Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HOCASI TARAFINDAN AZARLANAN PADİŞAH
Osmanlı insanı ne kadar varlıklı olursa olsun, gösteri, gösteriş ve israf sayılabilecek davranışlardan kaçınırdı... İhtiyaçtan fazla tüketmeyi yalnızca israf saymaz, aynı zamanda fakirin hakkına tecavüz de sayar, kul hakkı oluşturduğuna inanırdı. Hayat bu hassasiyetle çerçevelenmiş, hassasiyet padişahları da kuşatmıştı. 1453 yılı Ramazanı... Fetih tamamlanmış, yirmi bir yaşında bir genç, zamanın askeri teknolojisi yetersiz kaldığı için dünyanın alınamaz dediği Doğu Roma’yı almıştır. Gencecik padişah, feth-i mübine en az kendisi kadar yürek lerini ve desteklerini koyan hocalarına, vezirlerine, komutanlarına bir iftar vermek istiyor... Bu iş için padişahın talimatıyla Vlakerna Sarayı (Bizans imparatorluk Sarayı) kullanılacak ve Bizans Sarayı'nda bulunan altın sofra takımları kullanılacaktır... Fatih Sultan Mehmed'in niyeti, kendisini yetiştiren hocalarına gösteriş yapmak değil, onlara verdiği değeri göstermektir... Akşama doğru konuklar geliyor. Bizzat Padişah tarafından karşılanan hocalar, Bizans Sarayı'nın taht odasına alınıyorlar... Kısa bir sohbetten sonra da sofra odasına geçiliyor. Sofrayı görür görmez, Molla Gürani tuhaflaşıyor. Bakınıyor. Gözleri Ak Şemseddin'le karşılaşınca, başını hafifçe iki yana sallayıp memnuniyetsizliğini belirtiyor... Ak Hoca da hafif tebessüm ederek, Molla'yı onaylıyor... İki derya, boşlukta buluşmuş, kimseye fark ettirmeden bakışlarla anlaşmıştır: Öğrenciye (Fatih'e) bir ders daha verilecektir... Şimdilik hiçbir şey söylemeden altın sininin önüne bağdaş kuruyorlar. Bir tarafta Molla Hüsrev, Molla Zeyrek, bir tarafta Ak Şemseddin; sadrazam, vezirler, komutanlar, yüksek düzeyli memurlar, vesaire... O an dua ânıdır. Herkes münacatını mırıltılara gömüp Allah'a ulaştırıyor. Nihayet ezan... Gözler Molla Gürani’de... Çünkü sofradaki en yaşlı davetli odur ve bu itibarla yemeğe önce onun başlaması gerekmektedir; aksi takdirde kimse sofraya uzanmaz... Osmanlı âdâbı tüm hayatla birlikte sofraya da saygı, sevgi ve nezaket kuralları getirmiştir. Fakat Molla Gürani, kıpırtısız oturmakta, zikrini mırıldanıp tespih şakırdatmaktadır... Beş dakika böyle geçiyor... Padişah, sofradakilerin en gencidir ve çok acıkmıştır. Önce sabırsızlıkla kımıldıyor. İftar ezanı verildiği halde beklenmesini anlamsız buluyor. Bakınıyor. Nihayet dayanamıyor: “Iftar okundu elhamdulillah!” diyor, orta yere. Molla Gürani o zamana kadar sanki bunu bekliyor. Hışımla Padişah'a dönüp azarlar gibi konuşuyor: “Ümmete haram olan Mehmed'e ne zaman helâl oldu? Sen kime benzemek istiyorsun? Eğer Peygamber'i Zişan'a benzemek istiyorsan, bil ki, O'nun en iyi yemeği birkaç hurmadan ibaretti, hal-ı hayatında altın yemek takımı görmemişti. Ona değil de, Bizans imparatorlarına benzemeye çalışıyorsan, bil ki, Bizans'ı bu gösteri ve gösteriş merakı batırdı. Geleneksel kaplarımız neyine yetmemiş ki, altın tabaklar, taslar, kaşıklar çıkarmışsın?” Padişah ağlamaklı olmuştur. Yine de halis niyetini izaha kalkışmıyor. Sadece sofracılara dönüp beklenen talimatı veriyor: “Kaldırın!" Altın sini, üzerindeki altın taslarla, tabaklarla, kaşıklarla birlikte kalkıyor. Yerine geleneksel toprak ve porselen çanaklar, tahta kaşıklar geliyor. Molla Gürani ancak ondan sonra, besmele eşliğinde iftarını açıyor.. Hoca ile talebesinin arasındaki ilişki böyle bir ilişkidir işte. Hoca her fırsatta eğitimine devam etmiştir.
Sayfa 151Kitabı okudu
··
413 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.