Suyu Arayan AdamYıllar önce "Tek Adam" serisi ile tanışmış ve hayran kalmıştım Şevket Süreyya Aydemir'e. Normalde kronolojik biçimde yazılmış ve ansiklopedik bilgiler içeren tarih kitaplarını okuyamama gibi bir sorunum var lakin, mevzubahis o tarih, böyle özyaşamsal eserlere ilmek ilmek yedirilmişse durum biraz farklı bir hal alıyor bende... Çok severek okumuş olmama rağmen, her okurda aynı etkiyi yaratmayacak bir kitap olduğunu baştan söylemeliyim, zira gerek yazarın ideolojik düşünceleri, gerek onları gerçekleştirme esnasında saptığı yollar, gerekse detaylıca kaleme aldığı dönemsel olaylar, kimi okurları sürüncemede bırakabilecektir.
"Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç, on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı.
Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti.
Fakat bir ses ona:
Daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu."
Hint filozof Rama Krişma'dan bu epigraf ile giriş yapan Şevket Süreyya Aydemir, belki kucakta belki de ilk yürüme çağlarındayken hatırında kalan bir yangınla başlatıyor öyküsünü. Dönemindeki emsallerine göre maddi açıdan bir nebze daha rahat geçirilmiş bir çocukluğa sahip kendisi. Derken, mahalle mektebi, tekke, rüştiye, öğretmen okulu, savaşta şehit düşen abisinin yerine Kafkas cephesinde gönüllü askerlik, ve yine gönüllü olarak Bakü'de öğretmenlik, Rusya'da tahsil...
Ateşli bir Turancı iken Trakya' dan başlattığı, Azerbaycan, Kafkaslar ve Moskova'ya uzanan , komünizm ve sosyalizm gibi, çıkış ideolojisine ters duraklarda konaklayarak geçirdiği yolculuğunu Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet'te noktalayan Aydemir, bu yolculuk vasıtasıyla hem Türkiye hem de Dünya tarihinin yakın dönem birçok dönüm noktasına tanıklık etmiş bir isim. Şöyle ki yazar, Balkan Savaşı yıllarında bir çocuk, 1.Dünya Savaşı'nda bir asker, Kafkaslar' da idealist bir öğretmen, Moskova'da bir üniversite öğrencisi, Anadolu'da ise demokrat bir memur portresi çizmekte..Yolu, Enver Paşa'dan Stalin'e, Lenin'den Troçki'ye, Nerimanov'dan Nazım'a değin hatrı sayılır kişilerle kesişen Aydemir, Balkan Savaşları, Sarıkamış, Rus İhtilali, Dünya Ekonomik Buhranı, Çin Devrimi, İttihat ve Terakki, Bulgar çeteciliği, milliyetçilik akımları ve aktif dış politikalar gibi meseleleri, masaya yatırarak dönemlerin ve coğrafyaların etnik, sosyal, siyasi ve ekonomik durumlarına ışık tutuyor.
Turancılık ülküsü ile başladığı güzergaha, saf değiştirip bir Komünizm neferi olarak devam edince, bir TKP üyesi olarak hüküm giymesi ve akabinde mahpusluk çekmesi kaçınılmaz olur. Ver elini Afyon Cezaevi...Yaklaşık 2 senelik bir tutukluluktan sonra genel afla tahliye olur olmaz TKP'den istifa eden Aydemir, biraz ideolojik fikirlerinin evrilmesi , biraz konjonktürel dalgalanmalar, biraz da dönemin şartlarının gerekliliği gibi sebeplerle kendini Kemalizm'e adar. İktisat politikaları alanında araştırma ve çalışmalar yaparak, önemli memuriyetler üstlenir ve Türk bürokrasi sayfasına adını altın harflerle yazdırır.
"Araştırmalarım ve düşüncelerim, beni cezaevi duvarları arasında, daha iyi değerlendirebildiğim çeşitli şartların ve gerçeklerin aydınlığı altında komünist bir nizamdan ve bu nizamı getirecek ve elbette ki bizim imkanlarımızla başarılamayacak komünist usullerden Devletçi bir iktisat nizamına götürmüştü, bir ihtilal bağlılığından ayırmıştı. Ama o kadar kolay olmadı. Nice tereddütler, nice iç burkuntuları yaşadım. Evet, Türkiye’de başka bir devlet kurulmalıydı. Belki gene halka rağmen ama halk için bir devlet. Belki güdümlü bir demokrasi. Artık devlet imam ve millet ve cemaat olmalıydı. Bu imamın da cemaate vereceği herhalde bir şeyler vardır.”
1931 yılında verdiği - İnkılap ve Kadro- adlı konferansta "Türk Devrimi’nin gelişmesi gerektiğini, devrimin tarafsız bir düzen olmadığını, içinde yaşayanlar taraftar olsa da olmasa da onu uygulamanın zorunlu olduğunu" vurgulayan yazar, bu konuşması ile Türk inkilabının ideolojisini netleştirmiş ve ileride çok ses getirecek olan Kadro hareketinin temellerini atmıştır.
Ve nihayet tarihler 1932' yi gösterdiğinde, Vedat Nedim Tör ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimlerle birlikte, Atatürk ve İsmet İnönü'nün desteğiyle yayın hayatına başlayan Kadro dergisinin kuruculuğunu üstlenen Aydemir, bu dergi aracılığıyla verdiği mesajlarda, Marksizm ve kapitalizm eleştirileri yaparak, ulusal kurtuluşun yolunun Kemalizm'den geçtiği konusunun sıklıkla altını çizmiştir.
Suyu Arayan Adam tüm bu tarihi ve siyasi detayları haricinde, dönemin aydın kimliğine sahip bireylerinin ideallerini, heveslerini, sorunlarını ve bilhassa kendi içindeki buhranlarını ortaya koyma alanında da oldukça başarılı. Yaşadığı yıllarda, dünyayı etkileyen birçok ideolojik akıma dahil olan ve onlardan bir miktar da olsa beslenen Aydemir, bizzat içinde bulunduğu bu ortamları objektif bir bakış açısı ile kaleme alıyor. Ben objektif diyorum ama kendisi ne kadar samimidir, orası tartışılabilir elbette! Yine de bir zamanlar savunduğu fikirlerin eksik ve yanlış kısımlarını ortaya koymakla kalmayıp, bu fikirlerin kendi dimağında bile birbirleriyle çelişen yönlerini okura sunması kısmını oldukça cesur bir itiraf olarak kabul ediyorum.
Kitap, tanıtımlarda bahsedildiği üzere tam bir otobiyografik eser sayılmaz, zira bireyden ziyade topluma parmak basıyor. İçeriğinde oldukça geniş çaplı bir özeleştiri de barındıran Suyu Arayan Adam, gerçekten de ismi ile müsemma bir arayış anlatısı.Şevket Süreyya Aydemir 'e ise gıpta etmekten ötesi gelmiyor elimden. Düşünsenize, Türk Yunan savaşının göbeğinde dünyaya gelmek, Osmanlı' nın son nefeslerini duyumsamak, okunan kitaptan etkilenerek o kitabın adını kendine soyadı seçmek, kardeşini şehit vermek, Kafkas cephesinde çarpışarak, yaralanmak, Azerbaycan'da öğretmenlik yapmak, Nazım ile aynı sıralarda ders almak, Lenin, Troçki ve Stalin ile aynı ortamlarda bulunmak, devrimlerin en ateşli yıllarında parmaklıklara mahkum olmak, Anadolu insanını ve coğrafyasını tüm çıplaklığı ile tanımak ve en nihayetinde Atatürk ile yol arkadaşlığına soyunarak, O'nun övgülerine mazhar olmak...
Kitabı bitirir bitirmez, kapattım ve düşünmeye başladım. Yaşım kemale erince bir otobiyografi yazmak istesem mesela...doğdum, büyüdüm, okudum, çalıştım, çalıştım, çalıştım... Hiçbir albenisi yok gördüğünüz üzere :) işte bu vesile ile diyorum ki Aydemir'in çalkantılı ve dinamik ve ibretlik ve kıskanılası ve muazzam ve destansı hayat serüveni gerçekten okumaya, okuyup ders çıkarmaya değer nitelikte. Zamanın ruhunu özümsemek için yerinde bir seçim!
Yukarıda da bahsettiğim gibi, bir yangın ile başlayan hayatını, o yangını söndürmek için su aramaya adayan Şevket Süreyya Aydemir, bu suyun kimi zaman masum bir hayal, kimi zaman bir gençlik rüyası, kimi zaman bir ideal, kimi zamansa bir aşk şeklinde, kendisini peşinden sürüklediğini itiraf ediyor. Ve ekliyor :
"Bu arayışta, aldanışlarım da inanışlarım kadar güzeldi."
Okuyunuz, okutunuz...