Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

228 syf.
8/10 puan verdi
Nobel Ödülü sahibi Herta Müller’in dilimize sadece dört kitabının çevrilmesi çok büyük bir talihsizlik. Üstelik bu kitaplardan sadece ikisinin baskısının olması da bir o kadar üzücü. Müller yeni bir kitabının çevrilmesini merakla beklediğim yazarların en başında geliyor. Yazar genellikle Çavuşesku rejimi altındaki Romanya hakkında yazıyor. Çevrilen tüm kitaplarında ana tema budur. Romanlarında sürekli depresif ve Kafkavari bir atmosfer tasvir edilir Bu roman da Çavuşesku rejimini eleştiren romanları arasında üçlemenin bir parçasıdır. Bu üçlemenin diğer kitapları “
Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım
Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım
” ve henüz dilimize çevrilmemiş “Herztier” kitabıdır. Kitap 30 kadar hikâyeden oluşuyor, ancak kitap bir hikâye kitabı değil. Kitabın biçim yönünden biraz farklı olduğunu kabul etmek gerekir çünkü anlatım tekniği daha çok bir senaryonu andırıyor. Kitaptaki anlatımı daha iyi göstermek adına kısa bir paragraf yazayım: “Bir gölge bir kadının arkasında yürüyor, kadın ufak tefek ve çarpık çurpuk, gölge arasındaki uzaklığı koruyor. Kadın otların üzerinden yürüyor ve apartmanın yanındaki bir banka oturuyor. Kadın oturuyor, gölge ayakta kalıyor.” Hikâyedeki geri dönüşler ve bilinç akışı tekniği kafaları biraz karıştırıyor diyebilirim. Yazar genelde kısa cümleler kullanmış ve bu cümleler sanki bir drama oyuncusuna emreder nitelikte. Hikâyelerin çoğunda ortak nokta Çavuşesku rejimidir. Kitabın geneline yayılmış ya da bahsettiğim hikâyelerde işlenen temalar olarak şunları sıralayabilirim: eğitim sorunları (öğrencilerin işçi olarak çalıştırılması) aile içi sorunlar (yalan, alkol, aldatma) ekonomik sorunlar (geçim sıkıntısı, parasızlık) çevresel sorunlar (pis sokaklar, çalışma şartları) cinsel sorunlar (taciz, şehvet, sekse aşırı bir düşkünlük) siyasi sorunlar (rüşvet, yozlaşma) ve sağlık sorunları. Bu romanı da bizi Çavuşesku Romanyası’na götürüyor. Totaliter ve umutsuz bir kasaba, klostrofobik bir fabrika bizi bekliyor. Yazar okuruna Adina (öğretmen, kitabın kahraman figürü) Clara (fabrika işçisi) ve Paul’un(müzisyen) Çavuşesku rejiminin son aylarındaki yaşamlardan bir kesit sunuyor. Paul Clara’nın sevgilisidir ancak içlerinden biri gizli polis için çalışır ve grubun tüm eylemlerini rapor eder. Bu rejimi daha iyi tasvir etmek adına toplumun her kesiminden üyelerin yaşamlarına dokunuyor. Adina hasat zamanında öğrencilerin tarlalarda çalıştırılmasına karşı çıkınca önce okul müdür ardından da gizli polis tarafından tehdit edilir. Bir gün Adrina eve döndüğünde sevdiği tilki postunun kuyruğunun kesildiğini görür, sonraki gün arka ayaklarının ve her seferinde postun bir kısmını kesildiğine şahit olur. Tilki postu burada bir tehlike sembolüdür. Postun zarar gördüğü gibi kendisinin de zarar göreceğine inanır. Polisin kendisini takip ettiğini düşünür. Böylece polis ile Adina arasında bir kedi fare oyunu başlar. Adina polisin kara listesine girmiştir. Adiana her daim takip edildiğini hisseder, özel hayat diye bir şey de kalmamıştır. Zaten bundan sonra Adina’nın başına gelenleri bu dikta rejimi altında yaşamış tüm insanlar için genelleyebiliriz. Burada amaç psikolojik bir baskı oluşturarak, devlet rejimine karşı gelen kişileri intihara sürüklemek ya da onların ülkeyi terk etmesini sağlamaktır. Bu kişiler sürekli bir gözetleme altındadırlar ve her yerde takip edilirler. Zaten diğer romanlarda da gördüğümüz gibi ülkeyi terk etmeye çalışanlar ya Tuna nehrinde boğulur ya da sınır muhafızları tarafından vurularak öldürülür. Hikâye devam ettikçe suçlu ile işbirlikçileri birbirinden ayırmak da zorlaşıyor. Baskı ve yozlaşma o kadar iç içe geçmiş durumdadır ki kimin avcı kimin av konumunda olduğunu kestirmek imkânsız hale geliyor. Totaliter rejim altında insanların yozlaşmış vicdanlarının geniş bir perspektifini görüyoruz böylece. Olayların ciddiyetini daha iyi anlamak adına kitapta adı geçen gizli polis Securitate’dan biraz bahsetmekte yarar var. Bu gizli servis Çavuşesku zamanında Doğu Bloku’nun en büyük polis güçlerinden biriydi. Bu serviste 10 binden fazla ajan ve sayıları yarım milyonu bulan muhbirler bulunuyordu. Böyle baskıcı bir rejim altında insanların psikolojilerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Burada aklımıza hemen Nazi Almanyası da gelebilir, çünkü insanların birbirlerini gözetlediği ve fişlediği bir toplumda sağlıklı bir aile yapısından bahsetmek zordur. Zaten yazarın kitaplarına baktığımızda kaybolmaya yüz tutmuş bir aile yapısı hemen göze çarpar. Aileler genelde mutsuzdurlar, insanlar savaş ve yoksulluk altında ezilirler. Üzüntü, acı, ölüm ve yakalanma korkusu hiç eksik olmaz, ahlaki değerler çözülmüş, insanlar tek teselliyi alkolde aramaya başlamıştır. Alkolizm yazarın kitaplarında başlı başına ulusal bir sorundur. Öyle ki o dönemde Romenlerin neredeyse dörtte üçünün alkol bağımlısı olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Yazar bu motifi romanlarında defalarca kullanmıştır. Neticede yazarın diğer kitaplarından çok farklı olmayan bir kitapla karşı karşıya olsak da bu kitabı da bence bir alkışı hak ediyor. Yazar, gizli polisin bir ulus hapishanesi yarattığını Komünist Romanyası’nına tüm çıplaklığıyla ve cüretkârlığıyla ışık tutuyor.
Tilki Daha O Zaman Avcıydı
Tilki Daha O Zaman AvcıydıHerta Müller · Telos Yayıncılık · 200033 okunma
·
351 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık...
N okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 🙏
Merve okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık Necmettin Bey. Bir noktada emin olamadım. İncelemenizi okuyunca, okunmaya değer bir eser izlenimi bıraktı fakat verdiğiniz puan bana düşük geldi. Beğenmediğiniz kısımları nelerdi acaba?
N okurunun profil resmi
Kitabı uzun süre önce okumuştum, o zamanki puanlama kriterim kitabın değeriyle pek alâkalı değildi, puanı güncelledim 😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.