultusunda yeniden yargılandı ve beraat etti… Önsel’in; ilk üçünü cezaevinde yazdığı, Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu, Silivri’de Firavun Töreni, Casusluk Kumpası ile Ağacın Kurdu/ Fetullah’ın Askerleri, Aşil’in Topuğu/ FETÖ’nün O Gecesi ve 1 Köy, 4 Adam, 6,5 Darbe isimli 6 kitabı bulunuyor. “Bellek” yedincisi. Çok çarpıcı, adeta edebi bir kitap olmuş “Bellek”, 305 sayfa bir solukta okunuyor. Birbirini takip eden bölümler hızla akıyor. Kitap; “Münferit”, “Bölücü Terör/PKK”, “TSK/FETÖ-15 Temmuz Öncesi”, “TSK/FETÖ-15 Temmuz Sonrası” ve “FETÖ Yargılamaları” başlıklı 5 bölümden oluşuyor. Her bölüm yazarın büyük çoğunlukla Odatv ve Veryansıntv.com haber sitelerinde yayımlanan yazılarından oluşuyor. İnternet üzerinden yayımlanan bu yazılar böylece çok daha hoş ve derli toplu bir görünüme kavuşuyor. Bu yazılarda 2015 Ağustos’undan 2019 yılı Kasım ayına kadarki süreçte yaşanan önemli olaylar değerlendiriliyor ve hayati uyarılar yapılıyor. Türkiye’nin özellikle son 15 yılı “FETÖ/PDY” konusu ele alınmadan asla anlaşılamaz. Bu konuda hala daha çekingen kalan ve burun kıvıran kamu görevlilerinden akademisyenlere, aydınlardan gazetecilere kendini çok beğenmiş “bilinçsiz bir güruh” var. Onlara şöyle demeli: “FETÖ gerçekleri hakkında konuşamıyorsunuz Türkiye’nin gerçekleri hakkında da konuşamazsınız!” İşte Mustafa Önsel, en başından bu yedinci eserine kadar cesaretle yazarak çoğu kişinin üzerine gidemediği, araştırmaya korktuğu ve hatta okumaya bile çekindiği konuları korkusuzca mercek altına alıyor, Türk milleti kendini hedef alanları yakından tanısın ve bunları bir daha unutmasın diye çabalıyor. Tarihe önemli bir not düşüyor. Son 15 yıl içerisinde çok büyük çalkantılar yaşadık, uçurumun kıyısından defalarca döndük. Bu aşamada acilen kendimizi tanımak ve acı da olsa kendi gerçeklerimizle yüzleşmek durumundayız. Bu noktada Mustafa Önsel’in kitapları önemli birer rehber oluyor. Bellek kitabında ilk olarak “uluslararası istihbarat teşkilatlarıyla” yakın ilişki içerisinde olan FETÖ’nün özellikle “medya” alanındaki nüfuzu hakkında yapılan önemli uyarılar ön plana çıkıyor. Birtakım sözde gazeteci müsveddeleri üzerinden “gazetecilik ne değildir?” sorusunun cevabı çok iyi anlaşılıyor! Bu cevaplar âdete tokat gibi. Acaba bu tür insanların yüzü hiç kızarır mı? Acaba bu insanlar hiç utanır mı? İkinci olarak devletin yasama, yargı, yürütme dâhil “bütün kılcal damarlarına” sızan FETÖ’nün özellikle siyaset ve bürokrasi içerisindeki nüfuzuna dikkat çekiliyor. Birtakım sivil ve askeri yöneticiler üzerinden “devlet adamlığı ne değildir?” sorusunun cevabı çok iyi anlaşılıyor. Üçüncü olarak yargıçlar eliyle bir dönem bütün hasımlarını iğrenç iftiralarla betona gömen FETÖ’nün tahrip ettiği ve bugün de ne yazık ki hala daha tam olarak düzel(e)meyen ve sıkça eleştirilen “yargı alanına” odaklanılıyor. “adil bir yargılama ne değildir?” konusu açığa çıkarılıyor ve önemli yapıcı eleştiriler sunuluyor. Ve daha neler neler… PKK’ya zarar verenlerin, PKK ile mücadele edenlerin FETÖ’nün hedefi haline geldiğini ibretle okuyoruz. 2007 yılı itibariyle PKK’ya moral destek sağlandığını, böylece terör bölgesinde devletinin yanında olan insanların büyük bir yılgınlığa düştüğünü görüyoruz. 1984 yılında eylemlere başlayan PKK’nın 2002 yılında neredeyse başlangıçtaki gücünün de altına düştüğünü, çok zayıfladığını, neredeyse eylem yapamaz hale geldiğini fakat özellikle 2010 yılı itibariyle sözde demokratikleşme ve çözüm süreçleriyle sürecin hızla tersine döndüğünü, PKK’nın giderek bölgede güçlendiğini, arsızlaştığını, yeniden canlandığını ve hatta bazı şehirlerde devlet rolüne soyunduğunu ve PKK ile mücadeledeki simge isimlerin cezaevine konduğunu öğreniyoruz. Bunlarla birlikte; Yunan’a karşı gelenlerin FETÖ eliyle zindanlara atıldığını öğreniyoruz. Kardak’a çıkan iki SAT Tim Komutanı “Balyoz ve Poyrazköy” iftiraları ile cezaevine atıldı; adaya çıkan Yunan askerlerinin diktiği bayrağı çok riskli bir şekilde alçalarak düşüren, adeta delicesine bir dalış yaparak Yunanlıları korkutan pilot üsteğmen yıllar sonra yargılanıp “Balyoz Davası” kapsamında 16 yıl cezalandırıldı. Kardak’a müdahale sırasında helikopteri düşerek yaralı kurtulan bir subay “teröristleri teslim aldıktan sonra öldürdüğü” iftirası ile Sincan Cezaevi’ne kapatıldı. 1996 yılında, Kardak Krizi ile birlikte Genelkurmay bünyesinde Yunanistan ve Kıbrıs ile ilgili ulusal menfaatlerimiz doğrultusunda çalışmalar yürütecek bir “Yunanistan-Kıbrıs Daire Başkanlığı” kuruldu. 2012 yılında adalarımız sessiz sedasız Yunanlılar tarafından işgal edilirken Genelkurmay da söz konusu daire başkanlığını kapattı! İlgili daire en fazla 10 kişinin çalıştığı bir şube müdürlüğü seviyesine düşürüldü. Bu noktada dikkatinizi çekerim, Yunanistan’da Türkiye ile ilgili masada yaklaşık 1500 kişi çalışıyor. İçlerinde asker, akademisyen, istihbaratçı birçok uzman bulunuyor. Peki, söz konusu dairemizde görev yapan askerlerimize ne oldu dersiniz? Onlar da Balyoz Davası kapsamında çeşitli cezaevlerine atıldılar. Yani özetle, FETÖ’nün devlet içerisinde tam hâkimiyet kazandığı dönemde “Türk düşmanı” kim varsa desteklenmiş ve “vatansever milli insanlar” insafsızca, hukuk katledilerek hapsedilmiştir. Bununla birlikte kitapta; “Süryani Soykırımı” ve “Pontus Soykırımı” iftiraları hakkında yapılan önemli uyarılar, halkı kutuplaştırmaya karşı yapılan uyarılar, teröre karşı uyarılar, askeri yargıya olan ihtiyaç, sahayı bilmeden masa başında alınan kararlara itirazlar, askeri birliklerde görülen zehirlenme vakaları, askeri şuranın yapısı hakkında getirilen eleştiriler ve öneriler gibi çeşitli önemli değerlendirmeler bulunuyor. Kitapta ordumuz hakkında yazılan önemli iki paragrafla bu yazımı sonlandırmak istiyorum: “Ordunun güçlü olması için halkına dayanması, milli ordu olması önemlidir. Siyasete bulaşmış, o partinin, bu partinin oyuncağı olan, ama dinsel, ama etnik, ama ideolojik, ama felsefik grupların var olduğu, çatıştığı, egemen olmaya çalıştığı bir ordu, milli ordu olamaz.” “Milli ordu, tüm halkı temsil eden, milletin gönül rahatlığıyla ‘benim ordum’ demesi gereken bir kurumdur. Bu anlamda ordu milletin güvencesidir, öyle olmalıdır. Siyaset üstü olması elzemdir. Siyaset kurumu da buna azami dikkat göstermelidir.”
Bellek
BellekMustafa Önsel · Kırmızı Kedi Yayınevi · 202050 okunma
·
115 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.