Üzerinden 160 yıl geçmesine rağmen bu kitap üzerine yazılar, tezler, hatta kitaplar yazılıyorsa, bu kitapta bir şeyler var demektir.
1815 yılının sıcak bir Ekim gününde, terden batmış sefil ve dilenci kılıklı bir adam Digne'ye gelir. Bu adam bir hana girer, dakikalar içinde oradan kovulur; bir misafirhaneye girer, kapı dışarı edilir; bir adamın evinde misafir olmak ister, adam ona tüfek doğrultur; sonuç olarak her yerden kovulan, hakarete tabi tutulan ve istenmeyen bu adam, bir kilisenin önündeki soğuk taş betonların üzerine uzanır ve orada uyumaya çalışır. Bu adam, herkesin çok iyi tanıdığı Jean Valjean, ya da diğer ismiyle Madeleine Baba'dır. Bu etkileyici girişle beraber sizi içine alan Sefiller, 1700 sayfa olmasına rağmen, bitince "keşke bir 1700 sayfa daha olsaydı" dedirtecek türden. Yani bunun uzun olması sizi korkutmasın, hatta dünya üzerinde bu kadar. kitap varken bu kitabın bu kadar kısa olması dolayısıyla üzülün.
Açıkçası bu kitabı okuyan herkesin başına dert olduğu 'üstkurmaca' kısımları, yani aralardaki o didaktik kısımlar benim de canımı sıktı. Bu kısımlar, şu anın Fransa'sında bile pek bir ilgi görmüyorken şu anın Türkiye'sinde hiç dikkat çekmez ve hatta kitaptan soğutur. Buralar çıkarılınca geriye 1100-1150 sayfalık bir kısım kalıyor ve geri kalan 600 sayfa sizi kitaptan uzaklaştırıyor. Benm şahsi görüşüme göre buraları kitabı ilk kez okuyunca okuyun, ama normal okuma hızınıza göre birazcık daha hızlı okuyabilirsiniz; yıllar sonra tekrar dönüp okuduğunuzda ise buraları okumayın ve geri kalan muhteşem kurgu ve atmosferin tadını çıkartın.
Bu 1700 sayfalık dünya için anlatılacakları birkaç satıra sığdırmak gerçekten zor. Kitap 1815 yılında başlıyor ve 1833 yılına kadar devam ediyor, yani diğer kitaplar gibi birkaç yıl veya ayı anlatmıyor, tam tamına 18 yıla yakın bir zamanı anlatıyor. Ve Victor Hugo'nun bu kitabı 17 yılda yazdığı söyleniyor. Yani kitapta geçen süre zarfıyla Hugo'nun bu kitabı yazdığı süre neredeyse birbirine eşit. Yani 17 yılda yazılmış bu dev şaheseri birkaç dakikada okunacak bir yazıyla anlatmak mümkün değil ve yazılışının ardından 160 yıl geçmesine rağmen üzerine hâlâ konuşulmasının sebebi de bu.
Son olarak söyleyeceğim şey ise 'Örümcek Ağı Kurgusu' oldu. Kitabın ilk sayfalarında ortaya çıkan ve hiçbir işe yaramıyormuş gibi görünen bir karakter, yüzlerce sayfa sonra son derece mantıklı bir olayda rol oynuyor ve siz bu karakteri ilk okuduğunuzda bunu fark etmiyorsunuz. Bir karakterin rolünün bittiğini düşünüyorsunuz ve karakterin ortadan kaybolduğu yerden sayfalar sonra başka bir karakter ortaya çıkıyor ve siz bu karakterin, sayfalar önce rolü biten karakter olduğunu anında anlıyorsunuz. Aynı zamanda Hugo'nun muhteşem betimlemeleri ve eşsiz kalemi sayesinde her karakteri kanlı canlı bir şekilde her ayrıntısına kadar kafanızda canlandırabiliyorsunuz. Aynı zamanda her karakter için tek bir isim kullanılmamış, sonradan ortaya çıkan karakterler farklı bir isin kullanıyor ve bu sayede "Bu o muydu acaba?" diye tereddüte düşüyorsunuz. Ve kitapta açıkta kalan belirsiz olan her şey bu 'Örümcek Ağı Kurgusu' sayesinde finalde açığa kavuşuyor ve mükemmel bir şekilde kitap son buluyor. Başkarakter her ne kadar Jean Valjean gibi gözükse de, kitapta ana karakter olan herkes (Marius, Fantine, Gavroche, Javert, Cosette, Thenarider, Enjolras...) başkarakter olabilecek nitelikte. Kötü karakterler bile öyle resmedilmiş ki kötü olsa bile kanınız ısınıyor. Hele kötü olan karakterlerin iyiye, iyi olan karakterlerin kötülüğe dönmesini ancak Hugo bu kadar iyi yazabilirdi.
Ve böyle bir kitapta aşk olmadan elbette ki olmazdı. Ama bu aşk, öyle çiçeklerle donatılmış hediyeler, en güzel şiirleri barındıran mektuplar, en güzel giysileri giymiş aşıkları içermiyor; ne de olsa kitabın adı 'Sefiller' ve bu kitaptaki aşk, 'Sefiller'in aşkını anlatıyor... :)