Gönderi

264 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
İSLAM’IN BUGÜNKÜ MESELELERİ -Kitap Tanıtımı- İsmet ÇİFTÇİ KÜNYE BİLGİSİ: Güngör: E. (2020).İslam’ın Bugünkü Meseleleri(1. Baskı). İstanbul Yer-SuYayınları. Erol Güngör’ün ‘’İslam’ın Bugünkü Meseleleri’’ isimli eseri ilk defa 1981 yılında yayımlanmıştır. Güngör’ün farklı yıllarda, değişik yayınevleri tarafından basılan eserlerinde takip edilen imla; kelimelerin yazılışı, kısaltmalar, noktalama işaretleri arasında farklılıklar vardır. Bu sebeple bu yayımda farklı eserlerde aynı yazılan kelimeler olduğu gibi kullanılmış, farklı imla kullanılan kelimeler, işaretler, kısaltmalar Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuz’undaki kurallar dikkate alınarak bu eser hazırlanmıştır. Yazar’ın eşi Prof. Dr. Şeyma Güngör tarafından bu esere ‘’sunuş, kısaltmalar ve işaretler, bibliyografya ve indeks eklenmiştir. İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Hicret’in on beşinci yüzyılına giriş senesinde yayınlanmak üzere kaleme alınan, İslam’ın bugünkü bazı meselelerini, siyasi konulara girmeden ele alan ancak ihtiyaç olan noktalarda eskiye ait bazı bilgi ve müşahedeleri de nakleden denemelerden meydana gelmiştir. Müslümanların şuurlu bir nesille, fikir sanat alanında yoğun gayretler sarf ederek yeni bir medeniyet kurup varlığını koruması ve yüceltmesinin gerekli olduğunu vurgular. Yine bu eserde İslam’ın potansiyelinin nasıl yükselebileceğini ortaya koymuştur. İslam’ın, batının ve modernitenin salvolarına karşılık vererek yeniden tarih sahnesine çıkabileceğini işlemektedir. Kitap gayet sade ve akıcı bir dille kaleme alınmıştır. İlk baskı tarihi 1981 yılı olmasına rağmen, kitapta bahsedilen meseleler günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Kitap, içinde çeşitli alt başlıkların bulunduğu, Yeni Bir Dünya, Zihnin ve Hayatın Düzeni, Bocalamalar, Allah’ın İpine Sarılmak, Geçmişin ve Geleceğin Kurucuları ve İslam Düşüncesinde İki Örnek olmak üzere 6 ana bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm (Yeni Bir Dünya) Bu bölümde yazar ‘’İslam’ın uyanışı’’ alt başlığı altında bu zamana kadar, Batılı modellere karşı bir itiraz edilmediğini, bu modelin İslam’a uygun düştüğünü söyleyerek kendi benliklerini korumaya çalışan Müslümanlardan bahsetmektedir. Silkelenme sonucunda Müslümanların bugün Batının sistemlerinden, kendi sisteminin daha üstün olduğunu iddia edebildiğinden bahseder. İslam ülkelerinin kendi kaderlerini kendi medeniyetinin temeli üzerine bina edebileceği şuurunun oluşmaya başladığına değinmiştir. Yazar burada İslami uyanışın ilk olarak İslam ülkelerinde ortaya çıkan petrollerle birlikte filizlendiğini söylemektedir. Daha sonra Batının İslam’a alternatif diye gösterdiği sistemin iflasıyla İslam’a bir dönüşün ortaya çıktığını vurgulamıştır. İslam’ın temellerine dönme hareketinin milli hudutları aşan, çok merkezli ve devamlı olan bir hadise olduğunu dile getirir. Batılı eğitim sistemi sonucunda gelenekselci din anlayışında değişikliğin olduğunu vurgular. Fakat Batılıların batılılaştırma amaçlarının aksine, İslam ülkelerinde eski gücü olmayan esnaf, sanatkâr, fakir köylü zümreler Batılı eğitimle birlikte tahsilin yaygınlaşmasıyla çocuklarını okutma fırsatı bulmuştur. Bunun sonucunda İslam ideolojisini bir siyasi ve sosyal hareket olarak organize edilebilecek kalitede insanlar yetiştiğinden bahsetmektedir. Güngör batılılaşma hareketinin lüks, sefahet, gösteriş, cinsi laubalilik, halkı hor görme manasına geldiği vurgulamıştır. Batılaşan ülkelerde rejimin nimetlerinden faydalanan bir kozmopolit üst tabakanın oluştuğunu, batılılaşma sonucunda sadece bu tabakanın refah ve saadet içinde olduğunu bu refahın halkta gerçekleşmediğini dile getirmektedir. Dolayısıyla batılılaşmayla birlikte toplumun geneline yayılan bir kalkınmadan söz edilemeyeceğini ifade etmiştir. Yine bu bölümde Güngör İslam’a Batının peşin hükümlü bakış açısının olduğunu, İslamiyet’in dünya çapında bir huzur ve eşitlik davasının olduğunu tüm dünyaya göstermemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Yazar ‘’Uyku ile Uyanıklık arasındaki’’ bölümde İslam’ın bugünkü uyanışından söz ettiğimizden onun yakın zamana kadar bir uykuda olduğunu kabul etmek durumunda olduğumuzdan bahsetmektedir. Eğer geçmiş devirlerde ülkeyi yöneten yöneticilerin İslam’ın emir ve yasaklarına uyup toplumun İslam kardeşliği adı altında birleştirebilselerdi bu denli bir geri kalmışlığın olmayacağını belirtmiştir. Siyasi ve sosyal geri kalmışlığın sebebini bütünüyle İslam’dan uzaklaşmaya da bağlamamaktadır. Geri kalmışlığın birçok sebebinin olduğunu ifade eder. Türkiye de inkılapçı çevrelerin, medresenin ve sufi tarikatlerin memleketi gerileten müessese olarak gördüğünü ifade eder. Yine bu bölümde ‘’sünni Müslümanlık, sûfîlik, İslam tasavvuf hareketi’’ gibi tabirleri açıklayarak bu konular üzerinde yorumda bulunmuştur. Medrese doktrini ile sûfîlik anlayışı arasındaki farklara değinir. Yine sufilikte ahirete aşırı meyletme sonucu dünya hayatından kaçışı, Müslümanların geri kalmışlığına neden olan sebepler arasında göstermektedir. Buna karşılık devamında geri kalmışlığın topyekün buna dayanmadığını ifade etmektedir. Yine bu bölümde medresenin İslam medeniyetinin yücelmesi ve düşmesindeki rolü üzerinde mütalada bulunmaktadır. Medrese eğitimin iyi yönlerine değindiği gibi muhtevasında yer alan bir takım problem olarak gördüğü konulara da değinmiştir. Güngör ‘’Avrupa Hıristiyanlık ve İslam’’ bölümünde medeniyetten bahsetmektedir. Medeniyetinde doğduğunu öldüğünü ifade ederek bir medeniyeti ancak dini bir mayanın canlı tutabileceğini dolayısıyla dini bir maya olmadığında medeniyetin ayakta kalamayacağını vurgulamıştır. Yazar son zamanlarda batı medeniyeti ve onun yerli modellerine karşı tam bir alternatif oluşturduğundan bahsetmektedir. Batılılaşma esasına dayanan yeniliklerin hiçbirisinin İslam ülkelerinde başarılı olamadığını değinmiştir. Dinin yerine hiçbir sistemin geçemeyeceğini, bugüne kadarki tecrübelerden hareketle dinin ancak başka bir dinle yer değiştirebileceğini ifade etmekte, insanı dünyadaki yalnızlığından kurtaracak, hayatının mahiyetini hikmetini anlamaya yarayacak yegane şeyin ne olduğunu vurgular. Batı da Hıristiyan Kilisesi'nin tahribata uğradığını dolayısıyla insanların manevi boşluğunu dolduramadığı ifade ederek insanların yeni arayışlar içerisine girdiğini söylemektedir. Bununla birlikte İslam'ın insanı maddi ve manevi olarak bütünüyle kavramaya çalışan bir sistem olduğunu ifade etmektedir. Güngör Hıristiyanlığın ‘’İsa'nın Hakkı İsa'ya Sezar'ın hakkı Sezar'a’’ denilerek din ve dünya hayatı olarak hayatı ikiye ayırdığından bahseder. ‘’Din hayatı ayrı dünya hayatı ayrıdır’’ sözünün Hıristiyanlık ta olmasına rağmen gerçekte Hıristiyanlıkta din hayatı ile dünya hayatının hiçbir zaman birbirinden ayrılmadığını vurgulamıştır. Güngör Batı medeniyetinin temel değerlerinden birinin eşitlik olarak bilindiğini fakat Hıristiyan dünyasının kendi cemiyetine eşitlikçi bir yapı kazandırabilmek için uzun süre mücadele verdiğini, çok kan döktüğünü dile getirmiştir. Yine bu bölümde yazar Roma'nın, Hıristiyanlığı meşru bir din olarak tanımak zorunda kaldığını anlatmaktadır. Hıristiyanlık tarihine bakıldığında Ortaçağ'da iktisadi hayatın kilisenin dışında düşünülemeyeceğini kendini tanrıya adayan manastırlarda inzivaya çekilen keşişlerin bile ziraat ticaret ve bankerlik ile uğraştığını yine Ortaçağ'da bütün ekili topraklarının üçte ikisinin kiliseye ait bulunduğunu dolayısıyla kilisenin bugün bile Avrupa'nın en büyük kapitalistlerinden birisi olduğunu dile getirmektedir. Yine Roma’daki kölelik sisteminin Kilise’nin kanadı altında devam ettiğini vurgular. Güngör, Luthercilik hareketini gerekse Kalvenizm’in Orta Çağ Avrupa’sı sosyal hiyerarşiye hiçbir farklı bakış açısı getirmediğini aksine geniş kitleler aleyhine aristokrasi hâkimiyetinin devamı için ilave destek sağladığını ortaya koymuştur. İkinci Bölüm (Zihnin ve Hayatın Düzeni) Güngör bu bölüme ilmin tarifi ile başlamaktadır. İlmin gözle görülen elle tutulan somut bir gerçek olmadığını dış dünyanın gerekleri konusunda apriori olarak ortaya atılmış olan neticeleri ancak dolaylı bir şekilde istiklal edilen bilgiler olduğunu ifade etmektedir. Batının ilmin ve teknolojinin gücünü daha fazla adam öldürmek için kullandığını dile getirir. Yine Batı medeniyetinin yüzyılımızın başından beri bir buhran içinde olduğunu hakikat anlayışını kaybettiğini dile getirerek, batı medeniyetinin nazarı ilme dayanak olan vasıtasız bilgiyi ihmal ettiğini belirtmiştir. Yine bu medeniyetin insanları makineleştiren teknoloji putuna esir olduğunu ifade etmiştir. Teknolojinin ortadan kaldırılmasının söz konusu olamayacağına göre bugün modern teknoloji ile birlikte birbirine uyumlu değerler sisteminin oluşturulmasının bir zaruret olduğunu ifade etmiştir. Bugün ‘’İslam’ın makineleşmeye karşı getireceği çare teknolojiyi reddetmek değil, onu daha yüksek bir değer sisteminin emrine vermek olmalıdır’’ demektedir. Yazar günümüzde İslam dünyasının çoğu ülkelerinde Avrupa kanunlarının uygulandığından yakınmaktadır. İslam dünyasının en önemli meselelerinden birisini hem İslam'a hem de modern hayata uygun bir hukuk sisteminin kurulması meselesi olduğunu dile getirmektedir. İslam hukukunun gelişmesini sosyal tarif açısından gözden geçirmemiz gerektiğini ifade ederek İslam hukukunun nasıl oluştuğunu açıklanmıştır. Yazar İslam hukukunun niçin geri kaldığı konusunda birtakım görüşlerden bahsetmiştir. İslam hukukunun modern hayatın gereklerine uyum imkânlarından özü itibariyle mahrum olmadığını onun dayandığı Kur'an esaslarından hüküm çıkarmanın mümkün olduğunu belirtir. Batı hukuk sisteminin aksine Müslümanlar da hukuk ile ahlakın birbirinden ayrılabilecek şeyler olmadığını ifade eder. Yine İslam hukukunda laiklik prensibi ile çatışan bir durumun olmadığını dile getirmektedir. Yazar batıda sanat ve edebiyatın Hıristiyanlık dışında bir oluşum içerisinde olmadığını dolayısıyla sanat ve edebiyata Hıristiyanlık anlayışının yön verdiğini dile getirmektedir. Güngör, batı kültürü tesiri ile yazılan eserlerde ‘’ilerici ve modern’’ iki ana istikamet olduğundan bahseder. İslami edebiyat konusunda ise yazar ‘’İslamiyet'in kitaplarda okunan değil yaşanan bir hakikat olduğu ölçüde kıymet kazanacağından’’ bahsederek onu kendi hayatımızda görmemiz gerektiğini dile getirmiştir. Üçüncü Bölüm (Bocalamalar) Yazar, ‘’İslam milliyetçiliği ve sosyalizm’’ başlığı ile başlayan bu bölümün girişinde milliyetçilik hareketinden merkezi otorite ve iktisadî rejimden bahsetmektedir. Devamında devletler için milli bir iktisat politikasının olması gerektiğinde bahsetmiştir. Güngör liberalizm, kapitalizm, sosyalizm, sosyalizmi çeşitleri ve tatbikatı konularına bazı ülkelerde yer alan milliyetçilik ve sosyalizm düşüncesine değinmiştir. Bölümün sonuna doğru sosyalizmin Avrupa'daki sanayileşme olayının sebep olduğu hoşnutsuzlukları çare olmak üzere Avrupa'da geliştirilmiş bir doktrin olduğundan bahseder. İslam'la sosyalizm arasındaki münasebetin sadece Müslümanları meşgul eden bir konu olmadığına değinir. Sosyalizmin hemen sona erecek bir cereyan olmadığını, dolayısıyla sosyalizmin bir iktisadi tahlil metodu olarak her zaman karşımıza çıkacağını ifade etmektedir. Yine sosyalizmin asıl tehlikesinin iktisadi çıkmazlardan ziyade siyasi riskler taşıması olduğuna değinmektedir. Dördüncü Bölüm (Allah’ın İpine Sarılmak) Güngör İslam dünyasında milliyetçi meselesinin hem batılı devletlerin emperyalist baskılarının iyice şiddetlendiği bir zamanda hem batılıların sayesinde hem de onlara rağmen uyanmaya başladığından bahsetmektedir. Yine bu dönemde batı emperyalizmine karşı İslam Birliği politikasının da etkili bir şekilde yürütüldüğünde söz eder. Güngör İttihâd-ı İslam fikri üzerinde Namık Kemal'in ve Cemalettin Afgâni’nin görüşleri ekseninde bahsetmiştir. Cemalettin Afgani'nin, Batının İslam dünyasına karşı ezici üstünlüğüne ve siyasi iktisadi baskılarına karşı tek kurtuluş yollunun İslam ülkelerinin modernleşmesi olduğunu ifade ettiğini dile getirir. Yazar İslam dünyasında hilafet kavramı ve hilafet müessesesinin nasıl geliştiğini tarihi bir vaka olarak ana hatlarıyla aktarmaya çalışmıştır. Yine bu bölümde İslam doktrini bakımında halifelik müessesesinin ne olması gerektiği üzerinde fikir beyan etmektedir. Yine Sünni İslam doktrininde din işlerini idare eden ve sadece manevi otoritesi bulunan bir halifelik makamının mevcut olmadığını İslam dinine uygun vazife gören her devlet reisinin halife sayılabileceğini ifade eder. Güngör İslam medeniyetinin üç büyük unsuru olan Araplar Türkler ve İranlıların ortak bir medeniyetin ve inanç sisteminin içinde yaşamakla birlikte birbirinden ayırt edilebilen milletler halinde yaşadığından bahseder. Dolayısıyla milli hüviyetin varlığı ve devamı noktasında sosyolojik gerçeklere uygun düştüğü gibi İslam ile de herhangi bir uzlaşmazlık içinde olmadığını ifade eder. Geçen yüzyılda milliyetçilik cereyanları ile birlikte bunların karşısında ümmetçilik cereyanının da geliştiğini hatırlatır. Devamında ise Arap milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği konusundan bahseder. Türk milliyetçiliğinin aynı zamanda bir İslami hareket halinde geliştiğini dile getirir. Buna karşılık Arap milliyetçiliği içinde müşterek Arap dili etrafında doğan kültürü esas aldığı için Müslüman Arapların olduğu kadar Müslüman olmayanların da yer aldığına dikkat çeker. Güngör yine bu bölümde ‘’İslam Birliği’’ kavramı hakkında çok geniş izahlar yapmıştır. İslam devletleri arasında herhangi bir siyasi birliğin söz konusu olamayacağını dolayısıyla İslami gelişmenin milli çizgileri takip edeceğini ifade etmiştir. Fakat İslamiyet’in üniversal bir sistem olduğunu, aynı sisteme dahil olan ülkeler arasında önemli ölçüde dayanışma olması gerektiğini dile getirir. İslami uyanış olacaksa elbette bunun bir takım askeri siyasi neticelerin de düşünülmesi gerektiğini vurgular. Beşinci Bölüm (Geçmişin ve Geleceğin Kurucuları) Yazar ‘’aydınlar’’ alt başlığı altında İslam ülkelerinin çok sayıda yüksek seviyeli aydın, bilim ve sanat adamlarından mahrum bulunmasının ızdırabını çektiğine değinir. Ardından yazar medrese eğitimine değinerek Osmanlı İmparatorluğu'nda tahsilin esasının din eğitimi temeline dayanan medrese tarafından verildiğini ifade eder. Batılılaşma karşısında medrese eğitiminin önemini yitirdiği dile getirerek medrese aydınlarının, mektepli aydınlara karşı mevki ve nüfuslarını kaybettiğini ifade etmektedir. Güngör Batı medeniyetinin İslam'dan uzak ve yabancı olduğu gibi bugünkü aydınlarında İslam’ı tanımak anlamak noktasında İslam'da uzak ve yabancı olduklarını dile getirerek aydın eleştirisi yapmaktadır. Devamında Güngör Selefi anlayış hakkında geniş izah yaparak İbn-i Teymiyye'nin görüşlerinden kısaca bahsetmiştir. Müslüman aydınların kendi meselelerini bağımsız bir zihniyetle çözmeye çalışmak yerine batıdan öğrendikleriyle ele aldığını söylemektedir. Müslüman aydınların teklif ettikleri ve reform programlarının Müslüman kitlelerin duygularını rencide eder nitelikte olduğunu ifade eder. Buna bağlı olarak İslam'a yeni ve verimli bir yorum getirmekten ziyade İslam cemiyetini batıya benzetme gayreti içinde olduklarını söyleyerek eleştirilerde bulunmuştur. Günümüzde alışılmışın dışında ‘’eski yeni kavgası’’ başladığından bahseden yazar bu durumu alaylı- mektepli kavgası olarak açıklamaktadır. Bir tarafta eskiden sadece iktidar elitinin faydalandığı eğitim nimetinden istifade ederek çağımızın problemleri ile baş edebilecek şekilde yetişmiş bir din adamı kadrosu olduğunu öbür yanda durgun ve reaksiyoner bir din anlayışını temsil eden bir başka kadroda bahsetmektedir. Yazar kendisinin müdafaa ettiği şeyin bir zümre değil olmadığını bir prensip olduğunu, dinde otorite mevkilerine geçecek kimselerin bugünün meselelerini üstlenebilecek bir eğitimden geçmesi gerektiğini ifade eder. Gruplar meseleler tavsiyeler isimli bölümünde yazar 50 yıl öncesinin aydınının Batı medeniyetinin tek medeniyet olduğuna, onun dışında her şeyin cehalet ve hurafe eseri olduğuna inandığından bahseder. 50 yıl sonrasında ise İslam uyanışından söz ederek bizim bazı aydınlarımızın Batı medeniyetinin bizzat batılılar tarafından yapılan şiddetli tenkitleri sonunda kendimize müstakil bir hüviyet, bir şahsiyet aramamız gerektiğini düşünmeye başladığını vurgular. İslam ülkelerinde şimdilerde İslam ideolojisini temsil eden bir aydın kitlesinin yetiştiğini ifade etmektedir. Bugünkü İslam dünyasında reformcu cereyanlara karşı muhafazakârlığı temsil eden başlıca iki hareket olan biri ‘’İhvan-ı Müslim’in’’ diğeri Cemaati İslam-i’’ den bahseder. İhvan-ı Müslim’in hareketinin tek bir İslam Cemaati vurgusu olduğuna, bütün milletlerin buna tabi olması gerektiğine, sosyal adaletin İslam cemaatinin temel gayesi olduğuna vurgu yaptığını ifade eder. Buna karşılık Cemaati İslam-i, İslam cemaatinin ideolojik şuur sahibi olarak İslam'a uygun bir siyasi, sosyal bünye kazanması için çalıştığını ifade eder. İslam aydınlarının siyasi çekişmeleri bırakarak, günlük hadiseler üzerinde kafa yorarak çözüm üretmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Altıncı Bölüm (İslam Düşüncesinde İki Örnek) Bu bölümde yazar insan varlığını, hukuki ve ahlaki statüsünden müstakil olarak ele alarak İslam'ın insanın temel realitesini nasıl gördüğünü ve insan dramını, varoluş trajedisini göstermeye çalışmıştır. İslam'ın insan varlığını bütünüyle kavrayan bir görüşe sahip olduğunu bireysel ve cemiyet olarak dünya ötesi haliyle ele aldığını dile getirmektedir. Ardından yazar ilk yaratılış haliyle insanı ele almaktadır. Devamında Güngör, Ebu'l Ala el Mevdûdî’nin İslam'da siyaset anlayışına değinmiştir. Değerlendirme Yazıldığı dönemde seviyeli bir entelektüel tartışmaya zemin hazırlayan bu eser İslam Davasının siyasi bir dava olduğuna inanmayan yazarın, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında vücuda gelen "uyanış" ve bu uyanışın Türkiye'ye akseden çeşitli tezahürlerini ele aldığı kitabıdır. 19. yüzyılda İslam’ın ortaya koyduğu medeniyetin mağlup olduğuna, fakat temel problemin, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilememesinde yattığına dikkat çeker. İçtihat kapısının kapalı olduğu yönündeki görüşleri eleştirir.İslam’ın, kendi içinde tutarlı ve dengeli bir değerler sistemi sunduğunu, çağımızın İslam prensiplerine çok geniş bir uygulama sahası verebileceğini öne sürer. Özellikle fikir ve sanat alanında İslam toplumunun kendisini geliştirmesi gerektiğini vurgular. Sözü geçen İslami uyanışın hangi hal ve şartlarda köklü ve kalıcı neticeler doğurabileceğini anlamak için mutlaka okunması gereken bir eser olduğunu düşünmekteyim. Kitapta yer alan meselelerin İslam’ın bir meselesi olduğunu düşünmediğimden dolayı, kitaba verilen başlığı doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. Kitaba ‘’İslam Toplumunun Meseleleri’’ ismi verilse çok daha uygun olabileceğini düşünüyorum.
İslamın Bugünkü Meseleleri
İslamın Bugünkü MeseleleriErol Güngör · Ötüken Neşriyat · 2006150 okunma
·
743 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.