Gönderi

Kanatlar
Akşamüstü, serin, işten çıktıktan sonra bazı bazı bir acaba ne yapsam hali çöker ya üzerinize, her gün aynıymış gibi gelir, öyle. Takıldığımız meyhanenin yerine lahmacuncu açtılar. En kötü oturuyor iki çift lafın belini kırıyorduk. Yorgunluğa iyi geliyordu. Tüm masalar da tanıdık olunca… Atlasam deniz kenarı bir kahvede çay içsem? On beş dakikalık yol ama zor geliyor, kalabalık. Cuma günleri İstanbul Trakya’ya, Saroz’a akıyor. Enstrümanlarını satıp başka işler yapmaya başlamış müzisyenler, ne yapsın adamlar? Geçim! Bir iç geçiriyor yanlış döneme denk geldik diye geçiriyorum içimden, kısa çöpü çekmek gibi bir şey! Üzerimi değiştiriyor çıkıyorum evden, mahallede yürümeye başlıyorum. Alışverişe çıkmış kendi halinde, kendi dünyasında insanlar, tozlu, naftalinli bir panayır rüzgarı estiriyor içimde. Köşeyi dönünce güneşli başka bir zamana açılan aralıktan geçecekmişim gibi hissediyorum! Renkli çadırlar, halkacılar, çevirmeciler, plastik su tabancaları, telli arabalar. Basketbol sahası, park kalabalık. Gençler ağaçların altına, yeşil çimenlerin üzerine yayılmış, şakalaşıp gülüyorlar. Kuytuda bir banka ilişiyor, çoraplarımı, ayakkabılarımı çıkarıyorum, yüklendiğim elektriği toprağa boşaltıyorum kim sorarsa! Ya okuduğum kitaplardan ya izlediğim meditasyon videolarından aklımda kaldı sanırım; “şimdi ayaklarınızın altından kökler çıktığını düşünün, kökler büyüyor büyüyor…” Dünya mutsuz ve zengin insanları seviyor, el üstünde tutuyor. Ücreti karşılığında mutlu olmayı öğretmeye gönüllü birileri hep var. “Burnumuzdan deriiin bir nefes alıp tutuyor yavaşça bırakıyoruz!” Apartmanların arasına sıkışmış kavaklık var ileride. Çok eskiden küçük bir göl de vardı diye hatırlıyorum. Küçük adımlarla yürüyen, eşofmanlarını giymiş yaşlı çiftle selamlaşıyoruz. Teyze çıplak ayaklarımı işaret ediyor “köpekler işiyor oralara” Ne yapacağız şimdi! Uyarıyı ciddiye almış görünüyor, ayakkabılarımı giyermiş gibi yapıyor, gülümsüyorum. Ne çektiğimi ben bilirim der gibi bakıyor amca. Kanat seslerinin ardından güvercinler konuyor. İki dünyanın arasına sıkışmışlar da olup bitene aldırmıyorlarmış gibi. Ürkmekten sıkılmış ne olursa olsun rahatlığı çökmüş üzerlerine. Ulu ağaçların en yükseklerindeki ince dallarından yukarıdan izlemek varken, gözleri yerde sürekli aranıyorlar. Kuş da olsan, insan da olsan arıyorsun! Ya aranacak bir şey kalmamışsa? Senden önce bulanlar olmuştur mutlaka, o da götürmüş dipsiz bir kuyuya atmıştır. Ararız ararız da aradığımızın bizi aradığı aklımıza gelmez hiç! E bu bulamayış neden o zaman? Kemal Tahir’di sanırım sokak kedilerine benzetmişti güvercinleri. Bunlar da öyle, unuttukları kanatları var halbuki. Mevsimlerden yaz, terli bir gecede balık lokantasının loş sundurmasında oturuyor, anason kokan cümleler kuruyoruz. Bazı bazı uzakta silueti görünen adaya bakıyor, dillendirmeden adada yaşamayı düşlüyorum. Şişenin bitmesine az kalmış besbelli, vakit o vakit. Tedirginliğe biraz da korkuya benzer, hay Allah daha önce hiç aklıma gelmemişti hali çöküyor üzerime. Ya adada yaşamayı düşlerken, adanın kendisi olduysak? Denizin ortasında etrafı sularla çevrilmiş kaya parçası! “Şüpheleri varsa bir insanın düşünceli olur, dalıp dalıp gitmesi bundandır. Şüphe korkuya dönüşür, korku yerinde kıskançlığa.” Bakıp kalmıştım, söyleyene yakıştıramamıştım cümlenin ağırlığını. “Şüpheleriyle yüzleşsin o zaman. Düşün düşün nereye kadar?” demiştim. Yüzleşmekten zoru yokmuş… Sis dağılınca, öğrenince bir tepki vermesi gerekir insanın. Bitirmek gerekebilir, kapıyı çekip gitmek, adım atmak, başlamak. Alışkanlıklar rahatlığa dönüştüyse, başlamak? O yüzden görmezden gelinir. O yüzden kulak arkası edilir. Biri uzun biri kısa boylu iki kadın yaklaşıyor, kısa boylu şişmanca olan kısık sesle konuştuğu için yanımdan geçerlerken anlattıklarını duyamıyorum fakat yüz ifadesinden tahmin edebiliyorum! Günün birinde tesadüfen bir kadınla tanışırsınız ve kadın kendi mutsuzluğunu size bulaştırıp gider. Günün birinde tesadüfen bir adamla tanışırsınız ve adam kendi mutsuzluğunu size bulaştırıp gider! Akıllı, normal görünürler. Anlattıkları kendi doğruları size de mantıklıymış gibi gelir, üstelik ne çok şey biliyorlardır. Sizin o zamana kadar haberinizin bile olmadığı konulara ne çok kafa patlatmışlardır! O şaşkınlık haliyle hayret edersiniz. “Bu yaşına kadar boş işlerle uğraşmışsın” derler, kendi zevkleriyle yoğurdukları doluları anlatırlar. Haklı diye geçirirsiniz içinizden, bir bakarsınız o neşeli halinizden eser kalmamış! Gülümsemediğinizi, eskisi gibi kahkaha atmadığınızı fark edersiniz bir süre sonra, zehirlenmişsinizdir ve mutsuzsunuzdur. En güzel kitap sizin seçtiğiniz kitaptır. En iyi yazar sizin okumayı sevdiğiniz. En güzel şiir ezberlediğinizdir. En güzel elbise kendinize yakıştırdığınız. En güzel hayat sizin yaşadığınızdır… İnsanlar kitaplarda okuduklarını anlatır durur. Okumayı biliyorsanız dinlemenize gerek var mı? Cahil olmakla, cahil kalmakla suçlanabilirsiniz fakat mutluysanız? Kendimizi biliriz. Tırnağımızdan saç diplerimize kadar. O yüzden kendimizden başka kimse su serpemez yüreğimize. Görmek istediğimizi görür, duymak istediğimizi duyarız. Farklı tuttuklarımıza ayrıcalıklı davranır, kusurlarını görmezden gelir, yerine bahaneler uydururuz. İşleri çoktur, öyle demek istememiştir, iyi biridir aslında! Gerçeği kabullenmenin bilgeliğine sığınmak varken, gerek var mı bunlara? Ya aradığımız da bizi arıyorsa diye mırıldanıyorum ayakkabılarımı giyerken ya adanın kendisi olduysak? Kanatları akıllarına geliyor güvercinlerin, uçuyorlar…. 6 Haziran 2021 Ali GÜLCÜ
·
127 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.