Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

335 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Ziya Gökalp ve Sosyolojik Düşünce Sistemi, Gökalp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde, Atatürk’ün yakınında yer almış ve ümmetten-millete, imparatorluktan Cumhuriyete geçişte düşünce ve görüşleriyle katkıda bulunmuştur. Eserin içeriğinde, Gökalp’in sosyolojisinde laiklik ve islamlaşma, iki kültür teorisine, ulus-devlet oluşumuna, aydın modellerine, Türk kimliğine yaklaşımına ve Gökalp sonrası düşünce akımlarına yer verilmiştir. Eser, Osmanlı Devleti’nin parçalanma döneminden (1908) Gökalp’in ölümüne kadar olan süreyi kapsamaktadır (1924). Osmanlı topraklarında ve sonrasında Türk topraklarında geçmektedir. Eserin ana konusu, "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" olarak belirlediği 3 temel ilke üzerinden Gökalp’in Osmanlı döneminden Cumhuriyet yıllarına dayanan, sosyolojik düşünce tarzıdır. Sosyal bilim disiplini olarak, tarihten, siyaset biliminden ve en önemlisi Gökalp sosyolojisinden yararlanılmıştır. Günümüz Türk toplumunda, Gökalpçi bir düşünce sisteminin yeniden inşası ve Kemalist Sistemin Asli Unsurlarına dönüşümü, bir emanisipasyon sosyolojisinin temel konfigürasyonlarını oluştururlar. Özet Gökalp, Türk kültür tarihinde imparatorluk konumundan, ulus gerçeğine yönelen, bu amaçla Türk toplumunun yeniden restorasyanunu başlatan bir sosyal bilimcimizdir. Bu ifademizde, gözlendiği üzere, ilkin imparatorluktan millete geçiş, sonra milli kimliğin yükselişi veya biz kimiz gerçeği, nihayet milletleşme olgusu olmak üzere, üç eğilim yer almaktadır. İlki, imparatorluktan millete geçiş veya ulus-devlet oluşuna yöneliş. Ulus-devlet düşüncesi, 1800’ler sonrası imparatorluk olgusunu aşan, dil-düşünce gibi bir ortak paydada birlikte yaşayan insanların oluşturdukları bir toplumsal gerçekti. Gökalp bir imparatorluk düşünürü olarak, Batıda ortaya çıkan gelişmeleri yakından izlemiş, erken yaşlarda Durkheim sosyolojisi ile bağlantı kurmuş, Diyarbakır, Selanik ve İstanbul gibi Batıya ve Doğuya açılan kentlerden kültürel iletişimlerini güçlendirmiş bir düşünürümüzdür. İkinci yaklaşım ise, ulus-devlet veya milletleşme olgusu hususunda, Gökalp’in bir toplumsal aktör olarak düşünsel konumuydu. O artık, toplumda ortaya çıkan sorunları ele alan, onlara çözüm arayan bir toplum ustasıydı. Millet- olma, Gökalp için kaçınılmaz bir gerçekti. Yaratıcı dehası, kültürel birikimi ve önsezisi ile bu oluşumun en önde gelen temsilcisi oluyordu. Görüş ve düşünce sistemi, rasyonel yaklaşım ve zihniyetle konuyu ele almaya çalışıyordur. Batı sosyolojisi ile donatılmıştı. Durkheimci sosyolojik yaklaşım, Osmanlı toplum yapısı için de geçerlidir. Çok kültürlü, ancak birlikteliği ve dayanışmayı yitirmiş bir yapıda, gözlenen iç ve dış ayaklanmalar, fesat yuvaları sürekli anarşi kaynağı oluyordu. Tanımın üçüncü niteliği, milli kimliğin yükselişi sürecinde Gökalp’in niçin Türkçülük akımını ön plana çıkarmasıdır. ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ adlı eserini de 1917 yılında kaleme alıyordu. Böylece, her üç akımın toplum yapısındaki yapıları belirlendikten sonra, kutuplaşma yerine, yapısal işlevleri göz önüne alınarak, bir uyum içinde birliktelikleri gündeme getirilmiştir. Her üç akımda, Gökalp sosyolojisinde birbirini izleyen oluşumların ürünüdür; hiçbiri diğerini dışlayan unsurlar değildir. Tanzimat sonrası Batı ile sıkı temasların başlaması yanında, yabancı soylu elitist kadroların Batıya açılan pencereleri oluşturmaları ve Türklüğe yönelik yayınları dilimize çevirmeleri genç aydınlar arasında Türklük kimliğine yönelik akımın doğmasına sebep olmuştur. İslamcılık-Osmanlıcılık ve Türkçülük karşısında Gökalp, Türkçülük akımına yönelirken, görüşlerini toplum dinamiklerinden alıyordu. Gökalp, Türk toplumunun tarihsel arka planına yönelerek, unutulmaya başlanmış, kültür değerleri, töre ve geleneklerine, tek sözcükle varlık felsefesine, dönüşüm yaparak Batı toplumları karşısındaki yerini ve misyonunu yeniden kazanmaya karar vermiştir. 20. Yüzyıl ulus-devlet çağıydı. Gökalp sosyolojisi ile Osmanlı toplumunu çok kültürlülük ortamından, tüm etnik unsurların Kurucu Kültür altında birleştiği ulus-devlet aşamasına yükseltecekti. Kimliğimizi Türk’te arama, Gökalpçi düşünce sistemi açısından yeni bir biçim değiştirme, yeni bir yapılaşma ve var olma motivasyonudur. Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Türkçülüğün niteliğini anlamak için de millet adı verilen grubun niteliğini belirlemek gerekir. Gökalp’i kendisinden önceki bilim adamlarımızdan ayıran önemli bir yanı da sosyolojik kavramların bir sistematiğini vermesidir. Durkheim ve Gökalp’ e göre, toplumların yoğunluk ve hacminde ortaya çıkan değişimlerin kaçınılmaz sonucu uygarlıktır. Gökalp’de kültür ve medeniyet ayrımı dolayısıyla yeni biçimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu da kültür ve medeniyet kavramlarına atfedilen değer yargılarının farklılığıdır. Gökalp sosyolojisi, metodoloji bakımından Durkheim kaynaklı olmakla beraber, gerek uygulamada gerekse Türk cemiyetinin meselelerini karşılamada kendine has bir takım görüş ve düşünceleri ifade eder. Gökalp’in kültür yaratıcısı olarak gördüğü cemiyet, Durkheim eserlerinde ‘medeniyet kaynağı ve koruyucusu’ şeklinde ifade edilmektedir. Gökalp sosyolojisinde kültür milli, medeniyet ile milletlerarasındadır. Bu bakımdan Gökalp, daha ziyade Amerikan sosyolojisine yaklaşır. Gökalp’e göre, hakiki sanatkar olabilmek için, güzel sanatların milletlerarası ustaları olan sanat dahillerinden zevk dersi, zevk terbiyesi almak da lazımdır. Milletlerarası dehalardan alman bu feyizli terbiyeye, ‘işleme’ adını veriyordu. Gökalp sosyolojisinde ilk bakışta birbiriyle çelişkili gibi görünen fakat aslında çelişkili olmayan bir çift kavram vardır ki bunlardan biri laiklik, diğeri de İslamlaşma akımıdır. Türk düşünce tarihinde, dinin devlet işlerinden ayrılması tezim, sistematik olarak ilk defa Gökalp ortaya koymuştur. Gökalp’in asıl amacı iki noktada toplanır. Bunlardan biri, din ile devleti birbirinden ayırmak. İkincisi ise din ile Doğu medeniyetini tefrik etmek. Gökalp sisteminde, din olayları, sonra da dil, sanat, tarih ve iktisat gibi konuları ele almaktadır. Böyle bir tasnif, Durkheim sosyolojisinin gereğidir. Max Weber, kapitalist sistemin Protestan ahlakının esası olduğunu ileri sürmek suretiyle, iktisadi olayları dini olayların belirlediğini açıklamıştır. Marxizm, ekonomik yapının, dinin özünü tamamıyla tayin edeceği tezinden hareket ediyordu. Gökalp sosyolojisinde, ‘Türkleşmek, İslamlaşmak ve Modernleşmek’ birbiriyle bütünleşen, aralarında uyum sağlayan bir bütünün üç parçası gibidir. Böylece, İslamlaşmak bir bakıma batılılaşmak veya modernleşmek demektir. Böyle bir düşünce, İslam’a, yeni bir dünya görüşü ile çağın şartları altında bakmak demektir. İslamlaşmak akımını savunanlar, milliyetler akımıyla parçalayanların temsilcileri tarafından gizli amaçlarına kılıf yapılmak suretiyle, destekleniyordu. Oysa ‘Türkleşmek’ akımı, ulusal devlet olma ilkesinden hareket ediyor ve diğer akımlara karşı kendini savunma durumunda kalıyordu. Atatürk, yeni bir milli birlik şuuru uyandırmak suretiyle kültürel bütünleşmeyi sağlıyordu. Bu düşüncesinin temelinde de fikrinin babası olan Gökalpçi düşüncenin büyük etkisi olmuştur. Gökalp’in ‘Türkleşme’ akımı Mustafa Kemal’de Milli Devlet ilkesi içinde yeni bir uyum kazanır. Batıda, 18.yüzyıl milliyetçi akımın gelişme çağıdır. Milli birlik ve milli devletlerin kuruluşu ‘millet’ ideasına dayalı olarak ilk kez tarih sahnesine çıkıyordu. Milletleşme olgusunun alt yapışı, Rönesans ve Reform adı verilen toplumsal hareketlere dayanıyordu. Reform, Orta Çağ boyunca kilise otoritesine karşı bir başkaldırının simgesi oluyordu. Kimlik kavramı, dünya sosyolojisinde sanayileşme ve hızlı teknolojik değişmelerin ortaya çıkardığı yeni bir oluşum ürünüdür. Eski toplumlar, daha ziyade sosyal dayanışma, cemaatçi bir karşılıklı ilişkiyi temsil ediyordu. Günümüzde, bu yapı niteliğini yitirdi. Sanayileşme ve teknoloji cemaatçi kuruluşları yıktı. Gökalp sosyolojisi, Fransa’nın Devrim sonucu yıkılan, eleştirilen toplum yapısı karşısında dayanışmacı, bütünleştirici yaklaşımları gündeme getiren Durkheim sosyolojisinden esinlenmiştir. Bu nedenle, sosyolojisi, fert-toplum dengesine dayalı, uyumlu bir modeli temsil edilmektedir. Özellikle, her türlü monarşi, saltanata dayalı yönetim sistemine de karşıdır. Günümüzde, toplumsal olayları incelerken, temel yapıyı tek nedene bağlamak suretiyle çözüm yolları tespit etme geleneği artık terkedilmiş bulunmaktadır. Bu açıdan, ekonomik veya siyasal etkenlerin toplumsal bunalımlara yol açtığı görüşü aşırı bir iddiadır. ‘Halk’ sosyolojik bir oluşumdur. Her şeyden önce, devlet kavramıyla gerçek kimliğini kazanmıştır. Bu anlamda halk ve devlet bilinçli olarak birbirine bağlı, düşünce ve karar veren insanlar fikri yaratmasıdır. Bu oluşumda, coğrafi etkenler kadar, doğuştan kaynaklanan yetenekler de rol oynarlar. Türk sosyoloji geleneğinde, halk kavramını yorumlayan, ona sosyolojik bir biçim veren Ziya Gökalp’tir. Gökalp’in bu görüşleri günümüzde de özelliğini korumaktadır. Gökalp’te, halk ve aristokrasi tabakalaşmasını ‘kültür’ ölçeği ile belirlemiştir. Tarihsel bunalım döneminde, sosyolojinin yöntem ve kurallarını da kullanmak suretiyle, Türkçülük akımı gündeme geliyordu. Cumhuriyet ideolojisi veya Kemalist sistem, Gökalp sosyolojisinin temelleri üzerine kuruluyordu. Artık ümmetten millete geçiliyor, bu oluşumun ideolojisi de Türkçülük- Milliyetçilik akımı oluyordu. Aydın-halk diyalogu, aynı zamanda kültür-uygarlık bütünleşmesi için de gereklidir. Aydın sosyolojisi, Gökalp açısından incelendiğinde temel unsur, yüzyıllarca halktan uzak yaşamış, halkını dışlamış yabancı soylu grupların, millileşmesi yani Türkleşmesi gerekmektedir. Gökalp’i Kemalist sistemle özdeşleştiren nokta buradan kaynaklanmaktadır. Avrupa birliği sürecinde, Gökalp ve Kemalist sistem ulus-devlet girişimi, iki önemli eleştirinin eşiğinde bulunmaktadır. Bunlardan ilki, dünyamız artık küresel köy dönmüştür, evrensellik bir alın yazısıdır. Çok kültürlülük içinde birlikte yaşamak durumundayız. Bu nedenle, ulusal kimliklerin korunması söz konusu olamaz. Dinler arası diyalog kadar, kültürler arası ilişkiler sistemi de gündeme gelmelidir. İkinci görüş ise, ulus- devlet oluşumu henüz istenilen düzeyde raylarına oturtulamadığı için, Batılı norm ve kurallar açısından yapısal sorunların yeniden örgütlenmesi gerekmektedir. Öyle ki, ülkenin doğu ve güneydoğu yöreleri henüz aşiret- kabile kuruluşlarının egemen olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Ulus- Devlet, sosyolojik anlamda dil- kültür ve dinsel yaşantı açısından ortak bir paydada birleşmektir. Gökalp, buna: " Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak " tarzında bir yaklaşımda bulunuyordu. Yöntem Orhan Türkdoğan’ın eseri, bir biyografi yazısıdır. Ana karakter, Ziya Gökalp’tir. Tarihte yaşanan olaylar, Gökalp sosyolojisi ve bakış açısına göre incelenmiştir. Aynı zamanda örnek aldığı birçok ünlü düşünürlere yer verilmiştir. Yazarın, bazı yorumları da mevcuttur. Farklı dönemlerde, birçok farklı konuya değinilmiştir. Hepsi birbirini tamamlayıcı şekilde ilerlenmiştir. Detaylı bir yazı yöntemi kullanılmıştır. Hem tarihsel olaylar derinlemesine yazılmıştır hem de Gökalp’in düşüncelerine uzunca yer verilmiştir. Tarihsel olayların yanında, halkın düşünceleri üzerinden de sosyolojik tespitlere yer verilmiştir. Sıkça başlık ve alt başlıklara yer verilmiştir. Genel değerlendirme ve sonuç kısmı oluşturulmuştur. Birçok fotoğrafa yer verilmiştir. Gökalp’in torunu Sevinç Karacan ile yapılan bir söyleşi vardır. Kitabın, farklı bölümlerden oluşması, içeriği zenginleştirmiştir. Kaynaklar Eserin sonunda, kaynaklar sıralanmıştır. Son kısımda, Gökalp’in kızı Türkan Gökalp ve torunu Sevinç Karacan ile yapılan bir söyleşi vardır. Yerli ve yabancı birçok kitaptan, Gökalp’in hayatı ve düşünce yapısı hakkında bilgiler toplamıştır. Bunlardan yola çıkan yazar bir biyografi kitabı oluşturmuştur.
Ziya Gökalp ve Sosyolojik Düşünce Sistemi
Ziya Gökalp ve Sosyolojik Düşünce SistemiOrhan Türkdoğan · Çizgi Kitabevi · 20155 okunma
·
201 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.