Gönderi

320 syf.
·
Puan vermedi
"Bazen sular çağırır insanı, bazen güneş... Bazen yaprak, bazen dal. Dağlar bazen, bazen tarih çağırır. Yalnızlığa gidilecek gündür bazen, bazen çokluğa... Tutar kolundan eski bir şehir çağırır kimi zaman da, eski bir şehre düşer yaşamın izi. Ah edip aman edip kendine firar edip o şehre gidesin gelir, bir bilet ayırtırsın yevmiyelerinden, yolların peşinden gidersin, yol senin peşinden gelir... Dostlarını alırsın yanına; sevdiklerini. Çünkü yol yârensiz olmaz, çoğalmaz bölüşmedikçe; içini ısırır karıncalar, gözlerine çöker dehlizi..." Böyle başlamak istedim bu defa... Sımsıcak satırlarla bezeli bir paragrafla. Aynur Uluç'un güleryüzünün yazıya dökülmüş haliyle, yaşamının izdüşümüyle. Az da olsa tanıdım kendisini. Son 5 yılda hayatıma girmiş güzel ve özel insanlardan biri sadece Eczacı, sanatçı (şair, yazar...), hangi birini yazayım: o kadar çok yönlü kiReçete edilmiş majistral ilaçlarıyla dokunduğu bedenlere şifa dağıtıyor; yazdıklarıyla, ürettikleriyle de zihinlere...❤ Gecikmeli de olsun okudum nihayet, Aynur Uluç'un adıma imzalı kitabını. Okudum az kalır, yuttum adeta 357 sayfayı. Batı'dan Doğu'ya başlayan yolculuğun tutulma haliyle hemhal oldum. Nereleri gezmedim ki... Kimlerle tanışmadım ki... Hangi sevince, hangi üzüntüye ortak olmadım ki... Zonguldak'ta 700 metre yerin altında maden ocağına mı inmedim, Tahir Elçi'nin vurulduğu 4 Ayaklı Minare'yi hüzünle mi gezmedim; Sinop Cezaevi'nde Aldırma Gönül şarkısını mırıldanırken, Hemşin'de, dağların doruklarında Özgür Aksın Dereler'i mi haykırmadım; Palamutbükü'ndeki kadınlarla denize ağ atarken, Karadeniz'in bir köyünde koleti mi yemedim; Deniz suyuna karıştırılmış şarabı yudumlarken, yağmurun altında çay kesen kadınların yorgun bedenleriyle, kuzinenin başında oturup demli bir çay mı içmedim; terminalin birinde yaşlı bir teyzenin askerden gelmemiş oğlunu "Terlik alacaktı bana. Askerden dönüşte getirecekti" umuduyla bitmeyen bekleyişine ağlarken, yazarımızın kilolu bir teyzeyle otobüs seyahatine kahkahalarla mı gülmedim... Karadeniz'in yaylalarındaki kamer çiçekleri içimizi ısıtırken, adeta biz de yazarımız gibi "yeşile tutuluyoruz". Ancak, dereleri kurutan hidroelektrik santrallerini, kurulan şantiye alanlarını, kamyonların toza dumana belediği çiçekleri böcekleri görünce de insanlığımızı sorguluyoruz. Hele ki, satır aralarında şairlere, yazarlara gönderilen selamlar... Kimler yok ki: Melih Cevdet Anday, Şükrü Erbaş, Gülten Akın, Nâzım Hikmet, Edip Cansever, John Berger, Bertolt Brecth... Ne tat anlatamam. Gezdiği gördüğü her yerde bize "doğaya ait canlılar" olduğumuzu anımsatıyor Uluç...Tarihe ışık tutacak hamamların, camiilerin, kiliselerin zenginliklerini sunarken gerçek halleriyle; sürgün halkların, boşaltılan köylerin, dillerini konuşamayan ulusların kaderine ortak ediyor Mardin'in yıldızlı gecelerinde. Hevsel Bahçeleri'nde gezinirken, İbrahim Kaypakkaya'ya yazdığı Reşat Somuk'un şiiri dökülüyor dizelere: "Boynu büküktü gülleri Hevsel'in/Solgundu yüzü, kısıktı avazı bülbüllerin/Baykuşlar ölümü öter olmuştu bedenlerinde/Bir yiğit düşerken toprağına Diyarbekir'in..." Sevincini, hüznünü, öfkesini haykırmış bu kitabında Uluç. Ben de onun sevinciyle sevindim, hüznüyle hüzünlendim , öfkesiyle öfkelendim... Her şey fazlasıyla insana dairdi... Sağ olasın Aynur Uluç... Yüreğin dert görmesin❤❤❤
Az Gittim Çok Döndüm
Az Gittim Çok DöndümAynur Uluç · Kibele Yayınları · 20133 okunma
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.