Gönderi

520 syf.
·
Puan vermedi
·
12 günde okudu
Martin Eden
Büyük pencereden baktığımızda görüyoruz ki Jack London'ın bir derdi var. Yaşadığı çağın sorunlarını dibine kadar yaşayan ve bu sorunları kendine dert edinen bir yazar. Biraz da kavgacı. Kavgası olan yazarları severim. Kavgalarını kendi üsluplarında anlatanları daha da severim. London'ın romanlarında gördüğümüz kahramanların otobiyografik özellikler göstermesi tesadüfi değil. Belli bir ideolojiye sahip yazarımız, görüşlerini eserleri aracılığıyla ortaya koymaktan çekinmiyor. Bu yüzden kahramanlarını da hep bir şekilde, inançları doğrultusunda hareket eden, inatçı kişiler olarak yaratıyor. Kurgu bakımından Ademden Önce, Demir Ökçe, Yıldız Gezgini romanlarından daha basit tutulmuş fakat etkileyiciliğinden hiçbir şey yitirmemiş bir yapıt. Anlatımı, konusu, konunun işlenişi bakımından akıp giden, duygularımızı harekete geçiren, bizi içine çeken Martin Eden, yalın olanın başarısına iyi bir örnek. Öyle çok okudum ki bu romanı.. Öğrencilerimin okuma listesine koyduğum her sene, onlarla inceleme fırsatı buldukça farklı açılardan yaklaştım kahramana. Martin'in derdi aşk değil. Bu roman da çoğu insanın söylediğinin aksine bir aşk romanı değil.. Aşk, Martin'in kendi serüvenine çıkmasında ve sonunda kendini bulmasında bir aracı sadece. İtici güç belki de. Romanın başından sonuna kadar bir evriliş mücadelesi görüyoruz. Bu mücadelenin fitilini, proleterler ile burjuvazi arasında aslında kapanabilecek bir açıklık olduğunu fark eden Martin'in tutkulu çalışması ateşliyor. Martin 'yukarıdakilerin dünyası'na tırmanışa başlıyor. Bu tırmanış, içinde pek çok düşüşü, azmi, hayal kırıklığını, inancı barındırıyor. Sistemsiz, büyük bir açlıkla içine girdiği öğrenme serüveni, zamanla, kendi üstün çabasıyla oldukça sistemli bir hal alıyor. Bilgi karşısında acziyet kabul etmiyor. Her bilgi ona yeni bir dünya sunuyor. İnsanda hırs olacaksa eğer bu, Martin'de gördüğümüz 'öğrenme' hırsı olmalı. Dayanaksız bir hırs değil, temelini inançtan alandan bahsediyorum. Retlerle dolu bir yaşamda gelen kabullere, kendisi dışında kimsenin itimat etmediği bir inançtan.. Bu noktada Martin nezdinde irdelediğimiz başka bir kavram açığa çıkıyor: Riya. Okudukça riyanın çarpıcı görüntüsüne tanık oluyoruz. Can yakan tasvirine. Hepimizin bir yerlerde, zaman zaman denk geldiği ve bazen bizzat kaynağı kendimiz olan riyakarlıklarımızdan farksız olmayan türden. "Kıymetini bilemedik." deriz ya.. Peki ne oldu da bilemediğimiz kıymeti bildik? Bu bilmeme ve bilme arasında geçen zamanda ne yaşadık ve ne yaşattık karşımızdakine? Telafisi olmayan şeylerin mümkünsüzlüğü bizi kendimize getirir mi? Sonraki yaşantılarımız için rota belirler mi gelecek günlerimize? Böylesi riyakarlığa katlanıp katlanmamak ise bireyin içine düştüğü bir dilemma.. Katlanmalı mı? Katlanmamalı mı? Romanın aklıma düşürdüğü bir başka soru da şu olmuştur hep: Yalnız insanlar neden yalnız? Bu yalnızlık, iliğine kadar hissedilen yalnızlık. Her koşulda, her an hissedilen gerçek yalnızlık. Martin'in yalnızlığından. İnsan nasıl bu kadar yalnız olur? London'ın romanında bunun bir sebebi var. Sosyalist damgası yemekten hiç hoşlanmayan Martin Eden için ideolojik tercihin kaçınılmaz sonunu gözler önüne sermeye çalışıyor. Ancak bunun okurlar tarafından çok da anlaşılamamış olmasına şaşıyor. Her şey çok açık. Her tercih bir vazgeçiştir. Ve biz romanı okuyanlar, Martin'in neyden vazgeçtiğini çok iyi biliyoruz. Peki bu vazgeçişe değdi mi?
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202393,3bin okunma
·
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.