Gönderi

104 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
kelimeler içinde ama asla gerçekler içinde değil
Nasıl ki ben bu incelemeyi Albert Camus’a borçluysam, o da bu eseri Dostoyevski’ye borçludur. Gerçi bu böyle olduğu gibi hiç alakasız şeyler de olabilir. Dostoyevski üzerine yazmak Camus için nasıl bir onursa Dostoyevski üzerine yazmış Camus üzerine yazmak da benim için bir onurdur. Şunu belirtmek isterim ki Yeraltından Notlar’ın yeraltından yazıldığını kabul edersek Düşüş’ün de yeraltından yazıldığına ikna olabiliriz. Bu yeraltı mevzusu üzerine biraz daha konuşmak gerekir. Kahramanımız Jean Baptiste Clamence, Parisli saygın bir avukat, adalet peşinde koşturan bir dava adamıdır. Özellikle muhtaç, düşmüş insanlara yardımını esirgemez, davalarına ücretsiz bakar, onların İsa’sı olur adeta. Yardımsever olduğu kadar alçakgönüllüdür (tam bir erdem abidesi olduğunu söylemeye gerek bile yok). Böyle bir yaşam kalbini doldurmaya yeter ve mutlu bir tatminkarlık içinde adeta ayaklarını yerden keser. Bu pembe dünyasını süsleyen en önemli kelime “özgürlüktür”. Kelime demekle yetiniyoruz çünkü özgürlük, tam olarak ne olduğunu bile kavrayamadığı parıltısından gözlerini kamaştıran yüce bir şeydir. Kahvaltısında ekmeğe onu sürer, tüm gün çiğner ve ferah bir nefes olarak dünyaya salar. Herkesin kulağına onu fısıldar. Hayatının uzun bir bölümünü böyle yanılgılarla geçirir ve bu yanılgı dolu hayatı müthiş bir unutma gücüne borçludur. Başta kararları olmak üzere her şeyi unutur.Çünkü aslında hiçbir şeyin önemi yoktur.Savaş, aşk, ihanet bunlara sadece kendisini zorladığı ve tehlikeye düşürdüğü zaman dikkat eder.Böylece günü gününe yaşamış olur. “Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem- ya da erdemsizlik , günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran”... Böylece yaşamda ilerler,kelimeler içinde ama asla gerçekler içinde değil. Tam okunmamış kitaplar, tam sevilmemiş dostlar, tam gezilmemiş kentler... Sıkıntıdan el kol hareketleri yapar, varlıklar biribirini izler, o ise, sadece unutur. Elbette bu yanılgıları daimi olmayacaktır. Sonra sonra gerçeklerle tanışmaya başlar. Hayatını adadığı kelimelerin ne anlama geldiğini bile bilmediğini fark eder. Peşinden koşturduğu özgürlüğün, bir demet çiçek gibi insanların kucağına bıraktığı adaletin asıl anlamlarını kavrar. Özgürlük, mahkemelerde kovaladığı şey değildir, kendisi başlı başına özgürlüktür. Bu özgürlüğe mahkumdur ama sonuçlarına da katlanmak zorundadır. “Her özgürlüğün ucunda bir yargı vardır. İşte özgürlüğün son derece ağır bir yük olması bundandır.” Ayrıca kendinde erdem olarak adlandırdığı şeyler kibirinden ileri gelen maskelerdir. Eskiden bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirmek için fırsat kollarken, şimdi tekerlekli sandalyeye muhtaç insanların tekerlerini parçalamayı hayal eder. Ücretsiz bir şekilde davalarına baktığı yoksullara, sizi pis yoksullar diye bağırmak ister. Geçmişte yardımseverliği yüzünden insanlar ona minnettar olmuşlardır, ve böylece kendisini herkesten üstün görmüştür. O pembe hayatı da bunun sayesinde yaşamıştır. Böylece hayatın yükünü omuzlarına almış olur. Sonrası Dostoyevski’nin Yeraltından Notları’na benzer şekilde ilerler. Yüzyıllardır ahlak olarak bildiğimiz şeylerin temeli kindir. Buna “Sineklerin Tanrısı sendromu” da denilebilir. İnsan alçaklığının farkına varınca eskisi kadar dertsiz tasasız yaşayamaz. Tanrılar, kutsal varlıklar, dinler hep dağların tepelerindedir. Kısacası yüce ve güzel olan şeylerin hep yükseklerde olduğunu söyleyebiliriz. Kahramanımızda önceler yüksektedir. Burdan insanları karıncalar gibi görür. Herkesin görebileceği ateşler yakar ve kendisine doğru yükselen sevgi dolu selamları alır. Bu durumda yanılgıların içindedir. Yeraltında ise insan daha karamsar olur, yazarın deyişine göre adeta küflenir. Artık karamsar ve şüphecidir. Düşüş işte bu tepelerden yeraltına inişin romanıdır. Camus’a göre çözüm varoluşun saçmalığını hedefleyen bireysel başkaldıradan kolektif bir bilincin üretilmesidir. Yani herkes Jean Baptiste’nin düşüşünü yaşamalıdır. Bu yolda faşizmden komünizme kadar hepsine karşı çıkılmalıdır. Camus bu noktada çağının düşünürlerinden ayrılır. Felsefi görüş ayrılıkları yüzünden zamanla dostlukları yıpranan Sartre ile artık iyice ayrı düşmüştür . İdama karşı çıkması da kendisi hakkında epey yazılıp çizilmesine sebep olur. Ama Nobel Ödülü’nü de idam üzerine yazdığı kitap sayesinde aldığı da söylentiler arkasındadır. Camus’u anlamak için felsefe konusunda biraz fikrinizin de olması gerekir. Romanlarını salt kurgu metin gibi okumak Dostoyevski’yi dizi izler gibi okumaya benzer. Ayrıca Camus’un en güzel kitabı sanılanın aksine, Yabancı değil, Sisifos Söyleni’dir. Ve bir tavsiye olarak bunların hepsini okumadan önce Sisifos Söyleni’ye bir bakmak gerekir.
Düşüş
DüşüşAlbert Camus · Can Yayınları · 201915.4k okunma
··
1,252 views
M.D. okurunun profil resmi
nietzsche' ahlak anlayışıyla birebir örtüşüyor neredeyse. Kibirle harmanlanmış, sadece güçsüzlerin güçlü hissetmek üzere piyasaya sürdüğü, içi boş kavramlar yığını... Sartre ile olan kavgada da camus haklı bence. İnsanlık ( ki bunun varlığı da tartışmalı) büyük bir düşüşü, silkelenip kendine gelmeyi hak ediyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.